27 Şubat 2020 Perşembe

Meditasyon Nedir?

Meditasyon kelimesi Latince meditatio kelimesinden türetilmiştir. Batı’da tercümesi ‘derin düşünme’ olarak yapılsa da, mistik öğretilerde ‘içe dönme, öz varlığa ulaşma, iç huzuruna kavuşma’ gibi anlamlar taşır.


Son zamanlarda popülerliliği artan bir kelime olan meditasyonun anlamı konusunda Batı’dan Doğu’ya uzanan bu bakış açısının arasında bir yerlerde olabiliriz? Bizim için bu kelime ne anlama geliyor? Dua gibi bir şey mi? Gözleri kapatıp bağdaş kurup oturmak mı? Belli bir müzik ve sözcükler tekrarlayarak yapılan bir şey mi? Anlamını kavramadan meditasyon tekniklerine başlamak bizi daha derin ve tehlikeli yanılsamalara götürebilir.

Meditasyona Neden İhtiyaç Duyarız?
Genellikle iç huzurumuzu elde etmek için, kısaca sakinleşmek için bir arayış içerisine girmiş olabilir. Peki neden sakinleşmeye ihtiyaç var? Bu koşuşturmacanın temelinde ne yatıyor? Stres... Gerilim... Neden gerilmiş durumdayız? Gerilmek için iki kutup gerekir. 

Gerilmemize sebep olan en temel çelişki, olduğumuz kişi ile olmak istediğimiz kişi arasındaki farktır. Olmak istediğimiz kişi ise genellikle bize dışarıdan empoze edilen –meli ve –malı ekleri ile gelir. Devamlı hedefe koşma üzerine kurulmuş bu sistemde herkes zirveye oynar. Oysa zirvede fazla yer yoktur. Oraya ulaşan da çok da mutlu sayılmaz. Jim CarreyKeşke herkes benim gibi ünlü ve zengin olsa ve tüm bunların bir anlam ifade etmediğini görse” demiştir. Kendimizi bedenimiz ve zihnimizle özdeşleştirdiğimiz sürece bu gerilim kaçınılmazdır. Tüketime yönelik sistem, bu durumu fazlasıyla kullanır, maddi ve manevi bir çok araç gereç ile bizlere bir şeyler satarlar. Maddi tarafın farkına varmak nispeten daha kolaydır. Oysa manevi dünya çok daha sinsi olabilir. Zihin bu sefer kendini ulvi bir makamla, şifacı olmakla, seçilmiş kişi olduğunu hayal ederek tanımlamaya devam eder. Başkalarıyla kıyaslama daha zordur, bu sebeple kişinin bu yanılsamadan çıkması daha da zor olabilir. Oysa derinde hala bir ses “yeterince iyi değilsin” der durur...

İçimizde sesleri duymak, zihnin kendini neyle, nasıl tanımladığını anlamak meditasyonun sonuçlarından biridir. Tüm duygu ve düşünceler zihinde oluşur. Tamamı geçmişten gelen – bir kısmı genler vasıtasıyla atalarımızdan gelir – bilgi ve deneyimlerden oluşur. İyi veya kötü gibi gözüksünler, bu hücresel ve beyinsel belleğe dayanan depo koşullanmıştır. Ne için? Bedeni hayatta tutmak için. Oysa şu anda en büyük derdimiz hayatta kalmak değil, tüm bu koşullanmalardan özgür hale gelip, gerçekten kim ve ne olduğumuzu anlamaktır.
Dolayısıyla, meditasyon zihnimizdeki duygu ve düşüncelerden özgürleşmektir.


Farkındalık ve Gevşeme
Nasıl farkına varacağız? Yapılacak ilk iş; gözlemlemek. Zihni gözlemlemeyi bir alışkanlık haline getirmek en önemli adımdır. Bir şeyi gözlüyorsak, o şey değilizdir. Zihinde oluşan tüm duygu ve düşünceleri izleyin. Bir arkadaşımın kızı “My brain is thinking” derdi. Türkçe’de bu “Beynin düşünüyor” demek...

