16 Aralık 2021 Perşembe

The Hand of God

“Ailem artık toprak oldu. Artık hayatı sevmiyorum. Başka bir hayat; hayal ürünü bir hayat istiyorum. Artık gerçekliği sevmiyorum. Gerçeklik çok boktan… O yüzden filmler yapmak istiyorum.”

The Hand of God, 16 yaşında anne ve babasını kaybeden gencin hikayesini konu alır. 1980’li yılların Napolisi’nde yaşarken Maradona’nın Napoli takımına transfer olmasına sevinirken, diğer yandan ergenlik döneminde ebeveynlerinin kaybı ile sarsılır.

Anne babasının sevgi dolu ilişkisinde, diğer bir kadının ve hatta diğer bir kardeşin varlığı onun ilişkilere bakışını da kökünden değiştirir. Hayran olduğu teyzesinin akıl hastanesine yatışı onun acı çekmesine ve yaşadıkları gerçeklikten kurtulmak istemesi ile sonuçlanır. Anne ve babasının kaybından sonra ağlayamayan Fabio, donmuştur. Acı kaçınılmaz olduğunda devreye giren bu donma tepkisi bizi o anın acısından korur ancak daha sonra içimize attığımız bu acı enerjisi dışarı salınmazsa travma asla iyileşmez, o günkü kadar taze kalır… Elbette yaşanan her trajik olayın bir hediyesi de olur. Hayatta kalan yanlarımız bizi bazı yönlerden bizi geliştirir. Yeter ki içerde hapsolmuş enerjiyi çıkartalım.

Hiç umulmadık deneyimler yaşarken, karşısına çıkan bir tiyatro oyuncusundan etkilenir. Onu takip ederken ilginç bir yönetmen ile tanışır. Belki de film yönetmek ile ilgisi o anda yeşerir. Maradona’nın İngiltere’ye eliyle attığı gol, sanki ezilen Arjantinlilerin  emperyalist dünyaya Tanrı’nın Eliyle attığı goldür. Napoli’de İtalya’nın ezik sayılabilecek bir şehridir. Maradona bu şehre bir futbolcu olarak değil, bir İsa, bir Tanrı olarak gelmiştir. 1990 Dünya Kupası yarı finalinde, Napoli taraftarları İtalya karşısında oynayan Arjantin milli takımını desteklemişlerdir…

Tüm bu dönemi yaşayan Fabio, acılarından kaçmak için şehri terk etmeyi seçer… Onun hediyesi sinemadır.

“Elimden geleni yaptım, fena iş çıkarmadım.” [Maradona]

9 Aralık 2021 Perşembe

A Mouthful of Air

 

‘Yıldız canavarı gökyüzündeki tüm yıldızları toplamıştır. Pinky yıldızları yeninden yerine koymak ister. Elmaslarını sapanla fırlatır yıldızların yerine. Yeteri kadar uzağa gönderememiş. Limonları gökyüzüne gönderir, limonlar geri düşmüş…’

Annesi estetik ameliyatlar ile 10 sene daha genç gözükme peşindedir. Kocasının yaptıklarına rağmen onun geri gelmesini istemektedir. Gelmesi için kızının araya girmesini söyler. Annenin bir yanı büyümemiş bir ergendir. Annesinin bir yetişkin olarak orada olamaması onun ‘annesi için yapması’ ile sonuçlanır… Babasından uğradığı her türlü tacizle çok sevdiği insanlardan gördüğü çocuğun yıldızları bir bir yıldız canavarı tarafından yenmeye başlar. Artık dilek tutabileceği bir yıldızı yoktur. Çocukken çektiği acılardan dolayı kendisi de bir kız evlat dünyaya getirmek istemez. Bunu yüzeyde bilmese bile derinde hisseder. Julie bu konuda donuktur. Küçük bir çocuk olarak donmaktan başka çaresi yoktur bedeninin… Babasının üzgün olması onda bir etki yaratmamaktadır.

Julie zaten ilk erkek çocuğu için devamlı endişe etmektedir. Kendisi de bu dünyada yaşamak istemez. Onun bir düşüncesine göre kendisi olmadan çocuğu daha güvenli bir hayata sahip olacaktır. Kendisini hiçbir zaman yeterli bir anne olarak görmemektedir. İkinci hamilelik, gelen bebeğin kız olması, kullandığı ilaçları bırakması sonun başlangıcı mıdır?..

‘Bazen yıldızlar bulutların arkasındadır, bazen güneş öyle parlar ki yıldızları göremezsin, bazen de ayın arkasına saklanırlar. Ancak görünmeseler bile her zaman yıldızlar oradadır. Tıpkı benim gibi… Beni görmesen bile aşkım hep seninle…’

6 Aralık 2021 Pazartesi

Kimyasal Kalpler

 

“İnsan en çok ergenlik döneminde yaşadığını hisseder. Beyninize hayatınızı upuzun bir hikayeye dönüştürebilecek kimyasallar hücum eder. Cumartesi akşamını tek başına geçirmek sonsuz bir yalnızlık gibidir.”

