23 Ağustos 2023 Çarşamba

Yaylada

Ağaçlarla bulutların dans ettiği anda

Birsiz, sıfırsız, ayrımsız…

Ayrımsızlığın da sonlandığı o yaylada...




19 Mayıs 2023 Cuma

19 Mayıs


Tüm umutların sona erdiği bir anda Samsun’a doğru yol alan bir gemi dört sene sürecek bir mücadelenin başlangıcıydı… Dışarıdaki düşmanlara karşı kazanılan bir çabaydı bu. Oysa henüz dört senenin içindeyken bile sadece harici değil dahili düşmanlar da vardı. Savaş sadece dışarıya karşı verilmiyordu. İlk başta bu noktaya nasıl gelinmişti? Tüm büyük medeniyetlerinin çöküşü kendi içsel problemleri ile başlamamış mıydı? On-on beş senede olan bir durum değildi bu. Fakirlik, cehalet, dışlanmışlık Anadolu’nun her yerindeydi.

Zafer sadece dışarıda kazanılmadı, içeride de kazanıldı. Zihniyet değişti, her yana fabrika, okul, ışık yayıldı. Ancak ne oldu? Sen-ben davaları maske değiştirerek devam etti. Işık zihinlerin derinine inemedi. Ötekileştirme kutuplaşmaya sebebiyet veriyor. Kutuplaşma her bireyin bir kale seçmesine ve kalesinin ölümüne savunmasına sebebiyet verir. Dar görüşlülüğe yatkın beynimiz nörolojik olarak iptal edildiği gibi kendi fikirlerinin aksi fikirleri tehdit olarak görmektedir. Öyle asıl savaş insan zihnin içinde verilmelidir.

Bağnaz bir şekilde tutunduğumuz inançlara, fanatizme, düşüncelere bakmalıyız? Kendimizi keşfedersek neden diğerlerini yadsımaya çalıştığımızı, ötekileştirdiğimizi, kısıtlamaya çalıştığımızı, bize benzemelerini istediğimizi anlayabiliriz. Yunus Emre’nin dediği gibi ilim bilmek kendini bilmektir. Aşkı böyle bulu Yunus… Aşkı ancak nefsini öldürdüğünde bulur. Bizi yöneten bu içsel parçalarımızı öldürmedikçe özgürlük söz konusu değildir.

İnsan zihninin tek derdi kendini güvende tutmaktır. İster bu dünyada, ister hayalini kurduğu cennette… Hiç fark etmez. En tehlikeli olan da hiçbir fikri olmadığı öte dünyayla ilgili saçma sapan söylemlere inanarak teslim olur içinde bulunduğu topluluğa. Önemli olan ait hissederek güvende hissetmesidir. Gerisi kolaydır, sahte aşk için yapılan her şey mubahtır…

Ey Türk Gençliği, son ve nihai vazifen, içinde özgürlüğe ulaşıp, çevrene ışık yaymaktır. Ta ki tüm ışıklar bir olana kadar… 

30 Nisan 2023 Pazar

Pieces Of A Woman

Anneannesi annesini savaş zamanı doğurmuştu. Dedesi toplama kampındayken, saklandığı bir köşede annesini doğurmuş, sadece çocuğunun hayatta kalmasına yetecek kadar besin bulabilmişti. Ağlayacak gücü olsa yakalanabilirlerdi. Bir süre geçtikten sonra bebeği doktora gösterdiğinde doktorun bebekten hiç ümidi yoktu. Ölecekti. Anneannesi onu hayatta tutmaya çok istekliydi. Doktor onu havaya kaldırmasını söyledi. Eğer başını dik tutarsa bir şansı vardı. Annesi bebek halinde başına dikleştirmişti. Bir daha da inmemişti başı; hep güçlü bir kadın olmuştu.

Şimdi sıra kendisindeydi; kızı artık doğmak üzereydi. Ne olabilirdi? O da elbette evde doğuracaktı. Kocası da onunla hem fikirdi. Oysa işler hiç de umdukları gibi gitmemişti. Önce her zamanki ebelerinin yerine yeni bir ebe gelmişti. Kızı uzun bir ıkınmadan sonra kucağındaydı ancak hiç beklenmedik bir şekilde bebeklerini kaybetmişlerdi… Ebe, gidişattan endişesini dile getirmişti, oysa kendisi hastaneye gidip evde doğuramamayı başarısızlık olarak görüyordu. İşte bu onu için için parçalayacaktı.


