2 Şubat 2024 Cuma

Çocuk, Köstebek, Tilki ve At


Hem kitabı hem de filmi olan bu sıcacık hikâye, her yaştan kişiye hitap ediyor. Kaybolmuş çocuğun yolculuğu gibi gözükse de, yazar
Charlie Mackesy’nin belirttiği gibi bu dört karakter aynı kişinin farklı parçalarını yansıtıyor. Hayat boyu bölünen bir kişinin parçaları. Görüldüğü gibi her bir parçanın artı eksileri var, parçalar kendi aralarında anlaşabildikleri kadar zıtlaştıkları durumlar da var…

Çocuk

Öğrenmeye çalışırken hayatın zorlukları karşında yolunu kaybetmiş. İçimizdeki çocuğu yansıtıyor gibi gözüküyor. Doğa hayatı temsil ediyor; zorluklarına rağmen güzel ve keşfedilmeye değer. Çocuk bu yolculuğunda merak içinde sorular soruyor.  Öte yandan kendini suçlama eğilimde. Hepimizin içindeki çocuk gibi.

K (Köstebek): Büyüdüğün zaman ne olmak istiyorsun?
Ç (Çocuk): İyi kalpli…

Ç: Başarı sence nedir?
K: Sevmek…

Çocuk bu değerli arkadaşları ile vakit geçirmekten mutluluk duymaktadır. İçimizdeki parçaları yansıttıklarımız en yakınımızdaki kişilerdir. İçsel dostluğu sağlayabilirsek dışarıdaki dostluğu da sağlayabiliriz.

Köstebek

Köstebek ise yemekle kafayı bozmuş; özellikle de pastayla. Öte yandan coşkulu bir yanımızı temsil eden köstebek kimisine göre bilinçdışını da temsil ediyor olabilir.

Ç: Sence en büyük zaman kaybı nedir?
K: Kendini başkalarıyla karşılaştırmak…

Köstebek minicik ve korkak olmasına rağmen bir o kadar da cesur – hayattaki düaliteyi gösterir gibi. Her şeyin karşıtıyla var olduğunu ispatlar gibi…

K: İyilik görmek için bekliyoruz çoğu zaman, oysa kendimize iyi davranmaya hemen başlayabiliriz.

At

At, bilge bir parçayı temsil ediyor olabilir. Kimisine göre ruh veya öz-benlik de olabilir. Yardım istemenin pes etmenin tersi olduğu söylüyor at; çocuğun kendi zayıflıkları ile yüzleşmesinin gerçek cesareti simgelediğini belirtiyor.

A (At): Gözyaşlarının bir nedeni vardır, sana güç verir, zayıflık değildir.
Büyük şeyleri kontrol edemediğini hissettiğinde burnunun dibindeki sevdiğin şeylere odaklan.

Tilki

Tilki, sessiz ve dışlanmış yan gibi… Yazarın belirttiği gibi hayata küskün ve kendini korumak için kimseye kolay kolay güvenmeyen bir parça. Oysa her parça gibi değerli. Tehlikeli anlarda koruyan, kaçan, savaşan, saklanan; daha sonra iyileşmek için bekleyen.

Sonuç

Özgürlük, olaylara nasıl tepki verdiğimizle ilgili… Tepkisel olan parçalarımızı zihnimiz otomatik pilotu olan göreceli olarak daha ilkel bir kısmından besleniyor. Bu derindeki tepkiselliğin ardındaki dinamikleri çözmediğimiz sürece özgür irademizle kararlar veremeyeceğiz. Dinamiklerin çoğu çocukluğumuza, ebeveynlerimizle olan ilişkiye dayanmaktadır. Onların çocuk ve travmatik parçaları, onların ebeveynleri derken anlarız ki köklerimizdeki acı olaylar parçalarımızın yaratıcıdır.

Zihnimiz başkalarının bizi nasıl gördüğü ile kendimizin bizi nasıl gördüğü arasındaki çelişki ile boğuşur – oysa hakikat daha derindedir. Hayatın “mükemmel olmasına” gerek yoktur; hayat hayattır… Hayat zor olsa da, içimizdeki çocuk sevilmeyi hak ediyor – olduğu gibi.

Ç: Acaba öğrendiklerini unutma okulu diye bir şey var mı?

13 Aralık 2023 Çarşamba

Please Give

Annesi ona hiçbir zaman yirmi dolar vermemişti, kendi istediği kıyafetleri de almıyordu, ancak yolda rastladığı bir dilenciye yirmi doları vermekle kalmıyor, manevi olarak da ihtiyacı olan insanlara yardım etmeyi kafaya takmıştı. Onunki basit bir yardımdan öteydi; sanki bir bağımlılık gibi yardımseverdi. Kendi kızına veya eşine değil – yardıma muhtaç olduğunu düşündüğü insanlara.

Anne ve babası komşularının evini almışlardı; oysa dairenin eski sahibi olan huysuz yaşlı anneanne ölmek bilmiyordu sanki. Küçük torunu ile yaşıyor, torunu onun her ihtiyacını karşılıyordu. Mesleği de hemşirelik ve bu mesleği severek yapıyordu. Ablası ise güzellik uzmanı güzel bir kadıncı. Kardeşinin aksine, o anneannesine kötü davranıyor ve fazlaca destekte bulunmak istemiyordu. Öfkesi kişiseldi, annesinin erken ölümün sonra anneanne onlara bakmıştı. Öte yandan o hep aksi biriydi.

Babası ise bu büyük abla ile flörtleşiyordu. Hiç hayatında yapmadığı bir şeydi bu. Buna sebep olan karısının başkalarına düşkünlüğü ve artık arkadaş gibi olmaları olabilir miydi? Bilemiyordu. Tuvalete bile beraber giriyordu anne-babası… Ne olursa olsun babası onu daha çok anlıyordu. Yine de babasının böyle bir ilişki yaşamasını istemezdi.

Onu en çok rahatsız eden durum ise gerçeklerin söylenmiyor oluşuydu. Burnunda korkunç bir sivilce bile çıksa hiç belli olmuyor diyerek sözüm ona moral veriyordu. Kızının kendini şişman hissetmesine aldırmıyor, kıyafet seçimlerinde kızına tam aksi fikirler söylüyordu. Annesinin onu görmesine ve olduğu gibi kabul etmesine ihtiyacı vardı. Oysa annesi ticarette kazandığı paradan bile rahatsız oluyordu. En sonunda kandırdığını düşündüğü bir müşteriye fazladan para bile vermişti.

Annesine kızgındı; ne babasının yanında bir eş, ne de onun için bir anne oluyordu. Sadece dünyadaki aç ve muhtaçlara kafayı takmış bir şekilde onlara yardım etmeye çalışıyordu. Bunun bir dengesi yok muydu? Öncelik sıralaması olması gerekmez miydi? Kendisi, babası, kızı ve sonra muhtaçlar gelebilirdi belki… Ayrıca annesi verdikçe tükenmiyor muydu? O kimden alacaktı? Yoksa tüm bunlarda yanılıyor muydu?    

23 Ağustos 2023 Çarşamba

Yaylada

Ağaçlarla bulutların dans ettiği anda

Birsiz, sıfırsız, ayrımsız…

Ayrımsızlığın da sonlandığı o yaylada...




19 Mayıs 2023 Cuma

19 Mayıs


Tüm umutların sona erdiği bir anda Samsun’a doğru yol alan bir gemi dört sene sürecek bir mücadelenin başlangıcıydı… Dışarıdaki düşmanlara karşı kazanılan bir çabaydı bu. Oysa henüz dört senenin içindeyken bile sadece harici değil dahili düşmanlar da vardı. Savaş sadece dışarıya karşı verilmiyordu. İlk başta bu noktaya nasıl gelinmişti? Tüm büyük medeniyetlerinin çöküşü kendi içsel problemleri ile başlamamış mıydı? On-on beş senede olan bir durum değildi bu. Fakirlik, cehalet, dışlanmışlık Anadolu’nun her yerindeydi.

Zafer sadece dışarıda kazanılmadı, içeride de kazanıldı. Zihniyet değişti, her yana fabrika, okul, ışık yayıldı. Ancak ne oldu? Sen-ben davaları maske değiştirerek devam etti. Işık zihinlerin derinine inemedi. Ötekileştirme kutuplaşmaya sebebiyet veriyor. Kutuplaşma her bireyin bir kale seçmesine ve kalesinin ölümüne savunmasına sebebiyet verir. Dar görüşlülüğe yatkın beynimiz nörolojik olarak iptal edildiği gibi kendi fikirlerinin aksi fikirleri tehdit olarak görmektedir. Öyle asıl savaş insan zihnin içinde verilmelidir.

Bağnaz bir şekilde tutunduğumuz inançlara, fanatizme, düşüncelere bakmalıyız? Kendimizi keşfedersek neden diğerlerini yadsımaya çalıştığımızı, ötekileştirdiğimizi, kısıtlamaya çalıştığımızı, bize benzemelerini istediğimizi anlayabiliriz. Yunus Emre’nin dediği gibi ilim bilmek kendini bilmektir. Aşkı böyle bulu Yunus… Aşkı ancak nefsini öldürdüğünde bulur. Bizi yöneten bu içsel parçalarımızı öldürmedikçe özgürlük söz konusu değildir.

İnsan zihninin tek derdi kendini güvende tutmaktır. İster bu dünyada, ister hayalini kurduğu cennette… Hiç fark etmez. En tehlikeli olan da hiçbir fikri olmadığı öte dünyayla ilgili saçma sapan söylemlere inanarak teslim olur içinde bulunduğu topluluğa. Önemli olan ait hissederek güvende hissetmesidir. Gerisi kolaydır, sahte aşk için yapılan her şey mubahtır…

Ey Türk Gençliği, son ve nihai vazifen, içinde özgürlüğe ulaşıp, çevrene ışık yaymaktır. Ta ki tüm ışıklar bir olana kadar… 

30 Nisan 2023 Pazar

Pieces Of A Woman

Anneannesi annesini savaş zamanı doğurmuştu. Dedesi toplama kampındayken, saklandığı bir köşede annesini doğurmuş, sadece çocuğunun hayatta kalmasına yetecek kadar besin bulabilmişti. Ağlayacak gücü olsa yakalanabilirlerdi. Bir süre geçtikten sonra bebeği doktora gösterdiğinde doktorun bebekten hiç ümidi yoktu. Ölecekti. Anneannesi onu hayatta tutmaya çok istekliydi. Doktor onu havaya kaldırmasını söyledi. Eğer başını dik tutarsa bir şansı vardı. Annesi bebek halinde başına dikleştirmişti. Bir daha da inmemişti başı; hep güçlü bir kadın olmuştu.

Şimdi sıra kendisindeydi; kızı artık doğmak üzereydi. Ne olabilirdi? O da elbette evde doğuracaktı. Kocası da onunla hem fikirdi. Oysa işler hiç de umdukları gibi gitmemişti. Önce her zamanki ebelerinin yerine yeni bir ebe gelmişti. Kızı uzun bir ıkınmadan sonra kucağındaydı ancak hiç beklenmedik bir şekilde bebeklerini kaybetmişlerdi… Ebe, gidişattan endişesini dile getirmişti, oysa kendisi hastaneye gidip evde doğuramamayı başarısızlık olarak görüyordu. İşte bu onu için için parçalayacaktı.


Hiçbir şey aynı değildi artık. Annesi ebeyi mahkemeye vererek adalet istiyordu. Kocası da onun eski halini... Yapamıyordu. Sanki parçalara bölünmüştü ve bazı parçaları da kayıptı. Kızıyla beraber bir yanı ölmüş gibiydi. Herkesin onu anlamaktan ziyade intikam peşinde olmasını da anlayamıyordu. Kocası başka bir kadına sığınmıştı bile, o da kendini biraz eğlenceye atmak istedi ancak yapamadı. Yaşadıkları ile nasıl yüzleşecekti.

