“Canımı acıttığını hatırlıyorum. Ona bakmak canımı
acıtıyor.” [Rusty]
William, eşinden (Erica) boşanmış ünlü bir yazar ve iki
çocuk babasıdır. İki çocuğuna da günlükler tutturarak onların yazar olmasına
yardım eder. Kızı Samatha’nın ilk kitap denemesinde o kadar çok müdahalede bulunur ki, Samantha başka bir kitap yazar ve bu kitap basıma girer. Kardeşi
Rusty ise kardeşinin kitabından dolayı kendini baskı altında hisseder ve hafif
dozda uyuşturucu kullanmaktadır. Samantha ise ciddi bir ilişkiye girmekten
korkmaktadır...
“Ebeveynlerin görevi çocukları için endişelenmektir” temel inancı durumu daha iyiye götürmemektedir...
Erica kendinden genç biriyle beraberdir ve William, eski eşini gözler
ve onun geri dönüşünü ummaktadır. William, ayrıca oğlunun günlüğünü gizlece okur, ve
oğlunun yeteri kadar deneyim yaşamadığını düşünmektedir. Onu ablası ile
karşılaştırır. Bir yazarın deneyimlerden oluştuğunu söyler...
Ancak deneyimler
geçmiş bilgilerden oluşur ve şartlanmış ve kısıtlıdır...
Her ne kadar
yaşadıklarımıza şükredip kendimizi tanıma yolunda adımlar atmamız önemli de
olsa, yenilik, hayal gücü deneyimlerden bağımsız bir şekilde ortaya çıkar.
Filmin
ilerleyen bölümlerinde William, yazmakla ilgili şunları paylaşacaktır:
“...kalbimin atışını duyabiliyorum. Herkesin kalbinin
atışını duyabiliyorum. Orada oturup çıkardığımız insansı sesleri duyabiliyorum.
Ve bence yazmak budur. Kalbin atışını dinlemek ve onu duyduğunda yeteneklerimiz
doğrultusunda onu yorumlamaktır...”
Diğer bir yandan, annesinin evliyken başka bir adamla
olmasına tanık olan Samantha annesini affetmez ve onu görmezden gelmektedir... Ebeveynlerinin söylediklerine değil, yaşadıklarına bakarak öğrenen kardeşlerin durumlarını aşık oldukları Kate ve Louise değiştirmeye
başlayacaktır...
“Hiçbir şeyden zevk almıyorum. Her zaman ilerde ne olacağını bekliyorum. Galiba herkes böyle.
İleriye yönelik hayatlarını hızla yaşıyorlar. O anın zevkini çıkarmak için
durmuyorlar. Her şeyi aceleye getirmeye çalışmakla çok meşguller. Mükemmel bir
açıklıkla gözlerimin önüne geliyor birden. Bir an için duruyorum, düşünüyorum.
İşte bu. Bu benim hayatım. Ağırdan alıp zevkini çıkarsam iyi ederim.” [Samantha]
“En önemli şeyler, söylemesi en zor şeylerdir.”
Bir çocuğun kahramanı anne ve babasıdır. Özellikle dört
yaşına kadar onların her yaptığı her söylediği doğrudur... İyisiyle
kötüsüyle... Ailemizden aldığımız temel inançlar, yargılar, beklentilere
tutunmanın faydası nedir? Onların haksız olduğunu ispatlamak için onlar gibi
yapmanın enerjisi bilinçaltında onlara sadık olmaktan geliyor olabilir...
Acı o kadar büyük ve dayanılmaz olabilir ki, o vakit donarız ve kendimizi tüm neşeye ve sevgiye kapatırız... Kendimiz olmak yerine işe yarayan maskeler; iç parçalar geliştiririz. Ya onlar gibi ya da tam tersini yaparız... Ancak ikisi de işe yaramaz. Özgürlük tüm maskelerin bırakılması ve geçmişle barışmakla gelir...
Oysa kızların kadın olmak için annelerine, erkek çocukların da erkek olabilmeleri için babalarına ihtiyaçları vardır. Bu son hareket gerçekleşmediğinde babasının kızı ve anasının oğlu aşamalarında kalan çocuklar sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanırlar. Erkek çocuklar, anneleri gibi kızlar, kız çocuklar da babaları gibi erkekler bulurlar. Dolayısıyla yetişkin rolleri yerine, ebeveyn-çocuk seviyesinde ilişkiler yaşarlar. Hangi tarafın çocuk olduğunun bir önemi yoktur; sıklıkla bu roller yer değiştirirler.
Diğer önemli bir konu ise çocukların gerçek sahipleri olmadığımız gerçeğidir. Onlar bizim vasıtamızla dünyaya gelmiş ruhlardır... Endişe etmek kontrol etme güdüsünü yanında getirir, öte yandan neyi gerçek anlamda kontrol edebiliriz? Şu ana kadar yaşadığımız hayata bakalım, başkalarının hayatına bakalım; ne gerçek anlamda kontrol ettiğimiz gibi gerçekleşmiş?
Tüm bakış açılarımız kendi ebeveynlerimizden ve toplumdan mirastır. Bunları sorgulamadan, derine inmeden kabul etmişizdir. Bize kim olmamızı, nasıl davranmamızı söylemişlerdir. İyi niyetli bir şekilde yapılmışsa bile, bunu kabul edip etmemek bizim sorumluluğumuzdadır.
İlişkiler üzerine ilginç bir film Stuck In Love; Prem Baba'nın şu sözleri ile bitebilirmiş...
“Aydınlanmış bir varlık yaşamın akışına karışmayan, saf bir
kanaldır.
Kişi sessiz bir şahit haline gelir ve neşeli anlarda da üzüntülü anlarda da
aynı kalır, gözlemde. Eğer Yaradan bu kişiyi bir taraftan diğerine alırsa, o, sadece gözlemler.
Ancak, bu mütevazilik güvenden doğar.
Güvenmediğiniz sürece, gurur ve inat var olacaktır.
İçinden bir kısım hep kendi bildiği gibi olayların olmasını isteyecek,
rehberliğe güvenmeyecektir. Yaradan veya sevginin sizi yaralayacağına inanıyorsunuz, bu
yüzden akışa teslim olmanız mümkün değil.”