25 Nisan 2020 Cumartesi

Across the Universe

Baba: “Hayatınla ne yapacaksın?” Oğul: “Neden  hep konu ne yaptığımla ilgili?” Baba: “Ne iş yaptığın kim olduğunu belirler.” Oğul: “Hayır baba kim olduğun ne yapacağını belirler!”
Her şey toprak devrimiyle başladı. Toprak devrimi ile insanlık biriktirmeye, sahip olmaya başladı. Çoğaldı, çoğaldıkça başka alanlara göz koydu.  Sahip olmakla beraber kendini sahip olduğu topraklarla tanımlaya başladı. Bizden olmayanın topraklarına, kaynaklarına göz koymalar derken binlerce yıl devam edecek savaşlar ortaya çıktı. Kahramanlık kisvesi altında yaratılan diğeri öldürme eylemi politika tarafından desteklendi. Çoğu zaman ise karar veren ile öldüren ve öldürülen kişiler farklı oldular. Çoğumuzun oğulları genç yaşta bu sistemin parçası oldu.

Karşı gelen zihinleri başka güçler durdurdu. Ülkesinden 19,000 km uzaktaki bir ülkede savaşı destekleyen bir ülkede, savaş karşıtı rahip Martin Luther King suikasta kurban gidiyor. 1960’lı yılların gençliği kendi anne-babaları ile çatışırken, kendilerini savaşmayan zorlayan sistem ile mücadele ederken buluyor kendini. Nasıl mücadele edecek? Belli ki kıstasa kıstas, yani zorbalığa zorbalık ile daha da kaos ortaya çıkıyor. En güzel ifade yollarında biri sanat; dönemin ünlü gruplarından biri Beatles...


Across the Universe, Beatles  ve daha bir çok grubun harika müzikleri eşliğinde devam bir film. Filmin kahramanı İngiltere’den büyük umutlarla Amerika’ya göç eden bir genç. Arkadaş baskısı, sistemin dayattıkları ve ailelerin kıtlık dönemlerinde büyümüş olduklarından dolayı tutucu olmaları... Tüm bu dinamikler gençleri tepkisellik, uyum veya kafayı bulma arasında zorlu bir seçime iterken dünyayı değiştirmeye yetecek motivasyonu müzik verebilecek mi?..

24 Nisan 2020 Cuma

Lars and the Real Girl


Doğumda annesini kaybeden çocukların kaderleri oldukça ağırdır. Annesiz büyümenin yanı sıra iki büyük dinamik peşlerini bırakmaz: Suçluluk ve Kaybetme Korkusu... Elbette bu bağlanma problemini yanında getirir. Bağlanma bebek için anneyle başlayan bir süreçtir.

Suçluluk ve kaybetme korkusu ise çoğu zaman bağ kuramamak (kaybedilecek bir şeyin olmaması) ve aşırı derecede nazik olup devamlı masum olma çabasını doğurur. Zaman ilerlese de travma ta derinlerde bir yerde saklı kalır. Oysa beden her daim iyileşme arzusundadır. Benzer durumlar devamlı hayatımıza girer durur. Durumu anlamasak tetikleneceğimiz daha sert olaylar da belirebilir.

Lars and the Real Girl isimli filmde annesini bebekken kaybeden Lars, son derece asosyal yaşarken, problemleri abisinin eşinin hamile kalmasıyla tavan yapar. Onun derindeki inançlarına göre, hamilelik annenin hayatı için ölümcül bir tehdittir. Kendini ifade edemeyen Lars’ın bilinçdışı dünyası ona bu problemi çözmek için hiç görülmemiş bir yöntem geliştirir.


Hemen hemen hepimizde olabilecek küçük nesnelere bağlanmalar veya saplantılar veya gerçeklikten kaçış, onun için garip bir seviyededir. Yengesi ve doktoru başta olmak üzere tüm kasaba onun hiç yaşanmamış ilişkisini, kavgasını ve yasını gerçekleştirmesi için destek olacaktır... Artık yeniden hayata gelmeye hazırdır.
Geçmişin travmaları çözülmedikçe kaderimizi belirlemeye devam eder.

13 Nisan 2020 Pazartesi

Tigertail


Ne kadar uğraşsa babasının dikkatini çekemiyordu. Onun neden bu kadar sessiz olduğunu ve hep eleştirdiğini anlayamıyordu. Yaptığı bir hatanın ardından ağladığında da ona “Ağlamayı kes, ağlamak hiç bir şeye çözüm olmaz” diyordu. Ona da kendi annesi, annesine de kendi annesi söylemişti. Ne babaannesini tanımıştı, ne babasının doğduğu ülkeye gitmişti. Hatta babasının ana dilini bile konuşamıyordu.

Babasının ona tavırlarını eleştiriyor, babasının annesi ile olan ilişkisini başarısız buluyordu. Belki sadece çocukları için sürdürülen bu evliliğin yükünü taşıyordu hala. Kendi ilişkisinde ise veren taraf kendisiydi, vermesine rağmen erkek arkadaşına muhtaç hissediyordu kendini.  Terk edilmesi ise onun için tam bir yıkımdı. Babasından alamadığını erkek arkadaşlarından da alamıyordu...

Artık babanın kendi anlatmasının zamanıydı. Eşiyle boşandıktan sonra geçmişini gözden geçiren baba, yıllar önce sevdiği ancak bırakmak zorunda kaldığı kadını görünce bir şeyler değişmeye başladı. Kızına artık bilmesi gerekenleri anlatacaktı; köklerini, geldiği güzel vatanı ona gösterecekti. Bir yaşında babasının kaybından sonra anne ile hayatı sırtladıkları fabrikayı, babaannesinin ona öğütler verdiği tarlayı gösterecekti. Karısıyla sadece annesinin ve kendi hayatını iyileştirmek için evlendiğini itiraf edecekti. Amerika’ya gidecek maddi destek ancak ona kayınpederi sağlayacaktı.