Hiçbir şey aynı değildi artık. Annesi ebeyi mahkemeye vererek adalet istiyordu. Kocası da onun eski halini... Yapamıyordu. Sanki parçalara bölünmüştü ve bazı parçaları da kayıptı. Kızıyla beraber bir yanı ölmüş gibiydi. Herkesin onu anlamaktan ziyade intikam peşinde olmasını da anlayamıyordu. Kocası başka bir kadına sığınmıştı bile, o da kendini biraz eğlenceye atmak istedi ancak yapamadı. Yaşadıkları ile nasıl yüzleşecekti.

Günler geçti, ebe hakkında açılan kamu davasındaydı artık. Bir süre herkesin beklentisini besleyecek şekilde tanıklık ettikten sonra ebenin bir suçu olmadığını, onun elinden geleni yaptığını söyledi. O da biliyordu, kızının dünyayı bu kadar kısa sürede terk etmesinin başka bir sebebi vardı…

Belki bir gün ne olduğu anlayacaktı, artık hayata devam etmek için onunla vedalaşmaya, onun bu kısacık yaşamını onurlandırmaya hazırdı…

4 Kasım 2022 Cuma

Aşıklar Bayramı

Artık o da biliyordu… Son yolculuğuna az kalmış, yıllardır görmediği, arayıp sormadığı oğlunun yanına gitmesi gerektiğini biliyordu. Ona varınca “şöyle bir uğradım” diyecekti.

Oğlu Yusuf, avukat olmuştu. 25 yıldır görmediği babasına kapıyı açtığında şaşkındı. Şaşkınlık bittiğinde gelen duygusu 25 yılın öfkesiydi. Yatılı okuldayken her hafta sonu bir umutla babasını bekleyen oğlu, kısa sürede babasının ölümcül bir hastalığın son evresinde olduğunu anlayacaktı. Ailesinden ayrıldığında belki de kendinden korumak istiyordu. Eski eşi başka biriyle evlenmek zorunda kalmış, oğlu 14 yaşında yatılı okula gitmek zorunda kalmıştı. O da şimdi avukat olarak hayattaki haksızlıklarla mücadele ediyordu. Aldığı davalar ceza davaları, aldığı yük ona gelen mağdurların kaderleriydi.

Oğlu çok öfkeliydi: Neden diyordu, neden beni bırakıp gittin, neden beni arayıp sormadın? Tuhaf olan kendisinin hayaliydi yatılı okulda okumak. Öğretmek olmak. Kendi babası onu okula gönderecekti. Babasının aldığı şapkayla büyük hayaller kurarken elinde babasının verdiği şapka ile kala kaldı. Ölmüştü… İki sene geçmeden annesi… Oysa bu hikâyeler oğlunu hiç mi hiç ilgilendiriyordu. Bu onun davranışlarını haklı çıkarmıyordu. Alamadığını verememişti. Hayat bir şekilde akıp gitmişti. Tek ifade şekli sazı ile türlü söylemekti.

Erkenden kendini yola atmıştı; son hayali Kars'taki Aşıklar Bayramı’nda eski dostlarıyla bir araya gelip onlarla vedalaşmaktı. Oğlu kızgınlığına rağmen ona kıyamamış, yollara düşmüştü. Bu yolculuk onun için babasıyla çıkamadı yaşayamadığı hayatın tek perdelik bir sahnesiydi…

Sordu oğlu ona: “Adalete inanıyor musun?”
Cevap verdi: “Bunca yaşadığım yıllar boyunca bu dünyada adalet olmadığını anladım öbür dünyadan da çok büyük bir ümidim yok”… Kendi yaşadığı adaletsizlikleri kendi oğluna da yaşatmış. Oğlu da derindeki bir hisle avukat olmuş. Oysa içindeki yangın hiç sönmüyordu. Ne yaparsa yapsın kendini kötü hissediyordu. Kimseye bağlanmıyor, bağlanamıyordu.

Yol boyunca ilerlerken, hayatında kalbini kırdığı insanlardan helallik istiyordu. Bu dünyada olmayanlardan nasıl alacaktı? Gidiyordu onlarla buluşmaya… Vakti az kalmış, gözleri kapanmak üzereydi.

Oğlu bir yandan kızgın, bir yandan üzgün… Artık mezarın başında. Tek başına, gözyaşları dökülmektedir. Ağlarken diğer bir Âşık gelir ve teselli etmektedir.

