23 Ağustos 2012 Perşembe

Aslan Kral ve Yavru Kuş


Vaktiyle, ormanda yaşayan bir aslan kral, çok yaşlandığı için tahtını, genç ve üstün yetenekli bir aslana bırakmış. Genç aslan, eski kralı aratmamak ve kendini ormanda yaşayan tüm hayvanlara sevdirmek amacıyla, marifetlerini ortaya koymaya karar vermiş. 

Çok geçmeden bütün orman, onun olağanüstü istekleri yerine getirebilmek gibi bir yeteneğe sahip olduğunu öğrenmiş. ancak bunu, her hayvan için yanlızca bir kereye mahsus olmak üzere yapabildiğinden, bütün hayvanlar, kraldan kendileri için en önemli olan şeyi istiyorlarmış. O da bu isteklerini yerine getiriyor, böylece onların gönlünü kazanıyormuş. bir gün, huzuruna bir yavru kuş getirmişler. 
Kuşun tek isteği, büyük kanatlara sahip olmakmış. Kral bunun nedenini sorduğunda, "Kanatlarım çok küçük olduğu için çabuk yoruluyorum ve sık sık bir dala konmak zorunda kalıyorum; oysa büyük kanatlara sahip olursam, ben de büyük kuşlar gibi uzun mesafeler uçabilirim ve diğer kuşların hayranlığını kazanabilirim" demiş. Kral, çok hoşuna giden bu isteği hemen yerine getirerek, yavru  kuşa bir çift büyük kanat hediye etmiş. 

Aradan günler geçmiş, bir gün ormanda dolaşırken bir de bakmış ki yavru kuş kanatlarını sürüyerek toprağın üzerinde dolaşıyor. 
"İşte istediğin kanatlara sahip oldun neden uçamıyorsun?" diye sormuş. 
Küçük kuş, "Ben galiba sizden yanlış bir şey istedim. Keşke acele etmeyip kendi kanatlarımın gelişmesini bekleseydim. Bu kanatlar bana çok büyük geldiği için bedenim onları taşıyamıyor; uçayım derken hep yere düşüyorum" demiş. 

Kuş yeterince büyüdüğünde bile, uzun süre kanat çırmadığı için kasları güçsüz kalmış  ve kaslarını geliştirmek ve yeniden uçabilmek için çok çalışması gerekmiş.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Ben de mi?


Havada ahenkle dans eder gibi uçan kuşları görmüşsünüzdür. Hiç bu kadar uyum içinde uçmayı nasıl öğrendiklerini merak ettiniz mi? Elbette kuşlar birbirlerinin zihinlerini okumuyorlar ama kolektif bir beyin paylaşıyorlar. Bu durum sadece kuşlar için mi geçerli? Diğer canlılarda da birçok buna benzer uyumlu davranış söz konusu.

Biz tüketiciler de benzer şekillerde davranıyoruz. Herkesin baktığı yöne bakıyoruz. 2008’de Leeds Üniversitesi’nde yapılan detaylı araştırmalar sonucu insanların %5’i diğer %95’i yönlendiriyor.

Youtube’da videosu bulunan deneyde dünyaca ünlü bir violin sanatçısı metroda violin çalmaya başlar. Bir gün boyunca neredeyse hiç ilgi görmez ve sadece 32.17 dolar kazanabilir. Çünkü muhtemelen ilk gelenler bu kişiyi tanımadıkları için es geçmişler ve diğerleri onların davranışını takip etmiş. Aynı kişinin aynı şehirdeki konseri ise müthiş bir bilet ücretine rağmen hınca hınç doluymuş.

Tipik bir odak grubunda (Focus Group) ‘kaşıntı’ ile ilgili bir konu anlatılırken, çoğunluğun kaşınmaya başladığı gözlenmiş. Aramızdakiler kahkaha atarsa en biz de gülümsemeye başlarız.


Günümüzde popüler olan Facebook kullanıcılarının üzerinde ‘Göz Tarama’ (Eye Tracking) sonucunda, kullanıcıların ağırlı olarak kendilerine rakip olabilecek kişilerin fotoğraflarına baktıkları ortaya çıkmış. Amaç karşılaştırma yapabilmek. 

Kendimizi, eşyalarımızı, kariyerimizi, sosyal statümüzü hep başkaları ile karşılaştırarak değerlendiririz. Bir doktor, dünyada kalan son doktor olsa, kendinde hiç bir değişiklik olmasa da, kendini daha değerli hissetme eğilimde olacaktır. Veya herkes profesör doktor olsa, bu kişi tam tersi kendini yetersiz hissedecektir.

Tüm arkadaşları evlenen kişinin de üzerinde evlenme konusunda sanal bir baskı oluşabilir. 
Birbirimizle karşılaştırma yapmamızın en temel sebeplerinden biri, küçük yaşlarımızda akranlarımızla karşılaştırılmamız ve aslında onları “taklit ederek” hayatı öğreniyor olmamız. Bu da bizde daha sonraları akran baskısı olarak yansımakta.

