Öyle bir yerde yaşıyorsunuz ki, hiç bir atışınız kaçmıyor,
herkes her dakika neşeli. Hep kibar ve güler yüzlü. Hiç bir zaman yağmur
yağmıyor, hiç bir zaman başınıza bir şey gelmiyor. Her şey çok güvenli. Her gün
her zaman aynı olaylar oluyor... Başta kulağa hoş gibi gelse de, bu durum belki
de sadece bedeni hayatta tutmak isteyen içgüdüsel beynimiz harika bir yer
olurdu.
Pleasantville isimli
filmin kahramanı David, kendini okulda
kendini dışlanmış hisseder. Babası ayrılmış, annesi kendinden genç bir sevgili
ile beraber, kız kardeşi ise çapkınlık peşindedir. Tüm bu sıkıntılardan
kurtulmanın yolunu Pleasantville isimle 1960’lı yıllarda geçen siyah-beyaz bir
dizi izlemekte bulmuştur. Bu dizide ilk başta anlatılan gibi mükemmel olarak
tabir edilen ideal Amerikan yaşantısının bir örneğidir. Baba işten gelir, anne
yemeği hazırlar, çocuklar okula gider, sporunu yapar...
Bir gün hiç umulmadık bir şey olur ve David, kız kardeşi ile
beraber bu dizinin içerisinde bulurlar kendilerini. Onlarda siyah beyazdır.
Gerçek hayatta olduğunun aksine zıtlıklar yoktu orada. Sadece olumlu durumlar
ve mutluluk. Oysa bu düzen ardında, her şeyin belirli olmasından kaynaklı derin
bir boşluk vardır. Zıtlıklar olmadan, insanları geliştirecek bir zorluk olmadan,
duygular olmadan hayat fazlasıyla yavandır. David ve kardeşinin müdahalesiyle
kasabada yaşayanlar bazı duygular hissetmeye başlar. Artık renklenmeye
başlarlar. Siyah beyaz kalan ise düzenin bozulmasından rahatsız olmaya başlar.
Her yenilikte veya hem yeni bir fikir ortaya çıktığında olduğu gibi, yeni bir
düşünce zihin için bir tehdittir. Bu toplumsal düzeyde de aynıdır. Her şey normalleşene
kadar değişik olanlara, farklılıklara karşın direnç olacaktır.
Bir süre sonra David tüm kasabayı rengarenk yapacak tüm
adımların atılmasını sağlayacaktır. Bu kendi iç dünyasındaki siyah-beyazlığı da
iyileştirmektedir. Artık olaylara bambaşka bir açıdan bakabilecektir.