Günler geçti, ebe hakkında açılan kamu davasındaydı artık. Bir süre herkesin beklentisini besleyecek şekilde tanıklık ettikten sonra ebenin bir suçu olmadığını, onun elinden geleni yaptığını söyledi. O da biliyordu, kızının dünyayı bu kadar kısa sürede terk etmesinin başka bir sebebi vardı…

Belki bir gün ne olduğu anlayacaktı, artık hayata devam etmek için onunla vedalaşmaya, onun bu kısacık yaşamını onurlandırmaya hazırdı…

4 Kasım 2022 Cuma

Aşıklar Bayramı

Artık o da biliyordu… Son yolculuğuna az kalmış, yıllardır görmediği, arayıp sormadığı oğlunun yanına gitmesi gerektiğini biliyordu. Ona varınca “şöyle bir uğradım” diyecekti.

Oğlu Yusuf, avukat olmuştu. 25 yıldır görmediği babasına kapıyı açtığında şaşkındı. Şaşkınlık bittiğinde gelen duygusu 25 yılın öfkesiydi. Yatılı okuldayken her hafta sonu bir umutla babasını bekleyen oğlu, kısa sürede babasının ölümcül bir hastalığın son evresinde olduğunu anlayacaktı. Ailesinden ayrıldığında belki de kendinden korumak istiyordu. Eski eşi başka biriyle evlenmek zorunda kalmış, oğlu 14 yaşında yatılı okula gitmek zorunda kalmıştı. O da şimdi avukat olarak hayattaki haksızlıklarla mücadele ediyordu. Aldığı davalar ceza davaları, aldığı yük ona gelen mağdurların kaderleriydi.

Oğlu çok öfkeliydi: Neden diyordu, neden beni bırakıp gittin, neden beni arayıp sormadın? Tuhaf olan kendisinin hayaliydi yatılı okulda okumak. Öğretmek olmak. Kendi babası onu okula gönderecekti. Babasının aldığı şapkayla büyük hayaller kurarken elinde babasının verdiği şapka ile kala kaldı. Ölmüştü… İki sene geçmeden annesi… Oysa bu hikâyeler oğlunu hiç mi hiç ilgilendiriyordu. Bu onun davranışlarını haklı çıkarmıyordu. Alamadığını verememişti. Hayat bir şekilde akıp gitmişti. Tek ifade şekli sazı ile türlü söylemekti.

Erkenden kendini yola atmıştı; son hayali Kars'taki Aşıklar Bayramı’nda eski dostlarıyla bir araya gelip onlarla vedalaşmaktı. Oğlu kızgınlığına rağmen ona kıyamamış, yollara düşmüştü. Bu yolculuk onun için babasıyla çıkamadı yaşayamadığı hayatın tek perdelik bir sahnesiydi…

Sordu oğlu ona: “Adalete inanıyor musun?”
Cevap verdi: “Bunca yaşadığım yıllar boyunca bu dünyada adalet olmadığını anladım öbür dünyadan da çok büyük bir ümidim yok”… Kendi yaşadığı adaletsizlikleri kendi oğluna da yaşatmış. Oğlu da derindeki bir hisle avukat olmuş. Oysa içindeki yangın hiç sönmüyordu. Ne yaparsa yapsın kendini kötü hissediyordu. Kimseye bağlanmıyor, bağlanamıyordu.

Yol boyunca ilerlerken, hayatında kalbini kırdığı insanlardan helallik istiyordu. Bu dünyada olmayanlardan nasıl alacaktı? Gidiyordu onlarla buluşmaya… Vakti az kalmış, gözleri kapanmak üzereydi.

Oğlu bir yandan kızgın, bir yandan üzgün… Artık mezarın başında. Tek başına, gözyaşları dökülmektedir. Ağlarken diğer bir Âşık gelir ve teselli etmektedir.

“Baba kelimesi yarım kalmış bir kelimedir, babalar hep yarım kalır.”

30 Temmuz 2022 Cumartesi

Zeytin Ağacı - Aile Ağacı

Çalışıp didinip cerrah olmuştu, şimdi yeni bir hedefi vardı; yurt dışında bir bölüme transfer olmak. Ada’nın tüm başarıların yanı sıra yakın arkadaşlarından birinin kanser olması onu çok üzüyordu. Tüm çabaları onun kurtarmak da olsa arkadaşı Sevgi gözünün önünde kuruyordu. Diğer bir arkadaşları Leyla ise olumlu ve neşeli tavırları ile herkese moral vermeye çalışırken hiçbir şeyi dert etmiyor gibi duruyordu.

Tüm macera Sevgi’in 'Köken Aile Açılımı' isimli çalışmayı denemek istemiyle başlıyordu. Bu çalışma diyordu ki – her hastalığın, olayın ardında yatan bir travma veya atalara dayanan bir trajedi vardır…

Bu doğru olabilir miydi? Atalarımızın öldürülmesi, göç etmesi, sevdiklerine kavuşamamaları, anne babalarına karşı kendini ifade edememeleri, onların sorumluluklarını paylaşmaları, nesiller sonra bizleri nasıl etkilerdi?.. Daha da ilginç olanı bizi hiç tanımayan insanlar bizim atalarımızı ve bizi nasıl temsil ediyordu?

Önce Sevgi denemeye karar verdi; daha henüz çocukken gözleri önünde öldürülen babasının acısıyla yüzleşti, annesinin eşi durumuna düşüp evde bir çocuk için fazla olan yükleri sırtlandığını fark etti. Tedavisini elbette bırakmamıştı… Bir ay içerisinde çok daha sağlıklı gözüküyordu. Hastalık ona bir mesaj veriyordu sanki uyan ve fark et… Ada’ya göre bu geçmiş tedavilerin sonucuydu. Her ne kadar değerler inanılmayacak kadar iyi olsa da bu çalışmanın işe yaradığını kabul etmek istemiyordu.


Her defasında suya girdiğinde boğulacak gibi hisseden Leyla’nın çalışmasında ise anneannesinin Girit’ten göçerken birisi tarafından suya atılıp boğulması ortaya çıktı. Onun hissetleri acıları, korkuları Leyla da hissediyordu. Anneannesini onurlandırdıkça Leyla’nın sudan korkusu bitmişti.

Geçmişteki aile dinamikleri en ilişkilerde kendini gösteriyordu. Kurduğumuz ilişkiler, hayatımıza çektiğimiz olaylar bastırdığımız yanların yansımalardan oluşuyordu. Annemiz, babamız yerine koyduğumuz insanlar. Onların yaşadıklarının aynısını veya tam tersini yaşamak ve tüm bunlar karşında geliştirdiğimiz inatçı parçalar; güçlü, öfkeli, çok çalışkan, eril, aşırı alışveriş veya eğlenceye düşkün… vb.

Olumlu gelişmeler olsa da Ada hala olan bitene inanmak istemiyordu. Ayrıca olumlu gelişmelerin yanı sıra farkındalık kazandıkça olumsuz durumlar da ortaya çıkmıyor değildi. Sevgi, annesinin onun çocuk yerine koymasından bıkmış ve annesine bunu anlatınca araları bozulmuştu. Leyla, eşine verdiği sınırsız toleransı sorgular olmuş ve yapayalnız kalırsa ne olacağında endişe eder hale gelmişti. Kendisinin hayatında da yeniden aldatılıyordu… Ada’nın geçmişinde ise hiç bilmediği olaylar vardı. Anneannesinin ablası genç yaşta trajik olayların sonunda can vermişti. Yaklaşık 100 sene öncenin duyguları hala bugünkü kadar tazeydi – büyük travmaları zaman iyileştirmiyordu.

Olay olayları takip ederken artık biliyordu Ada: Her ne kadar ispat edemese de bu çalışma geçmişi anlamamıza, olan olayları, aile bireylerini oldukları gibi kabul etmemize ve özgürleşmemize fayda sağlıyordu; çalışmaya devam edecekti, zeytin ağaçlarının arasında…

Zeytin ağacının altında nur içinde yat babam…