“Özgür olmam gerektiğini ömrüm boyunca güçlü bir şekilde hissettim.” [Marlon Brando]
Bu dünya özgür olalım diye vardır. Bize bu konuda mesajlar
veren, kumpaslar kuran bir mekanizma vardır sanki. Hatta yaşanan travmalar,
oluşturduğumuz egonun dünyaya güvenli ve arzu oldu bakış akışını kırdıracak ve
bize hakikati hatırlatacak bazı aşırı durumlar yaratır.
Hayatımız ne kadar güzel gözükürse gözüksün, içten içe bir
şeyler eksik olduğunu hissederiz... Ünlü aktör Marlon Brando’nun da hayatı
dışarıdan çok müthiş gibi gözükebilir. Ancak Marlon Brando hayatına gelen
inanılmaz olayları konu alan belgesel niteliğinde film bize dışarıdan
gözükenlerin arkasındaki derin işleyişi az da olsa veriyor...
İnsanların egoist, anlaşılması zor, öfkeli olan tanınan
Brando’nun gerçekte nasıl bir insan?
Marlon ve Ailesi
Marlon Brando’nun başına gelenler anlamak için ailesine
bakmak gerekir. Hepimiz ailemizin yüklerini taşır ve onlardan etkileniriz.
Brando’nun annesi de babası da alkolik. Her ne kadar ebeveynlerinin geçmişi ve
onların hakkında fazla bir bilgi olmasa da, Brando’nun kök ailesinde oldukça
travmatik deneyimleri olduğunu kendi anlatıyor. Annesini döven babasında nefret
eden Brando, annesine çok düşkün ancak anne de alkolik ve arada bir bir kodese
düşen biri. Baba sevgisinde mahrum olan çocuk, annesinden tam bir sevgi
alamazken, bakıcısı Ermi, kendisi 7 yaşındayken evlenmek üzere Brando’nun
yanından ayrılır ve Brando terk edilmişlik hissini tekrar yaşar. Kendi ağzından
şöyle ifade eder: “O günden sonra yaramaz, kötü birine dönüştüm.”
Babası sert bir adamdır, annesini ve bazen sebepsiz yere
oğluna vurmaktadır. Her şeyi para ile değerlendiren babası seyyar satıcılık
yapar ve geceleri için, hayat kadınları ile beraber olur. Yıllar sonra, oğlu
ünlü olduktan sonra bile beceriksiz oğlunun nasıl bu kadar para kazandığını anlamaz...
Tüm bunlardan kaçmak için sinemaya giden Brando, belki de ona gününe göstermek
için bu kadar para kazanmıştır.
Bir erkek çocuğu, erkek olmayı ancak babasından öğrenebilir.
Babasından bu erkek enerjiyi alamayan Brando, utangaç, hassas ve annesine aşırı
derecede düşkün bir şekilde büyür... Babası onu uzaklardaki harp okuluna yollar
ve orada çok mutsuz olur. Bu dinamik hem Brando’nun sağlıklı bir romantik
ilişki kuramamasını hem de otoriteye karı olan tutumunu belirleyecektir. Lakin
baba figürü evde otoriteyi temsil eder... Ayrıca annesinin babası tarafından
ezilmesi de ezilen ve haksızlık yapılan durumları karşı hassas bir hale gelir.
İlk çocuğu olduğunda; “Babam bu çocuğa asla yaklaşamayacak,
bana verdiği zarar yüzünden.” diyerek Babasını tamamen dışlar. Bu sisteme karşı
bir isyandır. Benzer dinamikler iki başka anneden olacak çocuklarında da
yaşanacaktır. Oğlu 13 yaşında kaçırılacak, ve daha sonra üvey kardeşinin
sevgilisini öldürecek, kızı da intihar edecektir...
“Sorunlu, yalnız ve anılarla dolu bir adam. Kafası karışık,
kederli, yalnız ve karışık biri. Sıradan bir şekilde sosyal olmanın ötesinde
yaralı biri. Mekanik bir oyuncu gibi. Belki kötü muamele gördüğünü düşündü. Belki
bu muameleye kızgın.”
“Belki sevgiye muhtaçsın. Ömrün boyunca muhtaç oldun. Ama insanlara
güvenmedin. Onlarda bizi korkutan, tehlikeli olan bize zarar veren bir şey var
mı? Çünkü pek çok kişi, sevmeden deli gibi korkar.”
