15 Ocak 2019 Salı

Ne Zaman?


Ne zaman bıraktın doğayla ilişkini?
Ne sandın sahip olmayı, biriktirmeyi?..

Ne zaman korkmaya başladın gelecekten?
Kendini bağımsız mı sanıyorsun her şeyden?

Ne zaman başladı bu ayrım?
Akla kara mı? Biz ve diğerleri mi?

Ne zaman değer vermeye başladın ona?
İçle dışı ne zaman ayırdın?

Ne zaman başladın bedeninden şikayet etmeye?
Yaşlanmayı ölümü kanun belledin..?

Dolacak mı sandın dipsiz kuyu?
Ne zaman bırakacaksın kuyuyu beslemeyi?

Ne zaman bitecek bu orta oyunu?
Ne zaman bitecek bu hasret?

Yakıştı mı iyilik pelerini?
Oldu bitti mi şimdi?

Ah nasıl bir kısır döngü bu?
Söyleyen de bir, söylenen de bir...

10 Ocak 2019 Perşembe

Şampiyonlar – Campeones



İkinci olduk! İkinci Olduk!” diye çılgıncasına seviniyordu takımı. Karşı takımın oyuncuları ile sarmaş dolaş çığlık atıyorlardı. Son saniyede kaçan basket ile kaybetmelerinin şokunu henüz yaşayamadan bu ilginç manzarayı seyrediyordu ünlü basketbol koçu... “Kaybettik” diyordu bu ilginç oyuncu kadrosuna. Onlar ise koçlarına moral veriyordu:
İkinci olmak birinci olmaktan daha kötü. Birincilikte tek başına oluyorsun ama ikincilikte çift kişi oluyorsun. Seni seviyorum koç...
Nasıl gelmişti bu noktaya? Açık sözlü davranan, tuhaf davranışları olsa da yürekleri sevgi dolu olan bu otistik ve mongol oyunculara nasıl koç olmuştu? Her şey sinirlerine hakim olamadığı için basketbol maçı sırasında takım baş koçuna saldırmasıyla başladı. Evliliği de iyi gitmiyordu. Hakim ona bu değişik takımın başına geçme cezası vermişti. Nereden geliyordu bu öfke? Hayata da pek güvenmiyor gibi bir hali vardı. Hep başarılı olmak istiyor, hep çabalıyordu. Boyu kısa olmasına rağmen kendisini çok zorlayacak bir dal olan basketbolu seçmişti. Sanki onu henüz çocukken terk eden babasına kendini ispat etmeye çalışıyordu. Karısının yanında da bir erkek gibi değil, sanki bir çocuk rolündeydi.

Biri hariç basketbol hakkında hiç bir şey bilmeyen yeni öğrencilerine çok şey öğretecekti, ancak karşılığında büyük bir hediye onu bekliyordu. Hayata bakış açısı tamamen değişecekti. Korku ve takıntıları ile mücadele eden bazı oyunculara destek olurken, kendi korkularını yenecekti. Asansöre binememek ve baba olamamak gibi... Neredeyse hiç baba görmemişti. Nasıl yapılacağına dair hiç bir fikri yoktu. İlk defa bu oyuncuların babası gibiydi sanki. Onları daha yakından tanıyor ve destek oluyordu. Karısı da ona... Artık sorumluluğunu alma vakti gelmişti.


Tüm bu olayların ardından hissettiklerini kelimelere dökemiyordu. Hesapsız, ön-yargısız, nefretsiz, yaşadıklarını olduğu gibi aktaran bu insanlar anormal bulunuyordu. Belli ki rekabete dayalı, duyguların ve gerçeklerin ifade edilmediği, karşılaştıran, dedikodu ile beslenen zihniyet kaybediyordu. Hem de nesilden nesile aktarılan acılar, korkular sonuçları kaygılı, özgüveni olmayan insanlara ve ilişkilere sebep oluyordu... Evrim yavaş yavaş zihni değiştirecek miydi?

Marco: Benim işin normal oyuncuları yetiştirmek. Bu çocuklar ne oyuncu ne de normaller.
Julio: Kim normal, Marco? Sen ve ben normal miyiz?

9 Ocak 2019 Çarşamba

Beautiful Boy



Daha dün gibiydi. Ellerini tutuşu, gazını çıkarması, onu öpüp koklaması... Babasının oğluydu. Büyüdükçe onunla bir çok şey paylaşmaya başladı. Müzik dinliyor, sörf yapıyorlar, eğlenceye gidiyorlardı. Sonrasında boşanmıştı, beş yaşındaki oğlu onunla başka bir şehirde yaşıyordu. Yeni eşinden olan çocukları ile hepsi kocaman bir aile olmuştu. Her şey yolunda gidiyordu. Oğlu kullandığı masum gibi gözüken maddeleri bile onunla paylaşıyor ve bir arkadaş gibi o da oğluna eşlik ediyordu.

Oysa durum göründüğü gibi değildi. İşin derecesi hiç onun anlattığı gibi masum değildi. Bir kaç yıldır ciddi madde bağımlılığı oluşmuştu. Nasıl bu noktaya geldiğini düşünüyordu? Çevresindeki bütün baba-oğuldan daha yakın sanıyordu kendini. “Neden, neden?” diye soruyordu kendine. Oğlu ise hep babasını hayal kırıklığına uğradığını düşüyordu. Özellikle de üniversiteye gitmediği için...


