27 Mart 2017 Pazartesi

Gökyüzü ve Deniz


Yattığında suyun üzerine,
Kalmaz hiç bir çaba;
Yok olur ağırlıklar...
Kalmaz hiç bir sınır,
Gökyüzü ve deniz arasında...

24 Mart 2017 Cuma

Beden Asla Yalan Söylemez


Bedenimiz, fiziksel ve psikolojik olarak yaşadığımız her olayı kaydeder. Olayların üzeri örtülse de, bu olaylar hatırlanmasa da, inkar edilen veya ifade edilmeyen duygular, bedenimizde hastalıklar olarak ortaya çıkar… Bedenimiz bize devamlı mesaj vermektedir. Louise Hay’in kitabı Düşünce Gücü ile Tedavi kitabında hemen hemen her türlü rahatsızlığın psikolojik karşılığı belirtilmiştir. Bu liste, genel olarak bir anlam ifade etse de, her birey için durum farklılık gösterebilir. Bu sebepten dolayı kişinin, bireysel olarak kendi üzerinde çalışması gerekir.

Alice Miller’ın Beden Asla Yalan Söylemez isimli kitabında, çocukluk döneminde yaşadığımız travmaların, bedenimiz üzerindeki etkileri anlatılıyor. Miller, özellikle de ebeveynlerin çocuklarına yaptıkları kötülüklerden bahsediyor. Özellikle ahlaki ve dini çekincelerden dolayı ebeveynleri suçlamama ve çocukların da duygularını yine aynı sebeple bastırmasının olumsuz yanlarını ağır bir şekilde eleştiriyor.
“Çocukluk anılarının olmaması, içinde ne olduğunu bilmediğimiz büyük bir sandığı sürüklemeye mahkum olmaya benzer. Yaşlandıkça sandık ağırlaşır ve onu açmak için daha da sabırsız hale gelirsiniz.”             [Jurek Becker]

Miller’ın kitabında “Geçmişten kurtulmak”, “Bazı ebeveynler sevgi ve saygıyı hak etmezler”, “Anne babamı sevmeme hakkını elde ettiğimde…” gibi bir çok cümle geçiyor. Her ne kadar başlangıç yolu doğru olsa da, çözüm yolu eksik ve yanlış… Bu genellikle anlaşılması zor bir durum. Ebeveynlerimiz veya aile fertlerimiz ile yaşanan olaylarla yüzleşilmesi, duyguların ifade edilmesi sağlıklıdır… Öte yandan, onların da kendi kaderlerini görerek anlayışımızı geliştirebilirsek anlarız ki, hepimiz kurbanların kurbanıyız…

Aile Sistemi
Bu neden böyledir? Hepimiz birbirimize bağlıyız. Evrende her şey, sistemlerden oluşur; sistemin üyeleri ise görünmez bağlarla birbirini etkiler. Bizi de en yakında etkileyen sistem, aile sistemimizdir. Bu, evrimsel olarak hayatta kalmamız için de gerekli bir bağdır. Her ne kadar bilinçaltı seviyesinde bireysel olarak hayatta kalmaya çalışsak da, kolektif bilinçaltı seviyesinde sosyal olarak ait olma güdüsü ile toplum olarak hayatta kalmaya çalışırız. Bu sebeple, Ait Olma Güdüsü çok güçlüdür. Bu bizi birbirimizle birleştiren bağa, sevgi denir. Yüzeyde, şiddet veya taciz de olsa derinlerdeki arayış “sevgi arayışı”dır.

Bu demek değil ki, yapılan eylemleri gerçekleştirenler suçsuzdur. Tabi ki değil. Bu kişiler yaptıklarının sorumluluğunu üstlendiğinde herkes rahatlar. Onlardan intikam almak ise, kurbanı fail yapacaktır. Fail durumuna gelmeden onların yükünü onlara bırakmak, kendimize düşen payı almak ve onların kaderlerini az da olsa anlamak, gerçek özgürlüğe gidecek yoldur.

Çözüm
Miller’ın kitabında şöyle danışan deneyimlerinden bahsediliyor: “Anne aslında gerçekten sevmediğimi kendime itiraf eder etmez hastalıkların hepsi yok oldu”. Bu durum gerçek bile olsa, aileden kendimizi soyutlamak, ailedeki tıkanıklığı anlamadan bağları kesmeye çalışmak demektir. Bu durumda, o kişi hastalığından kurtulsa bile, bu dışlanma (ait olmama durumu) daha sonraki nesillerde tekrar ortaya çıkacaktır. Önemli olan, artık bir yetişkin olarak konuya bakmaktır.



Yetişkinlik, hakikati artık inkar etmemektir; bastırılmış acıları hissetmek, bedenin duygu seviyesinde hatırladığı hikayeyi bilinçli olarak kabul etmek ve bastırmak yerine o hikayeyi tamamlamak demektir. Bu tamamlama, artık bir yetişkin olarak “fail-kurban-kurtarıcı” üçgeninden çıkmak ve anlayış geliştirmektir.
“Hastalıklarımızın sebebi sırlarımızdır.’ Her çeşit zorluk ve dengesizlik de hastalık olarak nitelendirilebilir. Tüm hastalıklarımızın kökeninde henüz yüzleşemediğimiz, anlayamadığımız, ortaya çıkaramadığımız ve üstesinden gelemediğimiz sırlarımız yatar.” [Carl Jung]
Sonuç
Ne olursa olsun, anne babalarımız bize hayat vermiştir… Kaderimizin bir parçası olarak; verebilecekleri kadarını vermişlerdir… Ne bir eksik, ne de bir fazla. Bu kader bizim bugünkü kişi olmamıza sebep olmuştur. Ancak kaderin ve aile sisteminin bir parçası olarak, kısmetimizi değiştirmek kısmen de olsa elimizdedir. Bu kabulden geçer… İlk tepkimiz öfke ve isyan olabilir, daha sonra reddederiz veya belki de üzülürüz… En son anlayış gelir; bu kabul etmektir. Öte yandan, başımıza gelen her olayın bize bir de hediyesi vardır. Artık bir yetişkin olarak travmanın içerisinden geçersek, suçladıklarımızın da kurban olduğunu anlarsak ve her eylemin altında sevgi arayışının olduğu bilirsek, bize kalan hediye ile yapmamız gerekenleri özgürce yapabiliriz.
“Çocuklukta yaşadıklarımızla bugün arasındaki bağlantıyı görmezden gelirsek, ne kadar uğraşırsak uğraşalım bu yaşantıları asla yerli yerine oturtamayız.” [Alice Miller]

20 Mart 2017 Pazartesi

Yolculuk


Bencildim; aldım devamlı,
Doyamadım bir türlü...

Her şeyi verdim,
Tükendim sonunda...

Vazgeçtim her şeyden,
Tatsız bir huzur geldi...

Hepsinin ötesinde ise derin bir denge,
Bulutlar gibi doğal hareket ettirdi her şeyi...

16 Mart 2017 Perşembe

Kadın


Başını da örtse fark etmez,
Güzelliktir o, zarafettir o...

Öbürsüleştirilse de, fark etmez,
Dolu dolu yaşayandır o...

Bastırılsa da fark etmez,
Yaratıcıdır, hayat verendir o...

Cadı da olsa fark etmez,
Yaşamdır, sonsuzluktur o...


O, Kadındır...

15 Mart 2017 Çarşamba

O


Karşılık istemez,
Yoktur bir arzusu...

Şekli benzemez hiç bir şeye,
Yoktur onu alabilecek bir kese...

Beyaz desem rengine,
Tarif edilemez rengi...

Hem geçirgen, hem hassas,
İmkansızdır onu yenmek...

Her şeyin ötesindedir,
Kapansa da, yayılması için yoktur zamana ihtiyacı...

Herkesi alır mı içine,
Hem evet, hem hayır...

Zihnin ötesinde bir bilgelikle,
Bilir kabukla içinin farkını...