Beyinde oluşan düşünceler, belleğin tepkisidir. Bellek geçmiş demektir. Geçmişin bilgi ve deneyimlerine dayanarak gelecek hakkında varsayımlar yaratan bir sihirli küre... Amaç hayatta kalmak olduğunda temel duyguların biraz karamsar olması doğaldır; korku, üzüntü, iğrenme, öfke, şaşkınlık... Düşünceler ya geçmişle ya da gelecekle ilgilidir. Yaşadığımız tek an Şimdi’dir. Şimdi’de değilsek yaşamıyoruz demektir. Yaşadığımız anın farkındaysak hayatla uyumluyuz demektir. Endişe, depresyon veya gerilim yoktur. Zihin dingin ve sessiz olduğunda gerilim yoktur. Zihin sessiz olduğunda beden gevşer. Bedenin gevşemesi zihnin dinginliğine katkı olur. Bu sistem karşılıklı çalışır. Meditasyon zihnin dinginleşmesi ve bedenin gevşemesi ile sağlanabilir. Gevşemek için bedenimizin farkında olmalıyız. Bedeni fark etmek, meditasyon sayesinde olur. Devamlı şekilde birbirini etkileyen bu zincire bir yerden girmek gerekiyor.


Meditasyon Yapılır mı?
Teorik bilgileri bilmek ayrı, yapmak ayrıdır, olmak ise bambaşka bir haldir. Önce taklit etmek, o hale ulaşmak için ilk adımdır. Zihni anlamak için herhangi bir meditasyon tekniği ile başlanabilir. En temel teknik oturarak veya yatarak – uyumadan – düşüncelerin gözlendiği sessizlik için kalmaktır. Süre size bağlıdır. Genellikle gözler kapalıdır. Yapabilirseniz gözlerinizin açık olması daha iyidir. Gözler kapalı olduğunda uykuya dalmak, hayal kurmak ihtimali vardır. Görüp bakmadan, tüm dikkati içeriye almak başta zor gözükse de uzun vadede daha uygundur. Lakin, tüm teknikler en sonunda bizi hayatımızın genelinde meditatif bir hale taşımalıdır. Teknik amaç değil sadece araç olmalıdır. Tekniğe bağımlılık da kökeninde diğer bağımlılıklardan farklı değildir. Günlük hayatta gözlerimiz açıktır. Gözler açık meditasyon bizi meditatif hale hazırlar.

Mantra veya tekrarlanan sözcüklerle yapılan meditasyon türleri de başlangıçta iyi gelebilir. Ancak rutin ve tekrar hakim olmaya başlarsa yeniden zihin devreye girebilir. Zihin rutin çok sever, rutin ise bizi farkındalıktan uzaklaştırır. Önemli olan hiç bir şey yapmadan izlemeye giden yolda sabırlı olmaktır. Rutin olursa bunu bozun. Ortamın tamamen sessiz olmasına da ihtiyaç yoktur. Eğer dikkatiniz çok fazla dağılıyorsa başlarda sessiz bir ortam arayabilirsiniz. Zamanla dış seslerin de düşünceler gibi gelmesine ve gitmesine izin verin. Bulutlar gelir, bulutlar gider... Bulutları kontrol edemediğimiz gibi düşüncelere de, dış seslere de müdahale edemeyiz. İçimizde merkezimize doğru derinleştikçe, iç sessizlik ve huzur baki olacaktır.

Meditasyon, Doğu kökenli öğretilerden Batı’ya gelmiştir. Oysa namaz, zikir, semazenlerin dönmesi, dua, dans ve hatta yürüyüş bile bir meditasyon olabilir. Farkındalık varsa, zihin sessizleşmeye başlamışsa, bu meditasyondur. Doğu kültürlerinden farklı olarak, bizler eğitim sistemimiz ve kapitalist düzenden dolayı daha hedef odaklı – yapmak odaklı – yetiştiriliyoruz. Bu da fazla gerilime sebep veriyor. Nihayetinde gerilim bedende birikiyor. Gerilmiş bir beden oturup meditasyon yapmak için bir engeldir. Batılı toplumlar için hareketli meditasyonlar, dans ve yürüyüş gibi bedenin gevşemesini sağlar.

