27 Haziran 2016 Pazartesi

Love The Coopers


Ana rahmindeyken hissetmeye başlarız... Annemiz bizi istemeyerek mi doğurdu? Endişeli miydi? Kazara olmuş bir hamilelik mi? Bunların hepsi ana rahmindeki bebeği etkilemeye başlar.

Büyüdükçe, aileden etkilenme durumu devam eder... Ebeveynlerinin boşanması veya kavgalarından dolayı kendini derinden suçlayan çocuklar, anne babadan alamadıkları sevgiyi, ya başkalarında ararlar ya da bazı bağımlılıklar edinirler. Ya onlar gibi olur; onlara uyum sağlayarak sevilmeyi umarlar, ya da tam tersini yaparak acılarını bastırırlar...

Kendi hayallerimiz yerine, onların inanç sistemlerini kopyalar, bazen de onların hayallerini gerçekleştirmek üzere büyürüz. Derinde sebep hep aynıdır; sevgi ve onaylanma ihtiyacı... Böylece kendimizi ait hissederiz ve bu bizim için hayatta kalmak demektir.

Love the Coopers filmi, yılbaşında bir araya gelen bir ailenin anatomisini çıkarmaktadır. Üç nesil – gelecek, şimdi ve gelecek – Şükran gününde bir araya gelecektir. Yıllar sonra ayrılmanın eşiğine gelmiş anne-baba, yaşlanmış bir dede ve teyze... Hiç evlenmemiş kız kardeş, annesi ile sürtüşen kız, torunlar vs...

Bu sıra dışı gecede, herkes birbiri ile kapışır; kozlar paylaşılır... Yıllardır konuşulmayan konular ortaya dökülür... Herkes, kendilerini bulmaya başlar.


Ailemiz, bize harika bir ayna olur... Hayatı bir arada yaşarken, kendimiz olmayanları fark etmemiz için bize bir imkan sağlar. Sevgi bağı güçlü olduğu için diğer aynalar gibi kolayca kırıp kurtulamayız ondan... Ne onlardan bağımsız olduğumuz doğrudur, ne de onlara çok bağlı olduğumuz. Ebeveynlerimiz ellerinden gelenin en iyisini yapmıştır. Aldıklarımız için minnettar olup, kendi hayatımıza döndüğümüzde hayat akmaya başlar... 

23 Haziran 2016 Perşembe

Arzularınız ve Hayalleriniz


Neler arzuluyorsunuz? Daha iyi bir iş, eş, ev, araba mı? Yoksa terfi, ün mü? Yoksa sadece sağlık ve huzur mu? Arzuladığınız her şeyin gerçekleşmesi üzerine size sırlar vereceğim. Ancak bunun için sabırlı olmalı, zihninizde cevaplar ve itirazlar oluşturmadan okumaya devam etmelisiniz.

Arzular ve Zihin
Önünüzdeki ilk engel zihniniz olacaktır. Bir şey arzuladığınızı ve elde edeceğinizi hayal edin; bu kesinlikle gelecekteki bir değişiklik olacaktır. Zihin değişikliği sevmez. Onun için değişim tehdit demektir. Eğer güvendeyse, hiç bir şeyin değişmesini tercih etmez. Bu sebeple mevcut durumunu ve mevcut fikirlerini ölesiye savunur. Başka bir fikir, onun için hayati bir tehdit gibidir. Bu sebeple hep haklı olmayı isteriz.

Yeni bir şey öğrenmeyi diliyorsanız, zihninizden geçenlere kulak asmayın; bir süre sonra sakinleşecektir.

Arzularınız Gerçek Oluyor
Eğer zihninizin sizi durduran duygu ve düşünce kalıplarını bir yere koyarsanız, arzuladığınız şeylere ulaşabilirsiniz. Bunun için elinizde neler var, olmayan kaynaklara nasıl ulaşabilirsiniz? Nihai hedefinize ulaşmak için hangi adımlar gerekli? Geriye yılmadan bu adımları atmak kalıyor... Bu son derece basit ve aynı zamanda zor... Ayrıca, evrende her şey bir enerji olduğu için de sizin vereceğiniz olumlu enerji, hedefe ulaşırken size yardımcı olacaktır.