Zorlu hayatı onun duygularını kapatmasına ve sadece öğrendiği yapmasına sebep olacaktı: “ağlamak hiç bir şeye çözüm olmazdı...”

11 Nisan 2020 Cumartesi

Müslüm Baba



Bazen kader çok zorlayıcı olabilir, bazen çok güçlü olabilir. Çocuk yaşta babası onu çalıştırabilir, annesine ve ona şiddet gösterebilir. Yetmez babası, annesinin ve bebek kardeşinin katili olup hapse girer. Artık erkek kardeşine bakacak tek kişi odur. Hayat ona neredeyse hiç bir şey vermemiştir; sesi ve şarkı söyleme arzusu dışında. Müzikle ilgili ona destek olan üstadı sayesinde biraz türkü söylemeyi ve saz çalması öğrenir.

Oysa kader, yeniden vurmaya hazırlanmaktadır. Önce çok ağır bir trafik kazası yaşar; doktorlara göre bir daha şarkı söylemesi imkansızdır. Babasının hapisten çıkması onun için bambaşka bir sınavdır. Herkese gönlünü açtığı gibi babasına kalbini açar. Her ne kadar duygularını bastırarak bunu yapsa da ona kötü davranmaz. Annesine olan özlemini annesi yaşta bir kadınla evlenerek gidermeye çalışmaktadır belki de. Hiç baba olmaz, ancak milyonların babası olmak için yola çıktığının farkında bile değildir.

Acılar bitmez, bu sefer kardeşi sanki annesi ve küçük kardeşine erken kavuşmak istercesine öbür dünyaya göç eder...

Zaman geçtikçe ün ve para ona gelmeye başlar. Onu dinleyen kitle de onun geçmişini paylaşan bir kitledir genelde. Hayatta olduklarını hissetmek için kendilerini kesen, genelde şiddet gösteren bir topluluktur. Belki de şiddet sevgi ile, bağlanma ve ait olmak ile ilgidir. Kendisi de bedenine kazınmış travmalardan kurtulmanın yolunu alkolde bulmuş, kendini kaybettiği zamanlar tıpkı babasına benzemektedir. Bir konserden sonra hayranlarından biri onu bıçaklar; Müslüm baba onu da affeder...


Öte yandan bu kadar affedicilik, hoşgörü, kendi içinde yaşadıklarını iyileştirmez. Keşke Carl Jung’un sözünü (Bilincimize çıkmayan her şey kaderimize dönüşür) duymuş olsa, geçmişi üzerinde çalışabilseymiş daha uzun ve sağlıklı bir yaşamı olabilirmiş. Tüm bu olanlara rağmen, ilginç kişiliğini son sözü ile bitirir: 
Hayat bana zordu ama güzeldi hakkınızı helal edin”.

1 Nisan 2020 Çarşamba

Invictus


Yaklaşık otuz sene boyunca hapse mahkum olmuştu. Ailesinden ayrı kalmış, işlediği suç ise herkesin eşit haklara sahip olması için mücadele vermekti. Oğlu öldüğünde bile cenazesine katılmasına izin verilmedi. Dışarıda ise siyahlara olan zulümler devam ediyordu. Nihayetinde hapisten çıktığında 71 yaşındaydı. İlk defa ülkesinde siyah tenli yerli halk oy kullanabiliyordu. 75 yaşında Devlet Başkanı olarak göreve geldi. Nereden başlayacaktı? Beyazlardan intikam almak isteyen taraftarları, onun göreve gelmesiyle tedirgin olan karşıtları vardı. Onun ismi Nelson Rolihlahla Mandela ya da kabile adıyla Madiba’ydı.

Biliyordu ki, herkese gönlünde bir yer vermezse bu kan davasına dönüşecek ve kısır döngü sürüp gidecekti. Bir ulusun medeniyet seviyesi azınlıklarına gösterdiği saygıyla ölçülüyordu. Ekonomik sıkıntılar altında farklı duygu yoğunluğuna sahip iki grup nasıl ortak bir payda da birleştirebilirdi. Milli marşları konusunda bile aynı fikirde değillerdi. Onları bir araya getirecek olan katalizör spor olabilirdi. Rugbi her ne kadar İngiliz kaynaklı olsa da, oyuncuların biri hariç herkesin beyaz olduğu bir dal da olsa Dünya Şampiyonasına ev sahipliği yapmak büyük bir fırsat mıydı?

Bir yandan iki grubun arasını iyileştirmeye çalışırken, taraftarlarına şu mesajı veriyordu:
“Affetmek ruhunu özgür kılar. Korkuyu siler. Bu yüzden çok güçlüdür.”

Takıma destek olmak için takım kaptanı Francois Pienaar ile iletişime geçti. Manevi destek vermek adına ona öğütler veriyor, her takım oyuncunun ismini ezberliyordu. Onun liderlik yetenekleri takım ruhunu da olumlu yönde etkiliyordu. Lakin kimse Güney Afrika takımına çeyrek finalden ötesi için şans tanımıyordu. Yeni Zelanda takımı ise tüm rakiplerini fark atarak yeniyordu.

Takım kaptanı Francois Pienaar için de bam başka bir yolculuktu bu. Mandela’nın 27 yıl kaldığı küçücük odasını, yer yatağını gördükçe onun kalbinin genişliğine anlam veremiyordu. İlk defa tüm Güney Afrika için oynayacaklardı. Yerel dildeki marşlarını da ezberlemiş, takımı sırtlamaya koyulmuştu.

“Ben, kaderimin efendisiyim, ruhumun kaptanıyım ben.”