29 Temmuz 2015 Çarşamba

Paper Planes


Türkçesi Kağıttan Uçaklar olan filmi kahramanı annesini kaybetmiş Dylan, kağıttan uçak yapma yarışmasını konu alır. Dylan’ın babası halen yas tutmakta ve evde depresif bir şekilde yaşamaktadır. Büyük babası ise eski bir savaş pilotudur ve yaşlılar evinde yaşamaktadır. Kağıttan uçak yapma konusunda dedesi ona destek olur.
Okulda ise onunla dalga geçen arkadaşı daha sonra onunla dost olur ve ona bu yolculukta yardımcı olur. Öte yandan, Dylan için en büyük yanıtlar doğanın kendisindedir. Yakından izlediği şahinin uçuş şekli ve kanatları onun kağıttan uçağını tasarlamasında ilham kaynağıdır.
Paper Planes filmi iki konuyu çok başarılı bir şekilde konu almış: Birisi ölen birini uğurlayamamak, diğeri ise rekabet.

Veda
Hayatımızda çok sevdiğimiz insanlarla vedalaşamayız bir türlü. Hem de ölümlerini erken veya haksız bulduğumuzda. Dylan 12 yaşlarındadır ve annesi bir trafik kazasında öleli üç ay olmuştur. Babası da onunla ölmüş gibi yoktur ortada. Devamlı onunla çektikleri videoları seyretmektedir. Hayatta kaza diye bir şey yoktur. Hepimizin kaderini bizim ötemizde bir güç yönetmektedir. Bu tip durumlarda ise baba rolünü yapamadığı için oğlu onun ebeveyni gibi olur. Dylan babasına  şöyle söyler:
“Ne kadar sürerse sürsün senin yanında sonuna kadar kalacağım.”


Bunu söylemesi gereken kimdir? Baba mı oğul mu? Çocuklar anne babanın yüklerini almaya eğilimli olurlar. Babanın eşi ile beraber olma güdüsü onu hayattan koparır ve tüm yük çocuğa kalır. Burada aile büyük baba da elinden gelen desteği verir. Dylan’ın babasının depresyonu eşinin ruhunu da rahat ettirmez. Gerçekten ölen biri yoktur, sadece farklı bir boyuttadır eş... Bu onunda huzura ermesini engeller. Ölümü yargılamak Tanrı’yı sorgulamak anlamına gelir. Yeteri kadar üzülerek olan kabul edilirse ve sevdiklerimizin kaderine saygı gösterilirse yaşama devam edilebilir insanlar.
-Neden bu kadar seviyorsun kağıt uçakları?                                      *Çünkü uçağımın uçtuğu o birkaç dakika unutup gidebiliyorum.            -Neyi unutuyorsun?                                                                      *Tüm bu olanları
Rekabet
Sorunlarına bir çıkış yolu olarak kağıttan uçak yapan Dylan kendini yarışmaların ve rekabetin içerisinde bulur. Ünlü bir golf sporcusunun oğlu belki de kendini babasına ispat etmek istercesine hırslıdır. Babası bile ona: “Ne olursa olsun, şampiyonluk ana hedef olmamalıdır” der. Ama çocuk onu dinlemediği gibi babasına ismi ile hitap etmektedir. Bu düzene aykırı bir durumdur. Kim olursa olsun insanın babası babasıdır ve bu onurlandırılmalıdır.


Doğada ise rekabet yoktur; sadece mücadele vardır. Yemek, üremek ve güvenlik için kavga edilebilir ama insan zihninden çıkan kendini kıyaslayan bir düşünce temelli bir rekabet yoktur. Çitalar arasında yarış yapmazlar, zürafaların en uzun ben olacağım dertleri yoktur, çiçekler diğer çiçeklerden daha güzel olup olmadıklarına bakmazlar. Günümüzde ise rekabet özellikle körüklenmekte ve bunan mali kaynak sağlanmaktadır. Zihnin beslediği egomuz ise bu yemi yutar ve devamlı kendini başkaları ile kıyaslar. Rekabette önde gelenleri de ünlü yapama, onları değer bahşetme ve onlara özenme de egonun diğer bir boyutudur.

Paylaşım ve yaratıcılık ancak rekabetin olmadığı bir ortamda ortaya çıkacaktır. Birbirini yenmek adına yapılan işler sadece biraz farklı olabilir. Rekabetin, hırsın kaynağı zihindir, yaratıcılık ise kalbinizden, ruhunuzdan gelecektir.


Avustralya yapımı filmin baş rol oyuncusu Ed Oxenbould, başarılı bir grafik çiziyor. Terminator ve Avatar’ın ünlü oyuncusu Sam Worthington da aksiyon dışında bir rolde ilginç durmuş. Ailecek seyredilebilecek sıcak ve keyifli bir film.

26 Temmuz 2015 Pazar

Garip Aşk (El Amor)

Matematik ve kuantum fiziği bize sonsuz olasılıklardan bahseder... Hayat hiç de öyle sandığımız gibi planlı programlı, kontrol edilebilir bir şekilde akmaz. Hayattaki amaçlarını net net bir şekilde bilen ve bu yolda disiplinli çalışanlar bile hedeflerine hiç olmadıkları bir şekilde ulaşırlar. Bu hedefe vardıklarında ise asıl keyifli olanın yolculuğun kendisi olduğunu anlarlar.