12 Mart 2017 Pazar

Zaman


Bazı hikayelerde zamanı durduran cihazlar veya kahramanlar vardır. Zaman adeta durur, hiç bir şey hareket etmez. Bizim için zamanın durması hiç bir şey hareket etmemesi midir? Ezbere bir şekilde bildiğimiz zaman kavramını bir yana koyarak bakalım; nedir zaman?

Çoğumuz belki de, “Zaman işte! Geçip gidiyor... Gün doğuyor; batıyor... Doğup, büyüyüp, ölüyoruz...” gibi bir cevap veriyoruz. Bu cevaptan anlaşılan şudur ki, değişen bir şeyler vardır. Değişim varsa zaman var, değişim durmuşsa zaman da durmuştur. Evrende her şey, devamı hareket halinde olduğuna göre, bizim anlayışımıza göre zaman vardır.

Öte yandan, kuantum fizikçileri için atom altı parçacıklar incelendiğinde, klasik anlamda zaman ve mekanın kalmadığı ortaya çıkıyor. Madde kelimesi bile bir anlam ifade etmiyor onlar için. Mevcut sistemimizden, kuantum sistemine geçildiğinde – eşik atlandığında – fizikçilerin elinde enerji ve ilişkilerden başka bir şey kalmıyor. Etrafımızda gördüğümüz her şeyin aslında enerjiden oluştuğu ve belli derecelerde birbiri ile ilişkide olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Bu seviyedeki yapı taşları (daha doğru bir kelime bulmak zor) ise sabit; değişmiyor; bir formdan diğer bir forma giriyor; yer değiştiriyor... Bir çok filme konu olduğu gibi zamanın bükülmesi, yavaşlaması, geriye gidilmesi teorik de olsa mümkün gözüküyor. Dolayısıyla bu dünyada madde de, zaman da birer illüzyon. Bedenimiz veya başka herhangi bir şey için boşluk ve enerjiden oluşuyor diyebiliriz...

Bu bilginin bize faydası nedir? Bilgi kullanılmadıkça, özümsenmedikçe bilgelik oluşmayacağı için, bir bireyler açısında ne gibi çıkarımlar olabilir. İllüzyon da olsa, günlük hayatımızda zaman kavramı var ve bununla yaşıyoruz. Bizim dünyamızda zaman eşittir deneyim demek. Bir değişim varsa, deneyim de vardır. Deneyimler başlar ve biter... Güzel olanları tekrarlamaya, kötü olanlarda kaçınmaya çalışırız. Beynimizde depoladığımız deneyimlere hatıra deriz... İşin ilginç yanı, beyin her anıyı yeniden hatırladığında o anı ile özdeşleşmiş duyguların yoğunluğuna göre anıyı değiştirmeye başlar... Beyin, eski deneyimdeki boşlukları da doldurmaya başlar. Gelecekte aynını yaşamak isteriz, ancak bu genellik gerçekleşmez ve hayal kırıklığına uğrama ihtimalimiz artar...

Asıl önemli soru ise şudur? Deneyim hangi zaman aralığında gerçekleşir? Eğer hatıra olmuşsa, artık geçmişte kalmıştır – ki bu bir saniye bile sonra gerçekleşebilir – ve artık deneyim, deneyim olmaktan çıkmıştır. Bir çiçeği, düşünce olmaksızın kokluyorsak, deneyim gerçekleşmektedir... Eğer fotoğrafını çekersek, “ah ne güzel çiçek” dersek, artık hatıra yaratmışızdır. Sonra da, gelecekte yine aynı çiçeği koklayacağım hayali ile yaşıyorsak, başka bir yanılsama serisi içerisine gireriz...
Hayat, deneyimlerin hatıraya dönüşmeden yaşanmasıdır.
O anda aslında zaman da yoktur; bildiğimiz anlamdaki zamanı da farklı algılarız. Kişilik de yoktur, yorum yapan zihin de... Deneyim sırasında her şey bir olmuş gibiyizdir. Hiç bir şey tekil değildir; ortam ile ilişki içerisindedir. Geçmiş ve gelecek gittiğinde, keder ve endişe kalmaz; zaman sanki kaybolur – geriye sadece yaşam kalır...

