27 Nisan 2021 Salı

Remember Me



İçindeki öfke bitmiyordu. Bir türlü mutlu olamıyor, haksızlıklara dayanamıyordu. Anne babası boşanmıştı, kız kardeşi annesinin yeni eşiyle yaşıyordu. Babası ise kendini işine vermiş sanki başka hiç bir şeyi umursanıyordu. Asıl büyük olay ise yirmi iki yaşındaki abisinin intiharıydı. Onun hayatını sona erdirmesinden babasını suçlu tutuyordu. Ona göre babası hep zorlayıcı olmuştu. Babasının hayatında her şey derli toplu ve üst sınıftı...

O ise üniversitede okuyor, ev arkadaşının onu canlandırmaya çalışmasıyla ayakta duruyor gibiydi. Bir gün karıştığı bir olayda dayak yediği polis memurunun kızının kendi sınıfında olduğunu fark edince onun kızıyla tanışmaya karar verir. Bu sarışın kızında büyük bir kaybı vardır; on bir yaşında annesi yanında vurulur. Her ikisi de birbirine ilaç gibi gelmiştir. Kız arkadaşını annesiyle ve babasıyla tanıştırır ancak yine babasına karşı öfkesi dinmemektedir. Babasının ilgisizliği onu çileden çıkarmaktadır, kız kardeşine duyduğu sevgi bir abiden ziyade bir babanın sevgisi gibidir.

İşlerin çığrından çıktığı gün kız kardeşini dışlayan diğer sınıf arkadaşlarının onun saçlarını kesmesiyle patlar verir. Kız kardeşini korumak adına okulu dağıtırken, babası nüfuzunu kullanarak kızını önemsediğini gösterir. İlk defa baba oğul gibi hissetmeye başlamıştır. Baba rolünü devrederken başka bir görevi üstlenmektedir. Abisinin öldüğü yaştadır artık: yirmi iki... Sanki abisini takip etmekte; babasına – bunun senin yerine yapıyorum – der gibidir.

Remember aynı zamanda re-member anlamına gelmektedir. Yeniden üye olmak, kedini hatırlayıp herkisin kendi konumuna gelmesidir....

23 Nisan 2021 Cuma

Çocuklar


Ey çocuklar! Oturdukları yerden ders dinlemek zorunda kalan, kalpleri iki kat hızlı atmasına rağmen maske takmaya alışmaya çalışan çocuklar. Piknik, park veya denize gitmek yerine internet bağlantısını önemseyen çocuklar... Belki bizim gibi anne ve babasını büyüdüklerinde anlayacak olan sevgili çocuklar...

Her zaman durum böyle değildi elbet. Bir zamanlar internet yoktu. Televizyon bile yeniydi bizim için. Belki çoğumuz az da olsa bir kıtlık yaşadık. Çikolata, muz, oyuncak bile lükstü çoğumuza... Olsa da başkası özenmesin diye saklanılan bir çok şey vardı evde. Futbol izlerken fazla karmaşaya gerek yoktu: siyahları mı tutacaksın beyazları mı?

Anne babalarımızın çocukluğunu dinleyince durum daha da vahimdi. Onların zamanı... Hepimizin defalarca dinlediği roman. Evet onların hayatı romandı. Bizler ise onlara göre çok rahat büyümenin cezasına çarptırılıyorduk. Kimimiz şiddete, kimimiz bir çeşit tacize uğradık, kimimiz de aşırı sevildik. Onların hayatlarının anlamı, onların evliliklerinin devam etmesinin yegane sebebi olduk. Bariz bir kötü muameleye maruz kalmayan bu kısım, diğerleri tarafında gıptayla izlendi. Bir yük de buradan gelen bu sözüm ona kurtarıcı çocuklar, büyük olmak için çok genç, çocuk olmak için çok yaşlılardı...

