Ey çocuklar, lütfen
okulda bir şey öğrenmeyin! Size empoze ettiğimiz rekabetin içine dalmayın.
Hayatın bir koşuşturmaca olduğuna inanmayın! Hayat...
Bizlerin ebeveynleri genellikle yokluk içinde, zor şartlarda
büyüdü... Tutumlu olmak, okumak, güvenli ve prestijli bir işe girmek önemliydi.
Şimdilerde ise artan nüfus, talebin ötesinde artan üretim kapasitesi ve düşen
maliyetlerle rekabetin kızışmasıyla, okul
ve iş hayatı bir tıkanıklık yaşıyor. Bu da zihinlerde daha fazla endişe
yaratıyor. Ebeveynler olarak – çocuklarımız iyiliğini istediğimiz için – onların
gelecekleri hakkında planlar yapıp onları teşvik ediyoruz...
Tüm bunları yaparken ise aşağıdakilerin en az iki üç
tanesine inanarak yapıyoruz.
-
Ebeveynler çocukları için en doğrusunu bilirler.
-
Çocuklar, onlar için uygun olduğu düşünülen
okullara gitmezlerse bir gelecekleri olmaz.
-
Ebeveynler için çocuğun ‘başarılı’ olması gurur vericidir.
-
Ebeveynler, çocukları için prestijli meslekleri
tercih eder.
-
Çocuklar için mesleğin ne kadar para
kazandıracağı ve ne kadar sağlam olduğu önemlidir.
Tüm bu varsayımlardan daha da tehlikeli olan gizli bir
mesele daha vardır. Çocuklar süratle rekabete itilirken, ebeveynler de kendi aralarında rekabet halindedir. “Sizin oğlan
hangi okula gidiyor?”, “Sizin kız girebildi mi üniversiteye?” gibi soruların
ardında hep bir mukayese vardır... Kendimize karşı dürüst olmalıyız; kendi rekabetimiz
için çocuklarımızı kullanıyoruz muyuz?
Tüm bunları yaparken de, o kadar çok yardım ediyor ve
karışıyoruz ki, çocuklara verilen açık veya gizli mesaj şu oluyor: “Bunu bizsiz
yapamazdın ve bize borçlusun.” Özgüveni olan çocuklarımız, özyeterlilik
konusunda fakirlik yaşıyorlar. Kendi başlarına karar alamayan bir genç, özgüveni
ne yapacak? O kadar ısmarlama giyilmiş bir palto ki, paltonun altında hiç bir
şey yok...
Ebeveynler olarak bizler geçmişiz... Çocuklarımız ise şimdi!
Tüm bilgi ve deneyimlerimiz, kendimizin ve atalarımızın yaşadığı travmalarla
bezenmiş tarihi bir çorba! Ebeveynleri yokluk içinde büyümüş bir kuşağın yapabileceği
tek şey korku tabanlı bir gelecek
planı hazırlamak olabilir... “Hayat çok zor!” “Aman kendine güvenli bir
geleceğin olsun!”
Hayatın ne olduğunu bildiğimizi zannediyoruz. Kendi
yapamadıklarımızı çocuklarımız yapsın istiyoruz. Ne çabuk unuttuk çocuk olmayı?
Çocukken kurduğumuz hayalleri... Çocukken yapmaktan keyif aldığımız şeyleri...
Sevgiyi, hesap kitap yapmadan başkalarını sevmeyi ve en önemlisi de kendimizi
sevmeyi... Hayatı yaşamayı!
Evet, ebeveynler olarak bizler çok iyi biliyoruz. Bizim
ebeveynlerimiz de çok iyi biliyorlardı. Onların geçirdikleri acı dolu ve mutsuz
yıllar için bahaneler bulup, biz biraz daha iyi yaptık diyoruz belki de. Belki
de kendi mutsuzluğumuzun üstünü, ‘çocuklarımızın geleceği’ isimli proje ile
örtüyoruz. “Ben en iyisini başaramadım, ancak çocuklarımın başarmasını
sağlayacağım” diyoruz...
Peki amaç nedir? Tüm bu çabanın amacı nedir? Para kazanmak
mı? Güvenli bir gelecek mi? Prestijli bir meslek mi? Tüm bunlar, ne için gerekli?
Hayatta kalmak için mi? Hiç sanmıyorum. Mutlu olmak ve sağlık masraflarını
karşılamak için mi? Bunlar, gerçekten mutluluk getiriyor mu? Mutluluk hakkında
ne biliyoruz? Hayat hakkında ne biliyoruz?
Çocuklar ise küçükken yarattıkları mutlu ve harika
dünyalarından çıkıp bu “ebeveyn oyununu” öğrenmeye zorlanıyorlar. Bu oyunun
ismi Alan Watts’ın deyimi ile Güç Oyunu... Rekabet ile yoğrulmuş, devamlı
bir sonraki hedefe koşturulan, genelde politik olmak zorunda kalınan, her şeyden
önce çalışmanın ve işin geldiği, her dakika bir şeyler yapmak gerekliliğinin
hissedildiği bir oyun... Bu oyundaki değerler, önemli olan amaçlar, unvan,
statü... Çoktan seçmeli sınavları takip ederek başlar bu oyun ve basamak
basamak devam eder. Büyük bir balığı yakalamak gibidir; sıkı çek, biraz bırak,
sıkı çek, biraz bırak...
Bu oyunda usta olmak için seneler harcanır, yaklaşık 35-40 yaşlarına
geldiğimizde çoğumuz uzman olmuşuzdur. İşte bu aşamada iki ihtimal vardır: Birinci
ihtimalde, artık oyunun kurduyuzdur, zihinsel ve fiziksel deformasyonumuzu
spor, güzellik ürünleri, eğlence, spritüel ürünler veya bağımlılıklarla telafi
etmeye çalışırız... İkinci ihtimal, acı olsa da, daha umut vericidir. Artık bu
oyunda gerçek bir ödülün olmadığını anlar, değerlerin yapay olduğunu fark
ederiz. Bu oyunda kazandıklarımızın geçici olduğunu, aslında hep fazlasını
isteme eğilimde bir zihin yaratıldığını ve kalıcı bir mutluluğunun olmadığını
algıladığımızda, kendimizi kandırılmış hissederiz... Anlarız ki hiç bir şey
bilmiyoruz.
En başta bahsedilen tüm varsayımları bir yana koyalım. Bu
konuda kendimize karşı sert bir tavır sergileyin. “Yok canım, ben böyle
yapmıyorum” demeden önce iyice araştırın. Bunu çocuğunuz için yapın. Sadece
yeni bakış açıları koyabiliyor muyuz, bunlara beraber bakalım.
-
Hayatı yaşayacağız diye tüm yaşamımızı
tüketmiyor muyuz? Eğer bu doğruysa, çocuklara yaşama fırsatı verebilir miyiz?
-
Bizim yaşadığımız kaderi genellikle çocuklar da takip
ederler. Buna gerek var mı? Bunun için neler yapabiliriz?
-
Her çocuk, her birimiz Yaradan tarafından
benzersiz yaratıldık. Bizim çocuklarımız da öyle... Bilinen, ezberlenen
meslekler dışında çocuğunuz, neyi yapmaktan mutlu olurdu? Hangi yetenekleri
mevcut?
Ey çocuklar, lütfen
okulda bir şey öğrenmeyin! Sevgiyi öğrenin, paylaşmayı öğrenin! Nelere ilgi
duyduğunuzu keşfedin! Ruhunuzu keşfedin! Özgürce seçim yapmayı öğrenin!
Yaşamayı hiç unutmayın!