29 Ocak 2015 Perşembe

Dininiz Var mı?


“Tanrının dini yoktur” [Gandhi]

Gandhi, bu cümle ile neyi kastetmektedir? Öncelikle din kelimesinin kökenine ve anlamına bakmak gerekir. Lakin kelimeler her zaman kısıtlayıcı ve sınırlıdır. Her kişi için kelimenin anlamı ve hissettirdikleri farklı olabilir. Ağaç kelimesi gerçekten tüm ağaçları anlatamaz, herkesin aklına gelen ağaç farklıdır, kelimeler sınırlıdır...

Din kelimesinin İngilizcesi “religion” dır. Bu kelime Latince’deki religare kelimesine dayanır. Bu kelimenin anlamı bir araya gelmek veya bir olmaktır. Bu bireyin ruhunun Allah ile bir olmasıdır, bir araya gelmesidir.

Bu konu ile ilgili yazmak ve algılamak kolay değildir. Herkes için hassas bir konudur Din. Tarafsız bir şekilde bakmak için koşullanmış düşünce kalıplarımızı ve inançlarımızı bir kenara koymalı ve zihnimizde oluşan otomatik onay ve ret etme mekanizmalarına kulak asmadan algılayabilir misiniz? Düşünce olmadan okuyabilir miyiz? Ön yargımızı bir kenara bırakabilir miyiz? Merak etmeyin yazının sonunda alışa geldik fikirlerinizi, inançlarınızı geri alabilirsiniz, ama belki de körü körüne veya ezbere inanmak yerine belki artık bilebiliriz.

Dinle nasıl tanışırız? Henüz bebekken nüfus cüzdanımıza yazılır bizim haberimiz yokken... Hangi kültürde doğarsak otomatik olarak o toplumun dini yetiştiriliriz. Hemen hemen her dinin temelinde her insanın eşit olduğunu, Allah’ın kulu olduğundan bahsedilir ama bizim doğduğumuz toplum hemen bizi diğerlerinden ayırır.


Hz. Mevlana kim olursa olsun herkesi dergahına davet ederken, toplumun dini bizi diğer gavurlardan ayırmaya başlar. Onu aşarız bu sefer kendi dinin içinde mezheplere ayırırız, onu da geçeriz ne kadar ibadet ettiğimize dair ayrımlar ve baskılar ile karşılaşırız.
Peki inanç ne demek? Düşünceleri bir kenara bırakarak bakalım. Bu yazıyı okuduğunuz cihaz var mı? Var. O cihazın var olduğuna inanmanız gerekmez, onun  var olduğunu bilirsiniz. İnanç kelimesi bu açıdan baktığımızda olduğundan emin olmadığımız bir Yüce Varlık’a, yaşamdan sonra gidilecek Cennet’in olduğu varsayımına dayanır. Olduğunu bilseniz, mesela Ay kadar görünür bir şey olsa, inanmanıza gerek kalmaz, orada olduğunu bilirsiniz. Ayrıca konu düşünceler ile çözülecek bir mesele değildir. Düşünce zihnin bilgi ve deneyimleri yani beynimizdeki depolanmış hafıza ile sınırlıdır. Mesele bunun üzerinde ruhsal seviye bir meseledir. Ancak kalbimizle, ruhumuzla algılayabiliriz; adına inanç veya bilmek diyelim, bu düşünceyi aşar.

Düşüncelerimiz nasıl bizi yanlış yönlendirir? İnsanoğlunun düşünceleri neden Allah ve Ahiret ile ilgili varsayıma ihtiyaç duysun? Ölüm korkusundan elbetteki, bir çok kişi gerçekten Allah ve bu dünya hayatından sonraki Ahiret hayatı hakkında öngörüye sahip olmak bu güdüden dolayı inanıyor ve en kötüsü inandığını zannediyor.


Dinlerin ortak buyrukları genellikle bireyin nefsine köle olmaması ve iyi meziyetleri uygulaması yönündedir. Bunların hiç birini uygulamayan birisi bindiği uçak iki kere sallansa hemen başlar tüm bildiği duaları okumaya... Tehlike geçtikten kısa bir süre sonra ise yine eski haline döner. Bu tip insanlar sadece inandıklarını sanırlar ve bir takıma, bir topluma uyum sağlamak amacıyla inançlı gözükürler. İçgüdüsel olarak toplu ve sosyal yaşam ile hayatta kalma şansımızın daha fazla olacağını biliriz. Bu da kavramadan bir dine, törelere olan yakınlığımızı açıklamaktadır.

Bu tip zihnimizin bize oynadığı oyunları bir kenara bırakırsak, tüm dinlerin, kadim öğretilerin hemen hemen hepsini kaynağı temeli birdir. Kendimizi herhangi bir kelime ile etiketlemeden, kısıtlamadan önce algılayıp, özümsemek ve uygulamak ve en son mertebe olan olmak mertebesine ulaşmanın yolunu aramalıyız.
Kur'an-ı Kerim’da hemen hemen her peygamberden bahsedilirken dinin evrenselliği fazlasıyla verilmektedir. A'RÂF Süresinde “O Kitap'ın içindekileri okuyup incelemediler mi? Ahiret yurdu, takvaya sarılanlar için daha hayırlıdır. Hala Aklınızı başınıza almayacak mısınız?” denilmiştir.

Diğer ayetlerde insanın Yaradan ile ilişki bilgiler verilmiştir:
“Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu.” “Biz Âdeme ruhumuzdan üfledik”
İncil’de ise şöyle geçer: 
“…çünkü erkek (insan) Tanrı’nın benzeyişinde olup Tanrı’nın yüceliğini yansıtır...”


Sonuç olarak kendimizi gözlemleyelim: Gerçekten Allah’ı n varlığını, yüceliğini algılıyor muyuz, dinin özünü özümsüyor muyuz, gündelik hayatımıza aksettirebiliyor muyuz? Yoksa sadece ezberlediğimiz kalıplar mı davranışlarımızı belirliyor? Bizim dışımızdaki yargılayıp, suçluyor muyuz? Yoksa Yaradanın yarattığını seviyor, sayıyor muyuz?

Tevrat, Zebur, İncil, Kur’an için dört kitap diyerek kullanan Yunus Emre’nin dizelerini düşünce oluşturmadan kalbimizle hissederek okuyalım ve sessizliğe kendimizi teslim edelim...

İlim ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen,
Ya nice okumaktır?

Dört kitabın manası
Tamamdır bir elifte,
Sen elif dersin hoca,
Manâsı ne demektir?

4 yorum:

  1. Pek alışık olmadığımız bir anlatımla konuyu güzel özetlemişsiniz.

    YanıtlaSil
  2. Nazik yorumunuzun için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  3. Yazının başında , sonunda beni inancın insan ürünü olduğuna ikna edeceğinizi sanırken, aynı noktada kesiştiğimizi farkettim."Din dünyada bir işe yaramıyorsa ahirette de bir işe yaramayacaktır."
    Beni şaşırttınız , elinize sağlık.

    YanıtlaSil