Yaşlı Pilot: “Asıl sorun büyümemiz değil ki, büyürken unuttuklarımız...”
Doğduğumuzda, diğerlerinden farklı bir bedene sahip
olduğumuzun bile farkında değilizdir. Sanki her şey ile birizdir. Bebeklikten
çocukluğa geçtiğimiz dönemde ise genellikle neşeli, meraklı ve korkusuz bir
şekilde çevreyi keşfeder ve oyun oynarız. Oyunlarımızın
bir amacı bile yoktur. Kurallar ise ya hiç yoktur ya da çok esnektirler.
Yenmek veya yenilmenin olmadığı oyunlar... Zamanın sanki yok olduğu oyunlar...
Hayat Planı
Peki ne olur daha sonra? Önce anlarız ki, bizim diğerlerinden
farklı bir bedenimiz var ve bu beden oldukça korumasızdır... Ebeveynlerimiz
olmadan ne yapacağımızı bilemez bir durumdayızdır. Daha sonra okul, ailemiz ve
çevre bize uyumlu olmayı öğretir.
Bilirler ki ancak sosyal bir toplum olarak yaşarsak hayatımız devam edebilir.
En kötüsü ise ciddiyet hastalığıdır.
Okulla başlar bu ciddiyet... Artık hayat ciddidir. Size bir hayat planı
sunarlar; okula gideceksin, rekabeti öğreneceksin, bir şey olmaya çabalayacaksın... En saçma soru ise devamlı sorulur:
“Büyüyünce ne olacaksın?” Meslek sahibi olup para kazanacak; satın alacaksın,
yatırım yapacaksın ve daha fazlası için uğraşacaksın... Derken ruhsal ve
fiziksel sağlığını kaybedeceksin; geleceksin eğitim sektöründen sonraki
tuzağa... Sağlık sektörü. Tüm kazandıklarını tedavi için harcayacaksın. Bu
tedavi ise sadece belirtiler üzerinde çalışacak, asla ve asla kökene inmeyecek... Emeklilik
sistemi ile de çember tamamlanacak ve kefen parasını bir kenara attıysan en
azından bir kez huzuru hissedeceksin; lakin ölüm
tüm bu eziyetin tek çözümü gibi duracak.
Sistem Nasıl İşliyor?
Tüm bu anlatılan bize hayat
diye satılan bir ürün. Tüm bu sistem korku temelli çalışır. Ölümden korkan
zihnimiz kendini güvende hissetmek ister. Rutinler, maskeler ve bir şeyleri
kontrol ettiğimize dair illüzyon zihnimizi rahatlatır ve böylece birilerinin bizi
yönetmesine izin veririz... Her türlü zihin hedef odaklıdır, başka bir zihin
çeşidi yoktur. Bize hep bir havuç gösterilir. Her havucu yakaladığımızda aldığımız
zevk geçicidir ve diğer havucu beklemeye başlarız... Bize havuç sunulmazsa bile
problem yoktur! Artık kendi havuçlarımızı belirleyecek kadar içine girmişizdir
sistemin; geri dönüş ancak durup bir bakmaktan geçer. Gözlemleyerek farkına
varırız ve sorgulamaya başlarız.
Küçük Prens
filminin küçük kahramanı küçük kızın annesi sistemin ağına yakalanmıştır. Annesi
onun her dakikası programlamış ve onu istediği gibi bir öğrenci olarak hazırlamaya
çalışmaktadır. Onu sistemin bir parçası olabilecek bir robot gibi yetiştirir. Filmde
tasvir edilen şehir ve tüm insanlar bu sistemi kusursuz bir şekilde
göstermektedir. Bir kişi hariç... Küçük prensi hiç unutmamış olan sevgili pilot.
Hala güler güzlü, bahçesi neşe içinde, hayal kuran, yıldızları seyreden... Pilot
bir yandan küçük prens ile yaşadıklarını yazarken, bir yandan da kuşlarla dolu
bahçesinde uçağını tamir edip tekrar uçmanın hayalini kurar... Küçük kız bir
gün yaşlı pilotla tanışır ve artık annesinin isteklerini yerine getirmez ve
hikaye böyle devam eder...
Küçük Prens hikayesi, içimizdeki
çocuğu hatırlamamızı sağlıyor. Gerçekte kim olduğumuzu hiç sorgulamadıysak bize
bu konuda ilham veriyor. Bu dünyadaki hayatın bir amacı olmadığını, bir şey
olmak için çabalamadan sadece yaşamamız gerektiğini hatırlatıyor. Eğer
tekrardan amaçsızca oyun oynayabilecek bir kıvama gelirsek, hayatta yaptığımız
işle bir olur ve onu oyunmuş gibi yapabiliriz... Zaman ve mekan kalmaz... Ancak
o zaman orada her şeyle bütünleşmiş bir şekilde başkalarına fayda sağlayabiliriz...
Kalbimizin sesini ancak o zaman duyabiliriz. Bütünün küçük bir parçası olarak
bütüne hizmet edebiliriz; oyun halini almış işimiz ve benliğimizle...
Oynamayı tekrardan hatırladığımızda, geçmiş ve gelecek illüzyonları
biter...
Geriye kalan ise hakikatten başka bir şey değildir...
Küçük Prens: “Sadece kalbimizle doğru bir şekilde görürüz;
önemli olanı gözümüzle göremeyiz.”