Doğumda annesini kaybeden çocukların kaderleri oldukça
ağırdır. Annesiz büyümenin yanı sıra iki büyük dinamik peşlerini bırakmaz:
Suçluluk ve Kaybetme Korkusu... Elbette bu bağlanma problemini yanında getirir.
Bağlanma bebek için anneyle başlayan bir süreçtir.
Suçluluk ve kaybetme korkusu ise çoğu zaman bağ kuramamak
(kaybedilecek bir şeyin olmaması) ve aşırı derecede nazik olup devamlı masum
olma çabasını doğurur. Zaman ilerlese de travma ta derinlerde bir yerde saklı
kalır. Oysa beden her daim iyileşme arzusundadır. Benzer durumlar devamlı
hayatımıza girer durur. Durumu anlamasak tetikleneceğimiz daha sert olaylar da
belirebilir.
Lars and the Real Girl
isimli filmde annesini bebekken kaybeden Lars, son derece asosyal yaşarken,
problemleri abisinin eşinin hamile kalmasıyla tavan yapar. Onun derindeki
inançlarına göre, hamilelik annenin hayatı için ölümcül bir tehdittir. Kendini
ifade edemeyen Lars’ın bilinçdışı dünyası ona bu problemi çözmek için hiç
görülmemiş bir yöntem geliştirir.
Hemen hemen hepimizde olabilecek küçük nesnelere bağlanmalar
veya saplantılar veya gerçeklikten kaçış, onun için garip bir seviyededir.
Yengesi ve doktoru başta olmak üzere tüm kasaba onun hiç yaşanmamış ilişkisini, kavgasını ve yasını gerçekleştirmesi
için destek olacaktır... Artık
yeniden hayata gelmeye hazırdır.
Geçmişin travmaları çözülmedikçe kaderimizi belirlemeye devam eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder