Artık o da biliyordu… Son yolculuğuna az kalmış, yıllardır görmediği, arayıp sormadığı oğlunun yanına gitmesi gerektiğini biliyordu. Ona varınca “şöyle bir uğradım” diyecekti.
Oğlu Yusuf, avukat
olmuştu. 25 yıldır görmediği babasına kapıyı açtığında şaşkındı. Şaşkınlık
bittiğinde gelen duygusu 25 yılın öfkesiydi. Yatılı okuldayken her hafta sonu
bir umutla babasını bekleyen oğlu, kısa sürede babasının ölümcül bir hastalığın
son evresinde olduğunu anlayacaktı. Ailesinden ayrıldığında belki de kendinden
korumak istiyordu. Eski eşi başka biriyle evlenmek zorunda kalmış, oğlu 14
yaşında yatılı okula gitmek zorunda kalmıştı. O da şimdi avukat olarak hayattaki
haksızlıklarla mücadele ediyordu. Aldığı davalar ceza davaları, aldığı yük ona
gelen mağdurların kaderleriydi.
Oğlu çok öfkeliydi: Neden diyordu, neden beni bırakıp gittin, neden beni arayıp sormadın? Tuhaf olan kendisinin hayaliydi yatılı okulda okumak. Öğretmek olmak. Kendi babası onu okula gönderecekti. Babasının aldığı şapkayla büyük hayaller kurarken elinde babasının verdiği şapka ile kala kaldı. Ölmüştü… İki sene geçmeden annesi… Oysa bu hikâyeler oğlunu hiç mi hiç ilgilendiriyordu. Bu onun davranışlarını haklı çıkarmıyordu. Alamadığını verememişti. Hayat bir şekilde akıp gitmişti. Tek ifade şekli sazı ile türlü söylemekti.
Erkenden kendini yola
atmıştı; son hayali Kars'taki Aşıklar Bayramı’nda eski dostlarıyla bir araya
gelip onlarla vedalaşmaktı. Oğlu kızgınlığına rağmen ona kıyamamış, yollara
düşmüştü. Bu yolculuk onun için babasıyla çıkamadı yaşayamadığı hayatın tek
perdelik bir sahnesiydi…
Sordu oğlu ona: “Adalete inanıyor musun?”
Cevap verdi: “Bunca yaşadığım yıllar
boyunca bu dünyada adalet olmadığını anladım öbür dünyadan da çok büyük bir
ümidim yok”… Kendi yaşadığı adaletsizlikleri kendi oğluna da yaşatmış. Oğlu
da derindeki bir hisle avukat olmuş. Oysa içindeki yangın hiç sönmüyordu. Ne
yaparsa yapsın kendini kötü hissediyordu. Kimseye bağlanmıyor, bağlanamıyordu.
Yol boyunca ilerlerken,
hayatında kalbini kırdığı insanlardan helallik istiyordu. Bu dünyada
olmayanlardan nasıl alacaktı? Gidiyordu onlarla buluşmaya… Vakti az kalmış, gözleri
kapanmak üzereydi.
Oğlu bir yandan kızgın,
bir yandan üzgün… Artık mezarın başında. Tek başına, gözyaşları dökülmektedir.
Ağlarken diğer bir Âşık gelir ve teselli etmektedir.
“Baba kelimesi yarım kalmış bir kelimedir, babalar hep yarım kalır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder