20 Temmuz 2016 Çarşamba

Aşk ve Zaman


Aşk, gözlerin temasıdır,
Düşünceler olmaksızın.

Aşk dokunuştur, 
Zaman olmaksızın.
Aşk, sonsuz olan o anın içindedir...

Zaman devreye girdiği an,
Başlar anılar biriktirilmeye
Olumsuz anılar kazanır yarışı...
Hele bir 'gelecek' çıkarsa sahneye,
Kurgulamalar başlar ayrı ayrı...


Zihindeki ayrılık, 
Yansır tüm dünyaya...

18 Temmuz 2016 Pazartesi

Human

“En büyük korkum... Hiç kimse, hiçbir şey olmamak... Varsa bir anlamı neden burada olduğumu bilememek. İnsanlar içinde ne işe yaradığı belli olmayan, bir insan olmak. Evrensel bir dinamiğin varlığına inanıyorum ve şayet onun bir parçası olamazsam, beni yok edecek.”
İnsanlık kendini zihin-beden sanmaya devam ettikçe, bu beyanattaki gibi hem bu dünyada bir şey olamamaktan, hem de yine zihninde yarattığı öbür dünyada cezalandırılmaktan ve yok olmaktan korkmaya devam edecek...

Zihnin tek bir amacı vardır; bedeni hayatta tutmak... Bu amaçtan yola çıkan zihin, kendinin beden olarak, ölümlü bir birey olduğuna inanır... Hayalinde ise, bu hayattan sonra da başka bir şekilde öbür dünyada yer almak için çeşitli yöntemler geliştirir. Hem bu dünya, hem de öbür dünya için tek bir motivasyonu vardır: Korku!

İnsan zihninin gelişimi bir çok teknolojik gelişimi sağlarken, psikolojik olarak hiç gerekli olmayan düşüncelerimiz, bizi ya geçmişte ya da gelecekte tutar. Zihin asla şimdide değildir. Hayat ise sadece şimdidir... Zihnin diğer bir laneti ise, her şeye bir neden ve amaç aramasıdır. Başına gelenlere bir suçlu ararken, hayattaki amacını da arar.


Başka daha basit düzeydeki amaçlar – para, unvan, güvenlik, prestij, sosyal çevre vs – daha sonra daha sanal bir hale gelebilir; medyum, şifacı, kahin, seçilmiş kişi... Ancak amaçlar her zaman gelecektedir; hiç bir zaman bize kalıcı bir fayda sağlamazlar. Her amaca ulaştığımızda yenisi, daha iyisi önümüze konur... Zihin böyle çalışır.

Öte yandan, bir şey amaçlıyorsak, şu andaki halimizden memnun olmadığımız kanısına varabiliriz... Bu da, emin olduğumuz tek şey olan varlığımızın mükemmelliğini yargılamak anlamına gelir. Hepimiz zaten eşsiz bir şekilde yaratılmışızdır. Hepimiz ve hatta her şey birbirine bağlıdır. Madde dediğimiz şey bile gerçekte yoktur... Kuantum seviyesine inildiğinde enerji ve ilişkilerden (bağlardan) başka hiç bir şey kalmaz... Bu seviyede zaman ve mekan yoktur... Ölçümleme yapılamaz... Zihnimiz buna bir anlam veremez.

Zihnin ötesine geçildiğinde ise, farkına varılır ki, tüm dünyadaki yoksulluk, şiddet, rekabet, nefret, savaş... zihnin ‘ben’ ve ‘diğerleri’ ayrımından kaynaklanmaktadır. Hareket sağlamak için yaptığımız arabalar, artık lüks bir hapishane gibidir; trafikte sıkışıp kalmışızdır...