Arzuların Kaynağı
Öte yandan, tüm bunların gerçekleşme hızı ve etkileri, arzularınızın kaynağı ile doğrudan orantılıdır. Arzunun kaynağına bakın! Araştırın... Hedefinize ulaştığınızda ne olacak? Nasıl hissedeceksiniz? Hemen yeni bir hedefe mi yöneleceksiniz?
Hedefin bir son kullanma tarihi varsa, bu geçici bir arzudur. Kalıcı bir ödülü olamaz.
Bu tip bir arzu, muhtemelen egonuzu tatmin etmek, onaylanmak, görülmek amaçlıdır. Zihnimiz bizi hayatta tutmaya çalışırken, acılardan kaçınmayı ve ödülleri de en azami miktara çıkarmayı hedefler. Ancak hedefler hiç bir zaman doyurucu değildir. Hayal ettiğiniz etki orada değildir, çünkü derindeki sebep halen durmaktadır. Diğer bir konu ise, edindiğimiz geçici mutluluk etkisini kaybetmeye başlar. Elde ettiğiniz ne ise, artık olağan bir durum haline gelir.

Bir amaçla yola çıkıyorsanız, amaç her zaman gelecektedir... Oysa sadece şu anınız vardır. Hep şimdidir... “Elde ettim” dediğiniz anda artık o hedef geçmiştir... Egonun hedeflerini, ancak onu izleyerek ve devamlı tetikte olarak yakalayabilirsiniz.


Oyun
O halde, arzunun daha kalıcı ve zamandan bağımsız olması onun gücünü ve etkisini artıracaktır. Bir çocuğun oyun oynadığı zamanı hatırlayın. Onun için psikolojik zaman ortadan kalkar; yorgunluk nedir bilmez. İçinizden geldiği gibi, yapmayı yürekten arzuladıklarınız muhtemelen de çevremiz için de faydalıdır; insanlar, çevre, hayvanlar, bitkiler...

Durum böyle olduğunda daha derin bir arzunuz var demektir. Dileğiniz çevrenin enerjisinden de destek alır. Her şey akmaya ve hiç ummadığınız kapılar açılmaya başlar. Yaptığınız şey haline gelirsiniz. Herhangi bir amaç veya hedef ortadan kalkar. Oynadığınızda giderek yaptığınız işle bütünleşip ustalaşırsınız; işte o nokta sizin kalıcı huzura ve doyuma ulaştığınız noktadır.

20 Haziran 2016 Pazartesi

Sorgula Hayatını


Sorgula hayatını!
Hangi rüzgar savuruyor seni? 
Nereden göç etmiş bu rüzgar?
Hem bağlısın ona, hem de değil...

Gözlemle! 
Ne dalgalandırıyor zihnindeki denizi?
Üretir zihin tüm duygu ve düşünceleri,
Sevgiden başka...

Devam et!
Ta ki, tüm tortular gidene kadar...
Sırt çantan boşaldığında,
Kalır geriye sadece gerçek...

Artık teslimiyet ve kabul gelir.
Emir verilecek bir parça kalmaz geride.
Sorgulama bitmiş, sadece sezgi hakimdir...
Anlayış yerleşir kalbe...

Takılma hiç bir yeni çantaya!
Ne kadar güzel ve cazip gözükse de,
Ancak tek başına girilebilecek bir süreçtir bu...
Aslında süreç değil, sadece idraktir söz konusu olan...

Ulvi amaçlar yoktur burada.
Hissediyorsan böyle olduğunu,
Daha çetin bir sorgulama gerekir.
Dönmek için tam geriye...

16 Haziran 2016 Perşembe

Seçilmiş Kişi İllüzyonu - Matrix


Matrix filminde, bir rüyada yaşadığımız üzerine bir kurgu vardır. Zihni ile özdeşleşmiş kişilerin gördüğü bir rüyadır bu... Kendilerini, geçmişten gelen bilgi ve deneyimleri ve bunlarla oluşan duygu ve düşünceleri zannederler. Bu durum, bir süre gözlemleme yaptığınızda ortaya çıkartabilecek bir hiledir. Bu oyundaki – rekabet ve kıyaslamaya dayanan hayat planındaki – değerler oldukça sığdır; para, cinsellik, mal, mülk, prestij, unvan, pohpohlanma... Ancak içimizden bir ses, olanların gerçek olmadığını ve bir kurgu olduğunu söyler. Bu şeklide öyle bir noktaya gelirsin ki, artık kırmızı hapı yutmanın zamanı gelmiştir...


Öte yandan, her şey henüz bitmemiştir. Matrix  filminin ilerleyen sahnelerinde Neo, gerçek sandığı dünyada da seçilmiş kişi olarak robotları durdurur... Bunun anlamı nedir? İllüzyon devam etmektedir. Artık çok daha sinsi bir hale bürünmüştür. Tüm gerçeği keşfettiği, kendisinin de ‘seçilmiş, ulvi kişi’ olduğu varsayımı ile mutludur bu aşamada... “Kolektif egoyu” temsil eden Mimar’a ulaştığında görür ki; bu kahraman hikayesi defalarca ve mükemmel bir şekilde işlemektedir. İnsanların hepsi de eskiden takip ettikleri maddesel değerler yerine artık bu ulvi insanı takip etmektedirler. Hiç bir şey değişmemiştir. Ego sadece aydınlanmış ve ulvi bir kıyafet giymiştir. Paylaşmak, bir amaç uğruna savaşmak, haksızlıklara karşı gelmek, şifacı olmak, özgürlük yeni değerlerdir... Bu, daha derin bir çukurdur. Zeon da yerin en dibindedir. Neo, bu labirentten nasıl kurtulacaktır?

Gerçeği görebilmesi için Neo’nun gözlerini kaybetmesi gerekecektir. Gözleri onun beyninde imajlar yaratmasına neden olmaktadır. Gerçeği görmesi için gözlere değil, kalbine ihtiyacı vardır. Zihin sustuğunda özünden gelen sese ve iç-görüye kulak asmaya başlar.


“Ne seçilmiş kişi vardır, ne de mucizeler... Zaten her şey mucizedir. Kimsenin başka bir kimseye ihtiyacı yoktur. İhtiyacımız olan karşımıza çıkmaktadır; bu herhangi bir şey olabilir. Ne ulvi kişiler, ne şifacılar ne kahinler... Onların ne yeteneği varsa, aynısı sende de vardır. Sadece bunu hatırlaman ve kalbinle görmen gerekir. Zihnin illüzyonlarını bıraktığında, geriye sadece gerçek kalır. Ya uyanıksındır, ya da hala rüya görmektesindir...”

10 Haziran 2016 Cuma

Gett


Evlilik, her toplumda, her çağda, gerek sorumluluklar gerekse de içerdiği romantik ilişki açısından bir çok farklılık göstermiştir. İnsanlık tarihi boyunca önce kendini korumak, sonra da üreyip çoğalmak için uğraşmıştır. Böylece, türün devamlılığı sağlanmıştır. Doğal olarak erkek ve kadın arasında her zaman bir ilişki var olmuştur. Çok uzun bir süre, insanlar evliliğe ihtiyaç duymadan yaşamışlardır. TED senaristi ve yazarı Alex Gendler’ın yaptığı araştırmaya göre, evlilik yaklaşık 10,000 sene önce tarımsal kültürlerin ortaya çıkmasıyla beraber, miras haklarının belirlenmesinde bir yol gösterici olarak ortaya çıkmıştır.