“Baba kelimesi yarım kalmış bir kelimedir, babalar hep yarım kalır.”

30 Temmuz 2022 Cumartesi

Zeytin Ağacı - Aile Ağacı

Çalışıp didinip cerrah olmuştu, şimdi yeni bir hedefi vardı; yurt dışında bir bölüme transfer olmak. Ada’nın tüm başarıların yanı sıra yakın arkadaşlarından birinin kanser olması onu çok üzüyordu. Tüm çabaları onun kurtarmak da olsa arkadaşı Sevgi gözünün önünde kuruyordu. Diğer bir arkadaşları Leyla ise olumlu ve neşeli tavırları ile herkese moral vermeye çalışırken hiçbir şeyi dert etmiyor gibi duruyordu.

Tüm macera Sevgi’in 'Köken Aile Açılımı' isimli çalışmayı denemek istemiyle başlıyordu. Bu çalışma diyordu ki – her hastalığın, olayın ardında yatan bir travma veya atalara dayanan bir trajedi vardır…

Bu doğru olabilir miydi? Atalarımızın öldürülmesi, göç etmesi, sevdiklerine kavuşamamaları, anne babalarına karşı kendini ifade edememeleri, onların sorumluluklarını paylaşmaları, nesiller sonra bizleri nasıl etkilerdi?.. Daha da ilginç olanı bizi hiç tanımayan insanlar bizim atalarımızı ve bizi nasıl temsil ediyordu?

Önce Sevgi denemeye karar verdi; daha henüz çocukken gözleri önünde öldürülen babasının acısıyla yüzleşti, annesinin eşi durumuna düşüp evde bir çocuk için fazla olan yükleri sırtlandığını fark etti. Tedavisini elbette bırakmamıştı… Bir ay içerisinde çok daha sağlıklı gözüküyordu. Hastalık ona bir mesaj veriyordu sanki uyan ve fark et… Ada’ya göre bu geçmiş tedavilerin sonucuydu. Her ne kadar değerler inanılmayacak kadar iyi olsa da bu çalışmanın işe yaradığını kabul etmek istemiyordu.


Her defasında suya girdiğinde boğulacak gibi hisseden Leyla’nın çalışmasında ise anneannesinin Girit’ten göçerken birisi tarafından suya atılıp boğulması ortaya çıktı. Onun hissetleri acıları, korkuları Leyla da hissediyordu. Anneannesini onurlandırdıkça Leyla’nın sudan korkusu bitmişti.

Geçmişteki aile dinamikleri en ilişkilerde kendini gösteriyordu. Kurduğumuz ilişkiler, hayatımıza çektiğimiz olaylar bastırdığımız yanların yansımalardan oluşuyordu. Annemiz, babamız yerine koyduğumuz insanlar. Onların yaşadıklarının aynısını veya tam tersini yaşamak ve tüm bunlar karşında geliştirdiğimiz inatçı parçalar; güçlü, öfkeli, çok çalışkan, eril, aşırı alışveriş veya eğlenceye düşkün… vb.

Olumlu gelişmeler olsa da Ada hala olan bitene inanmak istemiyordu. Ayrıca olumlu gelişmelerin yanı sıra farkındalık kazandıkça olumsuz durumlar da ortaya çıkmıyor değildi. Sevgi, annesinin onun çocuk yerine koymasından bıkmış ve annesine bunu anlatınca araları bozulmuştu. Leyla, eşine verdiği sınırsız toleransı sorgular olmuş ve yapayalnız kalırsa ne olacağında endişe eder hale gelmişti. Kendisinin hayatında da yeniden aldatılıyordu… Ada’nın geçmişinde ise hiç bilmediği olaylar vardı. Anneannesinin ablası genç yaşta trajik olayların sonunda can vermişti. Yaklaşık 100 sene öncenin duyguları hala bugünkü kadar tazeydi – büyük travmaları zaman iyileştirmiyordu.

Olay olayları takip ederken artık biliyordu Ada: Her ne kadar ispat edemese de bu çalışma geçmişi anlamamıza, olan olayları, aile bireylerini oldukları gibi kabul etmemize ve özgürleşmemize fayda sağlıyordu; çalışmaya devam edecekti, zeytin ağaçlarının arasında…

Zeytin ağacının altında nur içinde yat babam…

15 Temmuz 2022 Cuma

Generational Sins

“Ben senin annenin ve ölüyorum. Senin yaşlandığını görmek isterdim. Zamanı geldiyse ben hazırım. Beni daha sonra takip edemeyeceğin bir yere gitmiyorum. Yaşam zordu. Ancak ölmek kolay olacak… Bunu takmanı istiyorum. Buna baktığında benim bulduğum huzuru bul. Geçmişinle yüzleş.”