Tüm film boyunca insanların yorumlarından beden-zihin yapısını gözlemleyebilirsiniz... Bu filmi izleyip alkışlayan zihinler, neden alkışladıklarını biliyor mu acaba?
Ancak Uruguay'ın Eski Devlet Başkanı Jose Mujica’nın konuşması filmin geneline bakıldığında, oldukça sıra dışı kalıyor:
“Yoksulluğu savunmuyorum, sadeliği savunuyorum. Ancak sürekli büyümek isteyen tüketici bir toplum icat ettik. Büyüme olmazsa bu üzücüdür. Gereksiz ihtiyaçlarla bir israf dağı icat ettik. Sürekli almalısın ve atmalısın. Boşa harcadığımız hayatlarımız aslında. Bir şey satın aldığımızda, karşılığında para vermiyorsunuz. Verdiğimiz aslında vaktimizdir. O parayı kazanmak için harcadığımız vakit. Arasındaki fark ise şu: yaşamı satın alamazsınız. Yaşam akıp gider. Hayatı boşa geçirmek özgürlüğünü kaybetmek korkunç bir şeydir.”

15 Temmuz 2016 Cuma

Pelé: Birth of a Legend


Onun adı, Edison "Edson" Arantes do Nascimento... Bilinen ismi ile Pelé... Filme göre Pelé ismi, onunla dalga geçen çocuklar tarafından konulmuş bir isim. O, Brezilya’nın varoşlarında büyüyen fakir bir ailenin oğlu... Henüz 9 yaşındayken, Brezilya’ya kupa kazandırmaya söz vermiş bir çocuk... Bir değil tam üç Dünya Kupası ile kırılması zor bir rekoru elinde tutan bir efsane...

Pelé, belki de hem en çok tanınan, hem de en çok sevilen futbol yıldızlarından biridir... Peki 17 yaşındaki Pelé, ailesindeki imkansızlıklara rağmen, nasıl Brezilya Milli Takımı’na seçilmiş? Hikaye tam 8 yıl önceye dayanıyor; dokuz yaşında çıplak ayakları ile futbol oynayan Pelé, yerel bir turnuvada Santos’un yöneticilerinden birinin dikkatini çeker. Bu kişi Pelé’nin ailesine kartını bırakır. Bir süre, bu kişiyi kimse aramaz. Ancak anne daha fazla dayanamaz ve bu kişi ile irtibata geçer. Böylece, Pelé, Santos’un alt yapısında çalışmaya başlar. İsyankar ve biraz da öfkeli olan Pelé’nin en büyük destekçisi babasıdır.


Anne, bize hayat enerjisi verir; baba ise bu enerjiye hayatta yön verdiren kişidir.

Görünen o ki, maddi imkanlar olmasa da, Pelé, anne ve babasından gerekli desteği almıştır... Babası ona meyveler ile top kontrolünü geliştirmesi sağlarken, diğer yandan öğütler verir:
“Eğer profesyonel olarak oynayacaksan, kim olduğun konusunda utanma hakkın yok.” “Zamanla kavganın kendisine güvenmeyen insanların çözümü olduğunu anladım.”

Pelé, hem Santos takımında, hem de Brezilya milli takımında başlarda zorlanır. Takımı Avrupalılar gibi oynatmaya çalışan teknik adamlar, Pelé’yi olmadığı bir kalıba sokmaya çabalarlar. Öyle anlar gelir ki, Pelé zihnini boşaltır ve topla bir olmuş bir şekilde bildiği tarzı ile oynar... Hem de çok genç olmasına rağmen... Hikayenin gerisini herkes biliyor; kariyerinde 1283 gol ile sıra dışı bir rekor...
Pelé: “Her şeyi muhteşeme çeviren, bizim anormalliğimizdi.”
“İnsanlar senin oyunun hakkında kötü şeyler söylerse, hiç bir zaman gücenmeye, kulak asmaya hakkın yok!”

14 Temmuz 2016 Perşembe

One More Time


Jude’un hayatı düzensizdir; birçok tek gecelik ilişkinin yanında, iş hayatında dilediğini yapamamaktadır... İşe geç kalır... Dağınık bir hayat yaşamaktadır. Babasına ismi ile hitap eder.

