Babasını yedi yaşındayken kaybetmişti. Tehlikeli bir yangına kendini cesurca atan itfaiyeci babası hayatını feda etmişti. Küçük kız kardeşi babasını hiç hatırlamazken, o, babasının ne kadar harika bir adam olduğunu biliyordu. İçinde bir yanı ona kızarken bir yanı onu çok özlüyordu. Diğer bir yandan da babasını yücelttiği için bu mükemmeliyetin altında ezilmekteydi.
Yetişkinliğe adım atacak yaşa gelmesine rağmen üniversiteye
gitmemiş, hala annesi ile yaşıyordu. Ne annesi ne de kendisinin doğru düzgün
bir ilişkisi vardı. Ruhen annesinin kocası mıydı? Babasının yokluğunu onun hayata
adım atmasındaki en önemli engel miydi? Babasının böyle tehlikeler atılmasının
sebebi kendi atalarındaki olaylardan mı kaynaklanıyordu?.. Tüm bunları
bilemeyecek kadar gençti. Tek bildiği onun üzerindeki etkileriydi. Uyuşturucu
kullanıyor, sorumluluk almıyor, anti-depresan kullanıyor ve sindirim sistemi
ile ilgili bir hastalığı vardı. Hayatına son verdiği düşündüğü zamanlar oldukça
fazlaydı.
Tüm bu yaşanan travmaların hediyeleri de vardı elbette; son
derece komikti ve kendini ifade edebildiği bir sanatı vardı: dövme modelleri
çizmek ve yapmak...
Oysa işler hiç de umduğu gibi olmaz. Annesi hem oğlunu hem de yeni arkadaşını evden atar. Bu kırılma noktası her iki erkek için de olgunlaşmak için inanılmaz bir fırsat olur. Scott’ın tutunduğu dalların hepsi birer birer kırılır. Dışarıda bir dal kalmayınca, içindeki köklere dönme zamanı gelmiştir onun için. Zorlu bir süreçten sonra içinden yeniden güneş doğar – babası sadece bir insandır artık. İyisiyle kötüsüyle kabul eder onu. Dışarıda da güneşin doğma vaktidir şimdi...