Neden böyle söylüyor olabilir? Öncelikle, en yaygın şekilde
kullandığımız iletişim metodu kelimeler kullanarak konuşmak ve yazmak... Her kelimenin anlamı kişiden kişiye
değişebileceği gibi, bazı kelimeler ifade ettiği şeye göre çok kısıtlı olabilir
veya sadece tarif ediyor olabilir. Orman dediğimizde, aslında ortada orman diye
bir nesne yoktur. Bir çok ağacın beraberce yer aldığını kastederiz. Soyut
kavramlar ise daha da karmaşıktır: Algılarımıza ve kültürümüze göre değişir...
Hatta bazen kelimeler bazı dillerde varken, bazı dillerde karşılığı bile
olmayabilir.
Kelimelerin anlam ve kısıtlamasının ötesinde diğer önemli
konu ise, insanın okuduğunu veya dinlediğini kendi perspektifi ile algılaması.
Zihnimizdeki filtreler, kalıplar, dirençler ve inançların ışığında bakarız
genellikle. Zihin bir parça dinginse, algılarımız ve sezgilerimiz devreye
girer... O an, neyi anlamamızın gerekiyorsa onu anlarız. Bu da anlayışımızda bir değişime yol açar.
Bu sebeple, belki bu kitaptaki bir çok cümle size tekrar
gibi gelebilir veya tam tersi tekrar olan kelime veya cümleler bile size ilk
defa görüyormuşsunuz gibi hissettirebilir. Ve kitabı ikinci kez okuduğunuzda,
daha önce hiç okumamış gibi olduğunuzu düşünebilirsiniz. Altını çizerek ve
notlar alarak okumak, tekrar okuduğunuzda işinize yarayabilir. Aradaki
benzerlik ve farklar anlayışınız için faydalı olacaktır...
Felsefe sözcüğü
hepimiz biliriz. Hatta sık sık kullanırız: “Felsefe yapma bana” gibi... Oysa,
bu kelimenin anlamını biliyor muyuz? Kökenini inceledik mi? Türk Dil Kurumuna
baktığımızda, “Varlığın ve bilginin bilimsel olarak araştırılması, görüş,
düşünüş...” gibi açıklamalar yer alır. Bu açıklamanın detayına girmeden görülüyor
ki, felsefeyi, fikir ve düşünce ile fazlaca özdeşleştiririz.
Felsefe kelimesinin İngilizce karşılığı olan “Philosophy” kelimesi ise Yunanca “Philosophia” dan geliyor. Bunu da
detaylı araştırınca görüyoruz ki , anlam tam olarak Bilgelik Sevgisi (Love of Wisdom).
Bilgelik ve bilgi ayrı kavramlar. Bilgi, dışarıdan ve kendi
deneyimlerimiz sayesinde elde edilirken, bilgeliğin kaynağı ise sezgilerimiz ve
daha derinden gelen bir kaynak. Bu, hiç eğitim almamış köylü kadınının veya bir
kabile hayatı yaşayan insanlarda olan bilgelik... Einstein’ın belirtiği gibi, “Keşiflerin zeka ile bir ilgisi yoktur;
bilinçte bir eşik atlanır ve nasıl olduğunu anlamadan keşif gerçekleşir... Buna,
sezgi diyebiliriz.”

Bu bilgeliğin ortaya çıkması için zihnin dingin olması
gerekiyor. Lakin, zihin ya geçmişle ilgili düşünceler üretir ya da gelecekle
ilgili hayal kurar, varsayımda bulunur. Öğrenmeye açık bir zihin için dikkat
şarttır. Nasıl sevdiğiniz bir şeyi yaparken, tüm dikkatiniz o şeyin
üzerindedir, aynen bu şekildeki bir dikkattir bu... Karşıdan hiç bir şey
yapmıyor ve düşünüyor gibi gözükebilirsiniz. Belki ilk bilgelerin, filozoflar
yanlış anlaşılmasının sebebi budur... Biz onları düşünüyor sandığımız için, “Düşünüyorum,
öyleyse varım” diyen bir insanlık yarattık. Son yüzyılların en büyük problemi
olan, düşünceyi...
İşte tam bu noktada, zihninizi gözlemleyin. Şu ana kadar
okuduklarınıza karşı olacak iki klasik tepki vardır: (1) “Ya, evet adam doğru
söylüyor, gerçekten öyle”, (2) Hadi canım, bu safsata da nedir?”... Evet, zihin
ya hemen onaylamak ve kendini bu onay ile o gruba, fikre ait olmak ister, ya da
tepki göstererek, kendi mevcut fikir ve görüşlerini korumak ister. Yapısı ve
amacı itibariyle ikinci seçenek daha muhtemeldir. Zihin için kendi
düşüncelerinin, inanç kalıplarının dışındaki herhangi bir fikir, tehdittir.
Haklı olduğunda da beyin testesteron hormonu
salgılar ve kendimizi daha güçlü hissederiz. Bu hormon türü, erkek beyninde
daha yoğun bulunduğundan, erkek beyni
için “haklı olmak” ve yeni fikirlere
kapalı olmak daha yaygın görülebilir.
Erkekler olarak, bu konudan çok fazla rahatsız olmamıza da
gerek yoktur, çünkü beyin, sadece bedenin bir organıdır. Onu gözlemlediğimizde, o
olmadığımızı görebiliriz... O olmadığımızı fark ettiğimizde ise, o
sakinleşmeye ve dinginleşmeye başlar. Artık tüm dikkatimizle okumaya
başlayabilir bir hale geliriz...