Marlon ve Kariyeri
Sinema oyuncusu olmasaydım herhalde dolandırıcı olurdum diye
bahsettiği kariyerine hızlı bir giriş yaparak 1954 yılında Oscar ödülünü alan
en genç yıldız olur. Oyunculuk kariyerinin başlangıcında oldukça korku
içerisindedir.
“Yüzler pek çok şeyi saklayabilir. İnsanlar hep bir şeyler saklar. İnsanların kendileri hakkında bilmedikleri şeyleri tahmin etmek ilgimi çekerdi. Çok derinden ihtiyaç duyduğunuz bir şey var. Bir tür iletişim. Size tamamlanmışlık hissi veren bir deneyim... Müthiş bir yetersizlik hissettim. Yeterince şey bilmiyordum, yeterince eğitim görmemiştim.”
Gelen ünle beraber, bir çok kadında annesini arayan Brando,
bu şöhretten rahatsız olur. Sıradan biri olamamanın yarattığı rahatsızlık
verici durumu görür. Ne yaparsa yapsın, onu efsaneleştirirler. Bir çok başarılı
filmindeki performansını beğenmeyen Brando, asıl işin seyirci tarafında
yapıldığını keşfeder; sahnedeki seyircilerin gerçek hayatta yapmak
istediklerini yapar... Kadınları öper, adamları döver, isyan çıkartır... Hatta
seyirciler ekranda olmayan şeyler yaratırlar. Hayranların onlara hayvanat
bahçesinde görülmeye değer hayvanlar gibi muamele yapmasında rahatsız olur.
İşinde ise devamlı kendini geliştirmeye ve sevdiği,
özdeşleşebildiği rolleri seçmeye çalışır.
“Kamera yaklaşınca yüzün sahne olur... Şaşırtıcı olmanın
yolunu bul, hiç denenmemiş bir yolunu.”
Son dönemler de ise sadece para kazanmak için ufak roller
alan Brando, sinema dünyasını da eleştirir. Sanatçı olmadıklarını, sadece para
peşinde olan tüccarlar olduklarını belirtir.
“Ajanslar, avukatlar, ünlüler...
Hepsi saçmalık; para, para, para... Eğer başka bir şey sanırsanız yara
alırsınız.”
“Geçinmek için yalan söylemek. İşte oyunculuk budur. Hepiniz
oyuncusunuz. Hem de iyi oyuncularsınız, çünkü hepiniz yalancısınız...
...hepimiz rol yaparız, bazılarımız bunun için para alır.”
Marlon ve Adalet
Brando’yu hem zaman adaletsizlik ve zulüm görenler
tetiklemiştir. Martin Luther King’in yanında yer alan Brando ırkçıların
tepkisini fazlasıyla alır. Baba filmindeki
rolü ile ikinci defa Oscar kazandığında ise temsilci olarak bir Kızılderili
kadını törene gönderir. Ödülü kabul etmeyeceğini, çünkü Amerikan sinemasının
Kızılderilileri kötülermiş gibi yansıttığını belirtir. Ona göre “çalıntı
topraklar” da yaşamaktadırlar.
Marlon ve Ötesi
Marlon Brando, tüm bu yaşamına rağmen, yılmamış, kendini
anlamanın, kendini gözlemenin değerini kavramış biri... Son önemli filmlerinden
biri olan “Paris’te Son Tango” da
kendi hayatının karanlık tarafları ile yüzleşmiştir. Münzevi bir hayat süren
Brando, meditasyonlar sayesinde huzurlu anları olduğunu belirtir...
“Kendi içimize bakmazsak, dışarıyı net bir şekilde görmeyi başaramayız.”
“Oyunculuk tekniğini çok erken geliştiriyoruz, annemizin
ilgisini çekmek için rol yaparız. Rol yapmak hayatta kalmaktır.”
“İyi bir dolandırıcı herkesi dolandırır. Bir dolandırıcının
kandırdığı ilk kişi kendisidir.”
“Bir oyuncunun en büyük korkusu, korkudur. Maske takıp bir
yaşam kurdum. Nevrotik bireyin öz güveni, ona hayranlık duyulmazsa ortadan
kaybolur. Hayranlık ve saygı görmek, çaresizliğe ve değersizliğe karşı bir
korumadır.”