Hayatımızdaki ilişkiler için de durum aynıdır. İlişkiler de evrendeki her sistem gibi dinamik (değişken), tahmin edilemezdir. Aynı zamanda kelebek etkisi gibi küçük bir davranışın veya hareketin büyük bir etkisi vardır. Olumlu veya olumsuz anlamda...
O halde, ilişkilerimizi etiketlemenin, sabitleştirmeye çalışmanın, kontrol etmenin, hiç bir şey değişmesin diye kendimize yabancılaşmanın değeri nedir? Akan bir sistem içinde o akış ile uyumlu olmakla yaşanabilir hayat ve dolayısıyla ilişkiler...


El Amor filmi üç neslin ilişkilerini konu alan bir İspanyol yapımı. Lucia devamlı ilişkilerden kaçan hayatı biraz dağınık bir genç kızdır. Yaşadığı bu durumda ailesinin etkisi vardır. Tek başına bir teknede yaşayan babası ile yüzleşen Lucia artık hayatla barışmaya başlar. Benzer bir durum göz doktoru olan oğul ile bu konuda dersler veren babası profesör ile yaşanmaktadır. Babasının hem mesleğini hem de ilişki kalıbını örnek alan Jorge, ayrı yaşadıkları eşi Paz ile tekrardan yakınlaşırlar. Baba Albert ise yıllardır görmediği eşi Irene ile tekrardan karşılaşırlar.

Baş roldeki Aida Folch ilginç mizacı ve oyunculuğu ile dikkat çekiyor. Diğer oyuncular da oldukça başarılı. 1940 doğumlu tiyatro kökenli Carlos Álvarez-Nóvoa ustalığını ortaya koyarken diğer bir diakkat çeken aktörl de oğlu rolündeki Alberto San Juan. Gerçekçi ve samimi bir havada çekilmiş filmin yönetmeni Gabi Ochoa’yı da takibe alabiliriz.

"Parabolik yörüngeler asla kesişmez ama çok daha uzak bir noktada tekrar bir araya gelirler, ve asla başlangıç noktasına geri dönmezler. Hiperbolün içinde yörüngeler ve parabolün içinde yörüngeler vardır. Tıpkı hayatın kendisi gibi asla ne olacağını bilemezsiniz."

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Bilinçli Sevgi Mi?

Hayatta birbirimizi bağlayan şey sevgidir. Duygu ve düşüncelerin kaynağı zihindir, saf sevginin kaynağı ise kalptir; ruhumuzdur. Nedir bizi saf sevgiden uzaklaştıran?
Dünyaya geldiğimizde saf sevgi ile bağlanırız her şeye; ayrı bir bedene sahip olduğumuzu bile bilmeden bir bütün olarak tecrübe ederiz ilk günlerimizi... Derken hayatımızda yaşadığımız bazı ağır olaylar karşısında travmalar yaşarız ve beynimiz bedeni koruma amaçlı duvarlar örmeye başlar. Bazen hatırlamayız bile. Kalbimiz katılaşır, kalp gözümüz görmez olur...


Ama içten içe ararız sevgiyi... Bazen birilerine ölesiye bağlanırız ve tam tersi nefret hissederiz istediğimiz sevgiyi bulamayınca. İçimizdeki boşluk dolmaz bir türlü... Doğal olarak bu duruma çok maruz kalanlar anne, baba, eşimiz gibi bize yakın aile üyeleri olur. Bağımlılığı andıran aşırı sevgi de, nefret de bizi aynı derecede kilitler.
Sevgi, hem içten, samimi, hem de nefes almaya müsaade edecek kadar mesafeli olmalıdır.
Gerçekten özgürleşmenin sırrı buradadır. Özgür olmak tek başına istediğini yapmak demek değildir. Bu çocukça bir arzudur. Bağımsız özgür bir birey olmak, kendi başına sevgi dolu olup, başkalarını da sevip onlara da kendi olma hakkını vermekten geçer. Osho’nun dediği gibi; sevgi tek başına kalabilme yetimizden ortaya çıkar. İşte bu bilinçli sevgidir.

Tüm bu bireysel olayların etkisi olduğu gibi, bizden önceki kuşaklardan ve eski ilişkilerimizden de taşıdığımız travmaların etkileri hem bilimsel olarak hem aile sistemi terapilerinde ortaya çıkıyor. Bir nevi önce nesillerin veya deneyimlerin kefareti gibi bu yükler sırtımızda bulunabiliyor. Hatta bazen bu yükler bize bir kurban bilinci kazandırıyor ki onları bilinçaltı seviyesinde sevmeye başlıyoruz. Bu tip durumları aile sistemi terapisi çalışmaları ile keşfedip anlayışımızı geliştirebilir.
Anlayış farkındalığı artıracak, dolayısıyla özgür bir hayata kapılar açılacaktır.