Tüm olumlu, olumsuz şartlara rağmen çoğumuzun elinde sokaklar vardı, parklar vardı. Tüm farkların neredeyse sıfıra indiği bir ortam vardı. Boş araziler vardı. Bir kaç tahta parçası ile yakılan ateş ve evden yürütülen üç beş patates... Herkesin dahil olduğu kimsenin (neredeyse) dışarıda bırakılmadığı paylaşım vardı. Kimimizin kırık dökük bir bisikleti, kimimizin plastik bir topu, kimimizin oyuncak arabası vardı. Oyun alanı için geniş... Toprak, ağaç, güneş ve su... Şimdilerde para verip elementleri dinlediğimiz eğitimleri o dönemlerde bedenlerimiz her gün deneyimliyordu. Ağaçlara tırmanmak, toprakta yollar açmak, suyla oynamak, zıplamak, koşmak, yuvarlanmak... Aynı bir kuşun bütün gün cıvıldaması gibiydi.

Hiç bir şey yoksa o gün, ebelemece, köşe kapmaca, uzun eşek, bir bahçeye dalma, kelime oyunları, ve daha nice uydurulan oyun. Biraz daha büyüdüğümüzde ise erkek ve kızların birbirlerine bakışları, kavgaları... Adem ve Havva’dan bu yana gelen tatlı sürtüşmenin mirasını devam ettirircesine çocuksu ve masum etkileşimler. Hiç bir şey yoksa arkadaşlarımız vardı, sesli sessiz paylaşım vardı. Kıyaslamaların az olduğu bu ortamda, yalnızlık yoktu.

Hele bir de harçlık kopardıysak babadan, yaşadık. Mahalleye gelen macuncu, toz leblebici, pamuk şekerci, kağıda sarılı çekirdek ve mahallenin bakkalındaki gazoz... Organikmiş, glütenmiş, hijyenmiş laktozmuş... yoktu bu kelimeler lugatımızda. Biraz daha para bulduysak, pastaneler, sinemalar, kırtasiyeler hazırdı bizi mutlu etmeye...

Ey çocuklar, biz kendimizi ifade edemedik ancak bir çok basit ancak güçlü kaynağımız vardı. Siz şimdi kendinizi ifade edebilirsiniz, elinizde kaynaklar çok, kaldırın kafalarınızı, insanlığa boynunun eğdiren bu teknolojinin, sizi standart hale sokmaya çalışan ne varsa kaldırın hayatlarınızdan. Gelecek sizin...

17 Nisan 2021 Cumartesi

Nuh Tepesi

Babasına o kadar öfkeliydi ki, annesinin ölümünden bile onu sorumlu tutuyordu. Babasının onu ve annesini yalnız bırakıp yurt dışına başka bir hayat kurmasından dolayı dayılarına mahkum olmasının sorumlusu da babasıydı. Annesinin ölümünden babasını sorumlu tutuyordu.

Zeki bir çocuktu, oysa onlara bakan dayıları yüzünden tahammülsüz, kaba saba bir insana dönüşmüştü. 41 yaşında hala dayıları kabuslarına giriyordu. Babasına olan bütün öfkesini annelerine yönlendirmiş, ona tek bir güzel söz söylemişti. Annesi ellerinde ölürken bile güzel tek bir kelime söylememişti. Artık özür dileyeceği bir kimse de yoktu. Acıyla beraber büyük bir öfkesi vardı, büyük bir öfke...

Şimdi babasın son zamanlarında onunla memlekette bulmuştu kendini. Eşi hamileydi ve ondan boşanmak üzereydi ve her şey sarpa sarmıştı. Tüm öfkesini eşine mi yansıtıyordu? O da babası gibi onu terk ediyordu? Hep kendini kurban gibi görüp başkasını mı suçluyordu? Bilemiyordu...
Artık babası ile meseleleri halletme zamanıydı. Oysa onu nasıl affedeceğini bilemiyordu.