Nerede hata yapıyordu? Onunla arkadaş gibi olmuştu hep. Son derece yakın... Belki onun babaya ihtiyacı vardı? Küçük yaşta annesinden ayrılması sorun mu olmuştu? Gerçekten bilemiyordu. Ne çabuk geçmişti zaman? Daha dün onu şarkı söyleyerek uyutuyordu. Ona onu her şeyden daha fazla sevdiğini söylüyordu. “Her şey... Her şey...” Bu onların vedalaşma ritüeli olmuştu. Onu her şeyden fazla sevmek belki de ona fazla sorumluluk yüklemek anlamına mı geliyordu? Bilemiyordu artık. Çıldırmak üzereydi. Oğlu ellerinin arasından kayıp gidiyordu. Yoksa fazla kontrolcü olmuştu? Boşanmanın, annenin ortalıklarda olmamasından dolayı ortaya çıkan durum telafi etmek için aşırı kontrolcü mü davranmıştı? Emin değildi, ancak oğlu onu bu konuda suçluyordu. Kontrolcü olmasının ardında neler yatıyordu? Kontrol güven arayışı demekti. Güven arayışı bir zamanlar korktuğunu veya hiç güvende hissedebileceği bir ortamı olmadığı anlamına geliyor olabilirdi. Şimdi kendisi hakkında düşünmek istemiyordu. Tek derdi oğlunu kurtarmaktı. Onu yetiştirme konusunda başarısız olduğunu görmek onu hem üzüyor hem de öfkelendiriyordu. Bazen eski karısına bazen oğluna bazen de kendine yükleniyordu.

Bir gün oğlunun evden çekip gittiği bir gün onun defterini buldu; son derece depresif çizimler, cümleler vardı bu defterde... Geçilmemesi gereken çizgi çoktan aşılmıştı:
“Kullandıkça, utanç duyacağım şeyler yapıyorum ve daha çok kullanıyorum, böylece yaptıklarımla yüzleşmek zorunda kalmıyorum. Geriye dönüş çok uzakta bir yolculuk gibi görünüyor.”

Hiç çaba göstermiyor değildi. Bir çok kere bırakmayı denemişti. Hatta bir keresinde bir seneyi aşkın bir süre temiz yaşamıştı. Ancak yine aynı noktaya dönüyordu. Bir grup konuşmasında şunları söylemişti: “Annem harika, babam harika. Benimle gurur duymalarını istiyorum.” Bu saçma bir cümleydi. Onunla gurur duymak için hiç bir koşula ihtiyacı olduğunu hissetmiyordu. Sadece oğlunu geri istiyordu. Belki de artık ona bebek bakıcılığı yapmayı bırakması gerekiyordu. Son eşi ve çocukları da bu durumdan etkilenmeye başlamıştı. Artık bir şeyler değişecekti. Bu konuda yazacak ve insanlara ilham olacaktı. Oğlunun bambaşka bir konu için söylediği bir cümleyi hiç unutmayacaktı:
Bunu senin için yapıyorum baba.

3 Ocak 2019 Perşembe

Sami Blood



Bir toplumun medeniyet seviyesi azınlıklarına gösterdiği saygı ile ölçülür. Medeniyetin beşiği Avrupa, görünüşteki medeniyet ve soyluluğun ardında, gerçekten ne kadar azınlıklara saygılılar? Özellikle de kendilerinden farklı renkte veya inanışta olan azınlıklara?

Barış ödüllerine ismini veren İsveçli Alfred Nobel’in asıl mesleği barut ve silah üretmektir. Edebiyat sadece hobisidir. Hatta küçüklüğünde keşfettiği dinamitle kardeşinin ölümüne sebep olmuştur. İsveç’in silah 2018’de ihracatı milyar doların üzerinde. TRT’de Banu Avar’ın hazırladığı “İsveç Gerçeği” belgeseli daha sonra yasaklanmış. (Bu belgeseli vimeo.com’da bulabilirsiniz.)

Sami Blood filmi İsveç’te yaşayan Sami Halkı’na (Laponlar) gösterdiği muamelenin küçük bir kesitini konu alıyor. Samiler İsveçliler tarafından baskıya uğramış, kısırlaştırılmış, yıllarca soykırım uygulanmış, sürülmüşler, çoğalmasınlar diye Sami kadınları kısırlaştırılmış. Kendi dillerini konuşmaları yasaklanmış, okulları kapatılmış ve aşağılanmışlar. Bilimsel olarak beyinlerinin küçük olduğuna karar verilmiş ve şehirde yaşamaları engellenmiş.

Küçük bir Lapon kızı olan Elle, adını Christina yaparak kabilesini terk eder. Ailesinden ve kökeninden utanan 14 yaşında bir kız olarak partide tanıştığı erkek arkadaşının evine gider. Uyum için İsveç dili konuşmaktan fazlası gerekecektir. Ailesini, kökenini reddeden biri bir anlamda hayatı da geri çevirmektedir.


Filmin yazarı ve yönetmeni yarı Sami yarı İsveçlidir. Dışlananlar her zaman sonraki nesiller tarafından temsil edilir. İfade edilemeyen, söylenemeyenler çoğu zaman sanat aracılığı ile ortaya çıkmaktadır. Tüm ırklar geçmişe gittiklerinde, binlerce, yüz binlerce yıl geri gittiklerinde aynı kaynaktan geldiklerini ve hala birbirlerine bağlı olduklarını anlayacaklardır. Ayrım sadece kazanma ve kaybetmeye odaklanmış zihinlerin ürünüdür.