Ergenlik döneminde tüm kimyasallar ile mücadele etmek zordur. Bir elimiz hala oyuncağımızı tutarken diğer elimiz karşı cinsten birin elini tutmak ister. Anne ve babamızın kollarında değilizdir artık. Bir ayağımız evdeyken, bir ayağımız dışarıdadır. Burası tam bir Araf’tır… Yaşanılan her travma ise bir yetişkinin kaldıracağından daha fazla etkiler bizi. 

Kimyasal Kalpler isimli film, bir kaza sonrası duygusal çöküntü yaşayan bir kızla, iyi bir aileden gelen bir oğlanın ilişkisini konu alır. Grace, geçirdiği kazadan ötürü kendini suçlu hisseder, hayatı ve ergenliği sorgulamaktadır. Bu dönemde henüz tam anlamıyla olgunlaşmamış beyin yapısından ve kararlarımızı etkileyen hormonlardan bahsedilmektedir. Her şey ama her şey çok yoğundur. 

“Ergen olmanın ne demek olduğunu bir düşün. Ailen başarılı olman için baskı yapıyor. Arkadaşların yapmak istemediğin şeyleri yapman için baskı yapıyor. Sosyal medya, vücudundan nefret etmen için baskı yapıyor. Zor bir şey bu, iyi bir aileden gelen uyumlu bir çocuk olsan bile. Şimdi hayal et. Romeo ve Juliet gibi sevdiğin insanla olamıyorsun. Shakespeare gibi birçok yazarın gençler hakkında yazmalarının bir sebebi var: Genç olmak insana acı verir, neredeyse duyumsanamayacak kadar büyük bir acı.. Yaşadığımız her şey konuşulmalı, saklamak daha beter. Ergenlik yılları Araf gibi. Çocuk olmakla yetişkin olmak arasında bir yerdesin ve dünya sana olgun olmanı ve kendini ifade etmeni söylüyor ama bunu yaptığın anda sesini kesmeni emrediyor. Aslında yetişkinler, Araf’tan sağ çıkabilme şansı bulmuş olan yaralı çocuklar.”

“Gökyüzüne bakınca insanların ölü yılların külleri olduğunu hatırlıyorum.  Biz sadece kısa bir süreliğine bir araya gelen atom parçacıklarıyız ve en sonunda ayrışıyoruz. Her şey nihayete erdiğinde ve bizler hiçliğin içine savrulduğumuzda elimizde temiz bir sayfa olacak. Bütün günahlarına sünger çekilmesi gibi…”

Oğlan kızın kurtarıcısıdır, oysa kız kendine gelme sürecinde bu kurban durumundan rahatsız olmaya başlar. Oğlanın anne-babası ise harika görüntülerinin ardında gerçekten oğullarını görmüyor gibilerdir. Kendi aralarındaki ilişki yetişkin ilişkisi midir? Yoksa onlar da ergenliğin belli bir dönemine takılıp kalmışlar mıdır?  Onlar bir ebeveyn olarak çocuklara uygun yetişme ortamı sunamadıklarında çocukları çocuk olmayı, ergen olmayı, genç olmayı pas geçerek erkenden olgunlaşmak durumunda kalıyorlar.

“Ergenlikte beyninizdeki kimyasallar, sizi çocukluğun güvenli ortamından söküp alan ve yetişkinliğin vahşi tabiatına bırakan kararlar vermeye iter. Bir arkadaşım bir defasında yetişkinlerin Araf’tan sağ çıkabilme şansı bulmuş olan yaralı çocuklar olduğunu söylemişti. Sizi dışarı çıkıp dünyaya o prizmadan bakmaya teşvik ediyorum. Ebeveynlerinize, abi, ablalarınıza bakın. Sokaktan geçen yabancılara bakın. Bakın ve onların da hayatlarının bir noktasında bu koridorlarda yürüdüğünü hayal edin. Onlar da dayanılmaz yalnızlığı hissetti, onlar da dayanılmayacak kadar güçsüz hissetti, gençliğin karanlığını hissetti. Yara izlerinin çirkin veya kusurlu olduklarını düşünürüz, saklamak ya da unutmak istediğimiz şeylerdir. Ama o izler asla geçmez. Bunları yazarken, sonunda anladım ki, o izler, kırılanları anımsatan şeyler değildir. Daha ziyade yaratılanları anımsatır.”

Çiftimizin ilişkisi ise bir sarkaç gibidir bir o yana bir bu yana savrulur. Ne zaman yakınlaşsalar, bir tetiklenme Grace’i kaderli meselesine çeker. Henry ne kadar alttan alsa da uzaklaşmayı engelleyemez. Sonra Grace’in ‘hayatta kalan’ parçalarından biri gelir ve her şey düzeliyor gibi olurken döngü kırılmaz…

 “Ergen bir insanın beyninin yetişkin birey beynine erişmeden önce bir gelişim süreci geçirir. Bu gelişim sürecinde biz doğru arayışımızı sürdürürken bağlar ve sinapslar patlıyor. Ya da yanlışı. Sevdiklerimizi, sevmediklerimizi. Kim olmak istediğimizi…”