Günlük meditasyon, her gün yapılan yürüyüş gibi değildir. Meditatif hali yavaş yavaş gün boyunca sürdürmek gerekir. Meditasyon yapılacak bir şey olmaktan çıkar ve farkındalık bizi hayatımızın tamamına hakim olur. Gün içerisinde ne yapıyorsak acele etmeden, hissederek, izleyerek yapmak, dokunduğumuz direksiyon, kokladığımız yemek, ısırdığımız simit, yudumladığımız kahve... İşte o zaman anda, o zaman hayattayız demektir. Lao Tzu der ki, “Doğa acele etmez, ancak her şey mükemmeldir”. Bizler de hedefler olmadan, meditasyon tekniklerini amaç ve takıntı haline getirmeden farkında olmayı ve gevşemeyi öğrenmeliyiz. O vakit deneyim bağımlılığından, başkalarının bu görme ve beğenme gerekliliğinden özgürleşiriz.


Nefes
Nefes demek hayat demektir. Aklımız bambaşka bir yerdeyken bile, beden nefes alıp vermeye devam eder. Her fırsatta nefesin hareketini izlemek bizi o ana getirir. Nefesimiz çok sığ veya sadece göğüsün hareket ettiği bir nefes tarzı ise, sadece göbeğimizin hareket ettiği uzun ve yavaş nefeslere bedenimizi davet edebiliriz. Acil durumlar hariç (kaç veya savaş) kısa-sık göğüs nefesine ihtiyaç yoktur. Eğer nefes konusunda ciddi sıkıntılarımız varsa, bir nefes koçundan destek alabiliriz.

Sonuç
Meditasyon son zamanların moda akımı gibi bir spor veya etkinlik olarak görülmemelidir. Tüm ulvi öğretilerin nihai hedefi meditasyondur: Sürücü koltuğuna geçmiş tüm duygu ve düşüncelerden özgürleşmek ve öz varlığımızla bütünleşmek. Elbette ruhsal ve fiziksel sağlığımız, iç huzurumuz, hayattan keyif almamız, çabaların yerini akışın alması sayısız faydadan bazılarıdır...

En önemli ise iç dünyanıza bakış açınızın tamamen değişmesidir. İç değiştikçe dış dünyaya bakışımız da değişecektir.
Lao Tzu, Konfüçyüs ve Buda sirkenin tadına bakarlar. Konfüçyüs ekşi bulur, aynı yozlaşmış insanlarla dolu dünyayı bulduğu gibi. Buda acı bulur, aynı dünyayı acı dolu bulduğu gibi. Buna karşın Lao Tzu tatlı bulur çünkü dünyayı tatlı buluyordur. O, dünyanın görünen karmaşasının altında yatan ahengi görme eğilimindedir. Biz de hayatla beraber aktığımızda, çabasız eylemi öğrendiğimizde uyumlu hale geliriz. Gerilim ortadan kalkar. Lao Tzu’nun verdiği üç tavsiye ancak meditatif bir durum sağlandığında ulaşılır.
-Dinginliğe daha fazla önem vermeliyiz.
-Zihnizini boşalttın, gelene yer açın.
-Özünüzle yeniden bağlantı kurun.
“Olduğumu bıraktığımda, olabileceğime ulaştım.” Lao Tzu

21 Şubat 2020 Cuma

American Factory


Firma satın almak veya firma birleşmeleri, evlenmek-boşanmak gibi ailevi olaylara benzer. Son derece hassas bir şekilde süreçlerin üzerinden geçilmelidir. Her firma aileler gibi farklı sistemlerdir ve kendine özgü dinamikleri vardır. Özellikle de bu birleşmeler veya satın almalar farklı kültür veya farklı ırkları barındırıyorsa. Son dönemlerin üretim anlamında yıldızları olan Uzak Doğu firmalarının Batıda yaptıkları yatırımlarda bu kültür çatışmalarını görmek olağan bir hale gelmiştir.

American Factory adlı belgesel, eski bir amerikan fabrikasının Çinli bir üretici tarafından satın alınmasının ardından özellikle iki kültür arasındaki çatışmayı konu alıyor.

Hayatın amacı çalışmaktır” diyen bir Çinliler Batı’da oldukça zorlanmaktadır. Son derece bireyci bir toplum olan Amerika’lılar ile çalışmaya, ülkelerine ve elbette şirketlerine aşırı bağlı olan Çinli yöneticiler bir türlü anlaşamazlar. Hemen oluşan kutuplaşma her iki tarafın da diğerine karşı taktikler oluşturmasına sebep olur.