Bir şey nasıl moda oluyor?
%5’lik dilim bir şey yapmaya başlıyor, diğer insanlar da aynısını yapıyor ve yapmak istiyorlar. Çocuklarımızda bir Ben10, Şimşek McQueen, Calliou, Bakugan modası var... 


Ürününüzü bu şekilde talep görmesini isteyen firmalar, ürünün hedef kitlenin %5’ini doyuracak kadar tedarik edip ve sabırlı bir şekilde bekliyorlar. Kıt olan aynı zamanda değerlidir. Aynı zamanda az bulunan ürün tercih edilmeyen satış kanallarına gitmeyip, tüketici fiyatları da belli seviyelerin altına inmeyecektir. Daha sonra ürünün tedariği arttıkça “Limited Edition” adı altında çıkan kısıtlı ve biraz farklılaştırılmış bir ürünle tekrardan moda olmayı sürdürmekteler.

Markaları yaptıklar diğer bir taktik ise yeni eğilimler (trend) yaratmak. Red Bull ile Vodka, Limonla Corona, tuzla Tekila  içmek gibi. Bizler kabul etmesek de diğerlerinin yaptığını yapıyoruz; çayla simit yiyoruz, bardan sonra çorbacıya gidiyoruz...

“The Joneses” adlı filmde reklam amaçlı sanal bir ailenin çevresine nasıl ürün aldırabildiğini gösteren muazzam bir film. Film aynı zamanda bu aktivitelerin etik boyutuna da çarpıcı bir şekilde sorguluyor.


Moda yaratmanın yollarından en etkili yöntemi ağızdan ağıza ürünün yayılmasını sağlamaktan geçiyor. Online sitelerde çıkan videolar, blog yazarlarının yorumlar, forumlardaki yorumlar İnternetin nimetlerinden sadece bir kısmı...

En çok satanlar listesini kitapçılarda görürsünüz. Zihnimizin aldığı iki temel mesaj var:
1. Çok Satıyorsa iyidir,
2. Herkes okuyorsa ben okumamışlardan olmamalıyım.

Amazon.com son uygulamalarından birinde, size arkadaşlarınızı ne aldığını dahi bildiriyor.
Bilimsel verileri ile Zihnimizin derinlerine indiğimizde neler buluyoruz? Bir grup gençten 15 adet şarkıyı dinleyip puan vermeleri isteniyor. Daha sonra bu puanlama tüm katılımcıların ortalamaları ile karşılaştırılıyor. Daha sonrası ilginç:

Eğer çocukların seçimi herkesin seçimi ile aynı ise “ödül, keyif” ile kısımlarda beynimizde aktivite gözüküyor.
Eğer arada farklar var ise “sinir ve stres” ile ilgili kısımlarda aktivite gözüküyor, ve herkes fikirlerini genele uyma konusunda değiştirme eğiliminde oluyor.
İstanbul’lu olmasanız bile herkesin üç futbol takımını tutması gibi bir kavram. Hem takımızın dönem dönem başarısız olma ihtimali zayıflıyor, hem de grup dışı kalmıyorsunuz.
“Ben takım tutmuyorum” dediğimde ise “nasıl yani?” gibi tepkiler alabiliyorum. 
“Ben şiir yazmıyorum” dediğimde ise böyle bir tepki almıyorum.
Klasik tüketici araştırmalarında kişilere sorarlar:
“Neden Louis Vuitton tercih ediyorsunuz?” diye...
Cevap: “Derisi kaliteli, fermuarı bozulmuyor...”


Zihinsel taramalar ise bu kişilerin beyninde “kişisel tahmin ve havalı görünmek” ile ilgili kısımların devrede olduğu gösteriyor.
“Televizyonda en çok ne seyrediyorsunuz?” En çok gelen cevaplar: Belgesel ve haber...!?
“Akran Baskısı”nın en yoğun olduğu dönem ergenlik çağıdır.

Kimlik arayışımızın tamamlanmadığı bu dönemde ergenler kendilerine bir değer bir tarz kazandıracak markaları kullanmaya yatkın olmaktadır. Sigara kullanımı, makyaj yapmak, iPhone kullanımı, marka kıyafet takıntısı bu yaşlarda yoğun olarak gözlenmektedir.
Ergenler kullandıkları markayı havalı hissetmek, kendine güvenmek, kendini ifade etmek, hayat dolu ve arkadaş canlısı olmak adına seçerken, yetişkinler için güvenilirlilik, pratiklik, etkili kullanım ve nostalji daha ön plandadır.


Bugün ergenlerde Nike, Zara, H&M, Apple, Adidas gibi markaları görmemek mümkün değil... Tüm bu gerçeklere rağmen, zihinlerimiz ne kadar eğitirsek bu etkenlerden de o kadar az etkileniriz.