2 Mart 2017 Perşembe

American Pastoral


Kızlar bazen annelerini rakip gibi görürler. Anneleri çok başarılı veya güzel ise, bu onlar için daha da zor bir durum olabilir. Böyle koşullarda geliştirdikleri hastalık ve huylar dikkat çekmek için olabilir. American Pastoral filminin kahramanları, Amerika güzeli anne (Dawn), başarılı ve zengin baba (Swede), isyankar kızlarıdır (Merry)...

Psikologlarının yorumuna göre, kızları küçük yaşlarda babasının ilgisini çekmek adına kekemelik yaşar. Öte yandan kekemelik, ifade etme problemi anlamına da gelir... Film boyunca çok ilginç aile ve toplumsal dinamikler dikkat çekicidir. Swede ve ailesi Yahudidir ve dışarıdan bir kadını kolay kolay kabul etmezler. Dawn tüm inançlarını ve hayallerini bir kenara bırakarak Swede ile evlenmiştir. Swede’in babası çok baskındır; bencil, duygusuz bir yapısı vardır. Swede ise onun dikkatini çekmek için devamlı verme eğilimdedir ve son derece hassas bir kişidir. Bu durum, eşini prenses yerine koymasına ve onun için her şeyi yapması ile neticelenir... Yıllar sonra Dawn isyan eder, Merry ise annesi ile rekabet içine girer... Reddettiği annesi gibi kendisini yalnız hisseder.


Büyüdüğünde ise, diğer dışlanan topluluklar ile kendi özdeşleşirken bulur; siyah rengi Amerikalılar, Vietnam mağdurları... Çocukken televizyonda seyrettiği Vietnamlı keşiş Thich Quang Duc’ın kendini yakarak savaşı protesto ettiği sahte çok çarpıcıdır.
“Hayat, canlı olduğun kısa bir zaman aralığıdır...” (Merry)
ŞİDDET ve SAVAŞ
Hiç bir savaşın kazananı olmamıştır...
Ne niyetle yapılırsa yapılsın, çıkan savaşların, devrimlerin sonucunda sistem değişmiş ancak ayrımcılık kalmıştır. Tüm şiddetin ardında yatan bu ayrımdır. Kendimizi başkasından ayırmaya devam ettikçe çekişmeler devam edecektir. Kendimizi kendimizden bile ayıran zihin devrede oldukça aksi mümkün değildir... Barış için yapacak hareketlerin ardında bile, savaş varsayımı yatar... Bir mıknatısın kutupları gibidir bu... Superman varsa Lex Luther da vardır. Öte yandan, ikisine de ihtiyaç yoktur. Kişinin hayatı bir bütünlük içinde tam olarak yaşaması esastır.

Hayat, bu düzlemdeki tek gerçekliktir. Zihin devreden çıktığında onu yaşamaya başlarız, ayrım yok olur... Tüm duygu ve düşünceler erir ve geriye sadece insanlar ve diğer her şey olan görünmez bağımız kalır. Bu bağın adı sevgidir...


ALMA VERME DENGESİ
Dawn ve Swede arasındaki dengesizlik ilişkilerinin kopmasına sebep olur. Her şeyi veren Swede, suçlu veya suçsuz değildir. Bu dinamik ile Dawn devamlı borçlanır ve kendine ait bir alana sahip olamaz. İlişkiler sahiplenici ve kısıtlayıcı  değil, bireylerin kişisel alanlarına saygı gösterir şekilde olmalıdır. Sevgi, ancak böyle bir ortamda yeşerip büyümeye devam eder...

Olayları yüzeysel olarak değerlendirmektense, derindeki dinamikleri anladığımızda, hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlarız; bu anlayış bize hayatı olduğu gibi kabul etmeyi ve onunla akmamızı sağlar...