Annesinin ölmeden önceki son vasiyeti, kardeşini doğduğu eve götürmesidir. Drew için bu imkânsız bir iştir. Yıllar önce onu çocukken döven babasını terk etmiş ve bir daha dönmemiştir. Terk ettiği sadece babası değil, annesi, kardeşi ve kız arkadaşıdır. 20 yıl sonra oraya dönmek onun için kâbus gibidir.

Kardeşi ile çıktıkları bu yolculukta onu tatlı bir sürpriz bekler, öte yandan içindeki öfke, geceleri gördüğü rüyalar sanki zamandan bağımsız bir şekilde uzayın boşluğuna takılı kalmış gibidir. Çocukken yaşadığı şiddet, Tanrı’yı sorgulamasına sebep olur. Neden Tanrı, küçük bir çocuğun dayak yemesine izin vermiştir? Aklı almıyordu.



Yıllarca kaçmış, unutmaya çalışmıştı. Ancak hiçbir faydası olmamıştı. Kendi sözleriyle; kaçtıkça daha da karanlığa bürünmüştü. Öfkesi de onun hayat kalitesini düşürmekteydi. Kardeşinin de ona kırgınlığı vardı; kardeşini yalnız bırakıp gitmişti. 

Tüm hesaplaşmalar bittiğinde, öfke çıktığında artık daha özgür biriydi.
Doğduğu evde o da çocuk büyütecekti… O, biraz farklı yapacaktı.

16 Mayıs 2022 Pazartesi

Uysallar


 
Mimar oldu. Patrona evet dedi, müşteriye evet dedi. Eşine evet dedi. Çocuklarına evet dedi. Ankara’dan İstanbul’a gitti. Bunu alan bunu da aldı misali hayatı şekillenmeye başladı. Maaşı vardı, kredi aldı. Ev aldı. Araba aldı. Onu aldı bunu aldı. Artık aile mezarlığı bakmaya başladı. Yaşı 44’dü…

Kimdi Oktay? Mimar? Baba? Eş? Büyük firmada bir unvan? Akıllı evi, arabası olan başarılı biri miydi? Oysa şimdi bedeni bile bu duruma isyan ediyor onu panikletiyordu. Dışarıdan alkışlanan bir hayat içinde bom boştu.

“Bu hayatta hiçbir şeyi protesto etmedim ben. Hep televizyondan izledim. Sadece bir ara punk dinledim. Şimdi punk Oktay kim? Ben kimim?”

Çocukluğunda da istediklerini söyleyemeyen Oktay bir dönem punkçı olup kendini az da olsa iyi hissetmişti. Babası ona sert davranarak onu okutmuş, kendine göre en iyi babaydı. Çünkü babası kendi küçüklüğünde babasının yüzüne bir bile bakamazdı. Bu nimetler 70’li kuşak için bulunmaz nimetti. Oysa babasının da tonla sırrı vardı.

Oktay’ın eşi Nil de, hayatında çalışmamanın verdiği mutsuzluk, görülmeme ve değersizlik duygusu ile yanıp tutuşmaya ve çalışma hayatına atılıp kendini değerli hissetmek istiyordu. Başvuru yaptığı yerler onu yaşlı bulurken, hayal kırıklıkları arka arkaya gelmekteydi. Bir gün bir yaka kartı ile bir şirkette çalışıyormuş gibi yapmaya ve başka plaza çalışanları ile arkadaş olmaya başladı. Başta bu durumdan çok memnun olsa da, kurumsal hayatın kadınlara yönelik acımasız yanını görmeye başladı.

Oktay’ın rol aldığı son iş, bir hapishane inşası ile ilgiliydi. Hayatta hissettiği hapis olma duygusunun bir devamı gibiydi bu proje. Bu projenin karşı sorumlusu, kendi hayatından kaçmaya çalışan geçinmesi zor olan Beyhudar Bey, Oktay’ın antagonisti gibidir. Onun reddettiği bütün yanlarını aynalamakla kalmaz, Oktay’ın ailesinin birbiri ile yüzleşmesine sebep olmaktadır.

Tüm sırlar ortaya çıktıkça, herkes kendini ifade ettikçe, sistem rahatlama başlar…