Babası yolun sonuna gelmişti ve köklerinin doğduğu yere köyüne gömülmek istiyordu. Bu onun ve babası için son bir fırsattı. Babası değişik bir olgunlukla konuşuyordu:

“Sen annenin ölümünden dolayı beni sorumlu tutmuyorsun değil mi? Seni ve anneni benim gibi bir adamdan mahrum bırakarak belki de iyi bir şey yaptım. Bir gün bunun için bana teşekkür bile edersin belki. Anne babalar çocuklarının kendisini anlaması için çocuklarının büyümesini beklerler. Ne acı değil m? İyi bir baba olamadım. Kalsaydım da iyi bir baba olamayacaktım. Yetersizliğinin farkında olan birine kızamazsın ki. Merhamet edebilirsin ancak.”



Az da olsa babasını anlamaya ve onunla bir bağ kurmaya başlamıştı. Geçmişini değiştiremezdi ancak ona bakış açısını değiştirebilirdi. Öfkesinin bir faydası yoktu artık. Geriye babasından hediye bir kaç söz ve tek başına durabilme gücü kalmıştı. Babasının dediği gibi iyi bir baba olma vaktiydi...

“Neden sadece sevmek veya nefret etmek zorundayız? Neden ortada bir yerde duramıyoruz.”

12 Nisan 2021 Pazartesi

Seaspiracy & Cowspiracy

"Bir insana asla güvenmeyin; -balık severim- deyip onu öldürüyor ve yiyor..." 

Her yıl trilyonlarca balığın öldürüldüğü sektörün doğaya, ekosisteme, insanlara yaptığı etki anlatan bir belgesel Seaspiracy... Diğer belgesel ise hayvancılığın doğaya verdiği zarar üzerinden duruyor. 

Mideniz kaldırırsa ve insan olduğunuzdan dolayı utanmazsanız rahat bir şekilde izleyebiliriz. 

Önce denizlerle başlayacak olursak, belgeselde ortaya konan gerçek şu: Suları kirlemekten yüz kat daha zararlı olan balıkları tüketmek. Balık çiftlikleri de bir çözüm değil. Hareket edemeyen ve yemle beslenen balıkların çoğu hastalanıyor, ölüyor ve aynı derecede zararlı... 

Sadece bildiğimiz balıklar değil, nüfuslarının %90'nını kaybeden yunuslar, balinalar, kaplumbağalar ve besin zincirinin en önemli hayvanı olan köpek balıkları... Onların sadece yüzgeçlerinde çorba yapmak için öldüren insanlar... 

Yok ediş ve ekolojik düzenin bozulması denizlerle de bitmiyor. Benzer bir durum karada yaşanıyor. Büyük baş hayvanların otlanması için açılan alanlar için ormanlar ve vahşi hayvanlar yok ediliyor. Hayvancılık sektörü tarafından desteklenen Greenpeace gibi çevre kuruluşları için daha yüzeysel konularda faaliyet gösterirken gerçek resim saklanıyor. İnsanların tüketmesi için beslenen hayvanlar insanlardan onlarca kat daha fazla su ve yiyecek tüketiyor. Yaklaşık 2,2 kg et için 2500 galon su tüketiliyor!


Hayvanlardan elde edilen protein ve bunun gibi besinlerin öz kaynağı ise onların yediği bitkiler. Dolaysıyla protein vegan beslenerek de elde edilebiliyor. Ayrıca inek sütü 29 kilo bir buzağıyı kısa bir bir sürede 180 kg yapmak için üretilmiş bir anne sütü. İnsanlar için gereksiz ve yan etkileri olan bir içecek. Buna peynir de dahil... Peynir Tuzağı isimli kitapta, peynirin sağlıklı bir gıda olmadığını ortaya çıkarıyor ve peynirin gerçekte nasıl üretildiği anlatıyor...

Sonuç olarak ve balık, et ve süt ürünlerin bu hızla tüketmeye devam edersek, dünya insanlar için yaşanmaz bir hale gelecek.  Bitkiler, hayvanlar bizden önce buradaydı. Onlara saygı duymalıyız. Bu şekilde devam edecek olursak köklerimizi kendimiz kurutmuş olacağız. Yapılacak en etkin şey için et ve balık tüketimini azalmak ve vegan beslenmek. Hemen bugün başlamak, başkalarına örnek olmak ve bu davranışı yaymak ve bilinçli olmak.