Uzak Doğu’da çoğu kültürde rastlanan, başkalarına karşı güvensizlik, derinde yatan milliyetçi bir gurur ve sorgusuz sualsiz sadakat, Amerikan Rüyası ile bağdaşmaz. Çinlilerin kendi mahallelerini yaratmadaki başarılarını şirketlerde de sürdürme rüyaları, sendika ile çalışmamalarına, iki dolar daha fazla vererek çalışanları motive etme gayretleri ve çeşitli yıldırma (mobbing) çabaları ile devam eder.


Her ne var ki bunlar işe yaramaz, firma zarar etmeye ve iş gücü değişmeye devam eder. Doğrudan iletişimi sevmeyen bu kültür, her şeyi dolaylı yolla, imalarla halletmeye alışmıştır bir kere. Yerelleşmek yerine kendi kültürlerini devam empoze etmeye çalışmaktadır. İki sistem arasındaki kaostan her iki tarafın bazı bireylerini etkiler. Rekabetin artması ile maliyetleri düşürme baskısı, fazla çalışan, az maaşa ve güvenlik koşullarına razı gelen ülkelerin ön plan çıkmasına yardım ediyor. Tüketim ve kıyasıya rekabet bu kısır döngüsü beslemektedir.


Oysa, günümüzün şirketleri de geçmişin kalabalık aileleri yani kabileler gibi yönetilmelidir. Bu da ancak kültür uyumu ile gerçekleşir. Değerler ve ulvi bir amaç – elbette sadece çalışmak değil – birleştiğinde başarı sadece bir yan üründür... 

7 Şubat 2020 Cuma

Airplane Mode - Uçak Modu


Uçağa binince elektronik cihazları kullanmıyorsanız, kısa bir molanın keyfini çıkartıyorsunuz demektir. O kadar alıştık ki bu aletlere, okuduğum kitabı bile kalkış sırasında kapatmam gerekiyor mu diye düşünürken buluyorum kendimi. Hele bir gün evden çıkarken cep telefonunuzu evde unuttuysanız, önce yaşanan dehşet halinden sonra bir anda rahatlamaya başladığınızı hissedersiniz. Öte yandan koştura koştura eve geri geliyorsanız ve gününüzün yarısı ekrana bakmakla  geçiyorsa alarm sinyalleri çalmak üzere olabilir.

Airplane Mode isimi filmde genç kızımız pazarlamacıların tabiri ile Influencer – başka kişilerin üzerinde etki bırakan kişi – olarak takipçilerine moda olarak kıyafet ve aksesuarları dolaylı bir şekilde tanıtarak para kazanır. Gerçek eğitimini kıyafet tasarımı üzerine alan Ana, kendini sosyal medyaya ve oradaki imajına adamıştır. Sahte sayılabilecek ve firması tarafından yönetilen bir ilişkisi, son derece zayıf aile bağları vardır.

Dijital dünyadan önce de insanlığın en büyük sıkıntılarından biri egodur; personadır, taktığımız maskelerdir. Başkalarının bizi nasıl gördüğü ile bizim kendimizi nasıl gördüğümüz arasındaki fark hiç bir zaman kapanmaz. Geçmişte en azından fiziksel olarak irtibatta olduğumuz kişilere karşı maskeler daha ortadadır. Şimdi ise kısıtlı zaman aralıkları ile, bir çok teknolojik filtreler, düzenlenmiş ve planlanmış görünüm ve monologlar sayesinde uçurum giderek artar.


Gözü devamlı telefonda olan Ana, durmadan kaza yapmaktadır. Ana’yı bu durumdan kurtarmak için annesi bir plan yapar ve Ana kendini küçük bir kasabada yalnız yaşayan dedesinin yanında bulur. Bir kez daha destek bir önceki kuşaktan gelir. Hayatta olsun veya olmasınlar, ebeveynlerimizin anne ve babaları bizlere gizemli bir destekte bulunur. Onlar da bizim içimizde bir yerde yaşamaktadır. Anne ve babamız sayesinde onlara ve onların gerisine bağlıyızdır. Her zaman. Tek önemli olan ise bunu fark etmektir.

Toplum ve son zamanlarda dijital medya sayesinde ‘biz olmayan’ ne varsa, gerçek olmayanı bıraktığımızda, değişik bir anlayış gelişir. Bu anlayış zihinden gelmez. Görmekten, uyanmaktan gelir. Kalpten gelir. İşte o an içimizdeki yaratıcı güç, yapmaktan gerçekten keyif aldığımız şeyleri keşfetmeye, olmaya, sadece olmaya başlarız...