Nüfusun çoğalmasıyla, topraklar ve mülk işlemleri daha karmaşık bir hale geldiğinde, devlet ve dini otoriteler de işin içine girmeye başlamıştır. İşte, artık evlilik ilk defa resmi bir kurum olarak ortaya çıkmıştır. Milattan önce 2100 yıllarında yazılı kanunlarda evlilik hakkında kurallar konmaya başlanmıştır. Varlıklı kişilerin birden fazla kişi ile evlendiği dönemler bile olmuştur. Diğer yandan, savaş sonrası erkek nüfusundaki geçici azalış bu duruma imkan verse de, pratik olarak ve demografik açıdan tek eşli evlilikler her zaman daha işlevsel olmuştur.


Milliyetçilik, sosyal statü, sınıf ayrımları ve bunun gibi evlilik kararını etkileyen faktörler arttıkça, evliliklere anne babamız ve diğer kurumlar daha fazla karışmaya başlamıştır. Tüm bu mülk, üreme ve sosyal statü gibi konular evlilik kurumunu yönetirken, hayat yolculuğunda beraber yürüyecek iki insanın arasında duyguyu sevgiyi kimse umursamıyor mu?

Son birkaç yüzyıldır, çiftler evlenecekleri kişiye kendileri karar verirken, boşanmaların da önü açılmaya başladı. Çok kalabalık aileler yerine, çekirdek ailelerde anne ve baba bireyselliklerini yaşayabilir hale geldiler. Ne var ki, bu durum halen bir çoğumuz için geçerli değil.


Gett filmi, kocasından boşanmak isteyen İsrail’li bir kadının mücadelesini anlatıyor. Vivian, artık kocasını sevmiyordur. Bu başlı başına bir boşanma sebebi olarak yeterli midir? Belki siz bile bu soruya anında net bir cevap verememiş olabilirsiniz. Vivian mahkemeye başvurur ve karşında ailevi ve töresel duvarları bulur. Avukatını bile, müvekkili ile ilişkiye girmekle suçlanan dava süreci tüm detayları ile verilmiştir...


Siz evliliği nasıl görüyorsunuz? Bir çok genç gibi evden kurtulmanın bir yolu mu? Güvenceye sahip olmak mı? Bir hedef mi? Çocuk sahibi olmak için yasal ve uygun bir yol mu? Yoksa, hayat denen bu mucizevi yolda yürüyeceğiniz bir sevgili mi?..

3 Haziran 2016 Cuma

Get a Job


“Okulu bitirip, bir işe gir!”
Bu cümleyi duymayan kaç çocuk vardır acaba? Çok fazla değil sanırım. Bu ezberlediğimiz kavram gerçekten ne anlama geliyor? Bir yerde belli bir saat çalışıyoruz ve maaş alıyoruz. Şirket para kazanamazsa bizi işten çıkartıyorlar, kazanırsa maaşımızdan başka ne elde ediyoruz? Diğer yandan bizden saatimiz dışında neler gidiyor?
Bir yerde işe girmek ne demek konusuna gelmeden biraz daha evveline gidelim: Annemizin karnından çıktığımız ana...

Doğum ve Hayat Planı
Bir bebek olarak dünyaya gözümüzü açarız... Annemizden farklı bir bedene sahip olduğumuzu anlamak bile biraz vaktimizi alır. Aksi bir durum yoksa doğamızda cesaret, eğlence ve merak vardır... Bu özelliklerin hiç biri bir zihin hali değildir. Özgür bir ruhun hareketidir bu! Daha sonra bize “dikkat etmemiz” öğretilir. Çevremizde bizi iyi niyetli olsalar da korumaya çalışan aile bireyleri vardır. Hayatta kalmaya yarayacak korkuyu öğreniriz. Ancak, önceleri fiziksel durumlardan korkup sakınmamız gerekirken zamanla psikolojik durumlardan da korkmayı ve endişe duymayı öğreniriz.

Öte yandan aidiyet duygusu, bize atalarımızdan miras kalmıştır. Bizi birbirimize bağlayan sevgi bağının aksine yalnız kalırsak hayatta kalamayız ile kodlanmıştır bu duygu... Zihin, hayatta kalmak için olumsuz deneyimleri daha güçlü bir şekilde kaydeder. Sonuç olarak topluma uyum sağlamak hayat meselesi haline gelmiştir. Bize sunulan hayat planına sadık kalırsak uyum sağlamak daha kolay gözükür; okulu bitir ve bir işe gir. Sağlam, sabit bir maaşın olsun, emeklilik paran biriksin, emekli ol ve sonrası malum...


İnsanlık ve Evrimi
Ancak, bu açıklamalar bile bize neden bir iş yerinde çalışıyoruz, bunu pek açıklamıyor... Daha da eskiye gitmekte fayda var. İnsanlar, ilk zamanlarda avlanmak ve korunmak amacıyla kabileler kuruyor, ve mağarada yaşıyordu. Daha sonra kaynakların daha az olduğu bölgelerde kabileler arasında fiziksel rekabet, güçlü olanları kabile lideri yaptı. 

Kaynakların bol olduğu bölgeler ise – halen mevcut – kabile hayatına devam ettiler. Onların hayatında değişiklik yapmak için bir motivasyon bulunmadı.
Kabileler arasında rekabet fazlalaştıkça, insan beynini daha yoğun kullanmaya ve silah olarak kullanacağı aletler yapmaya başladı... Korku duygusuyla tetiklenen düşünce devreye girmeye başladı.

Düşünce ve Kontrol Arzusu
Düşünce daima geçmişteki bilgi ve deneyimlerinden beslenip, gelecek varsayımları ve endişeleri ürettiği için hiç bir zaman tatmin olmamaya başladı. Kendisi başkasından aldıysa, doğal olarak bir gün, başkası da ondan alabilirdi. Bu sebeple daha fazla kontrol için daha fazla güç ve sistem gerekti. Eskilerin açık açık kölelik ve sömürü sistemleri çökünce yerine para ve ekonomiye dayalı bir sistem geliştirildi. Bu yeni sistem, çok daha fazla etkili. Artık köleler kendi kendilerine motive oluyor; bulundukları pozisyonlar ve firmalar ile kendilerini özdeşleştiriyorlar... Bir şey kazandıkça da sisteme hizmet eden ürünlerden kullanıp daha fazla çalışıyorlar ve kısır döngü sürüp gidiyor. Kölelikten daha beter bir kuyunun içinde olan bu çalışanlar, çabaladıkça kuyuyu daha da derinleştiriyorlar.


Belli bir yaşa gelenler “mavi hapı” almaya yeltenseler de konfor alanı ve çevre baskısı genellikle ağır basıyor. Robot gibi çalışan verimsiz çalışanlar, bir anlam arıyorlar. Bir anlam çerçevesinde çalışan firmalar bunu çalışanları ile paylaşıp anlamlı bir ortam yaratmayı başarıyor... Eğer çalıştığınız firma size bir anlam ve içten bir ortam sunamıyorsa, değişiklik yapmak ve kendi anlam ve değerlerinize göre yapabileceklerinizi keşfetmek size kalıyor!

Get a Job filmi bir grup gencin, iş hayatına atılırken yaşadıklarını komedi tarzında veriyor. Maaşla çalışan kişilerin nasıl bir sistemin içine girdiğini, kendi ilişkilerini nasıl etkilediği çarpıcı bir şekilde sunuyor. Bu sistemden kalan zamanda ise ne yapıyorlar? Oyun oynamak, kıyafetlere para harcamak ve uyuşturucu kullanmak... Filmin kahramanı Will, bizzat kendisi iş ararken, kız arkadaşı, babası ve diğer arkadaşları da iş hayatının oyunlarında mücadele etmektedirler.

“Artık senin sahibin benim!” [Patronu Will'e söyler...]