Babası Paul, eski yıldızlardan biridir ve ilerleyen yaşına rağmen, yeni bir “single” çıkarma hayali ile yaşar. Jude ise babasını eleştirir; babası da onu... Babasının kızının şarkıcılığını küçümsemesi Jude’un öz-güvenini sarsar. Babası beş kere boşanmıştır. Bu durumdan etkilenen Jude, bir çok kişi ile birlikte olur.
Ailesinin ilişkisine saygısı olmayan çocuklar, kendi ilişkilerinde de benzer durumlar yaşayabilirler.
Çocuk olarak ya uyum sağlar; uslu ve düzenli oluruz, ya da tam tersini yapar; tamamen zıtlaşırız. Sonuç her iki durum da aynıdır: Aradığımız ebeveyn sevgisidir...


Jude, evli psikoloğu ile birlikte olmaktadır. Her şeyin başlangıcında ise babasının annesini aldatması vardır. Babası ise kabul eder: “Kötü ebeveyn, kötü eş, kötü kararlar...” Jude, babasını gerekli sorumlulukları almamakla suçlar ve babasının davranışlarından dolayı perişan olduğunu iddia eder. Paul ise belki de bir kere olsun doğru bir cümle kurmuştur:
“Yeni nesilde kendi sorunların için aileni suçlamak standartlaştı, biliyorum ve kendi problemlerimin utancını kabul ediyorum, seninkileri de ama seni mutsuz eden her şey için beni şamar-oğlanı yapamazsın. Bana teşekkür etmelisin – Suçlarından sıyrılman için bir kart verdiğim için. Ne yaptığının önemi yok, omuz silkip beni suçlayabilirsin. Çocuk olduğumu düşünüyorsun. Belki de... Sen bir yetişkinsin Jude. Neden büyümüyorsun? Kendi pisliğin için başkalarını suçlamayı bırak...”
Ne olursa olsun? Kim olurlarsa olsunlar? Ebeveynlerimiz bize hayat vermişlerdir. Ellerinden gelenin en iyisi yapmışlardır. Başımıza gelen sevmediğimiz olaylar ise ne kadar ağır olsa da bizi güçlendirir...
Olanı olduğu gibi görmek, kabul etmek ve minnet duymak özgürlüğe, yetişkin olmaya atılacak adımdır.


Başarı
Başarı son derece tehlikeli bir kavramdır. Eğer yan ürün olarak değil de, hedef olarak konulursa zihin asla hedefe doymaz; başarının son kullanma tarihi çok yakındır... Paul’un yorumları başarı bağımlılığını açıkça gösterir. Muhtemelen o da kendi ebeveynlerinden sevgi alamamıştır...
“Bütün başarılara sahip olabilirsin... Paraya kıçımın şöhretine... Ama satın alamayacağın şey yeniliktir. Kim olduğun umurumda değil, er ya da geç eski bir haber olacaksın ve bu daha az iyisin demek değil ama hayranların seni terk edecek... Onların iyiliğini düşünerek, bunu tekrar aynı yoldan yapamazsın...”
Ne başkaları için, ne başkalarının övgüleri için, ne de kendi egomuz için çalışmalıyız. Yaptığımız iş olduğumuzda, işin kendisi meyvelerini kendi verecektir... İş ve öz varlık işbirliği içerisinde başkalarına faydalı olacaktır.

Öte yandan, Jude, ne kadar babasından nefret etse de onun izinden gider ve şarkıcı olur. Bu durumdan Jude rahatsız olmaktadır... Jude için artık geçmişle yüzleşmek ve hayata doğru adım atmanın zamanı gelmiştir. 

1 Temmuz 2016 Cuma

Şiddet ve İlişkiler

Şiddetin ardında sevgisizlik yatar... Sevgisizliğin kökeninde ise ayrım vardır. Ayrım, “diğeri” kavramını doğurur. Tüm bu kavramları zihin oluşturur. Zihin, kalpten gelen, gerçek sevgiye olan akışı tıkar. Aslında zihnimizin kötü bir niyeti yoktur. O, bedeni hayatta tutmak adına vardır; en temel çalışma prensibi ise karşılaştırmalar kullanarak tanımlamalar yapmaktır. İnsan ise, kendini zihin ile özdeşleştirdiğinde, asıl problem baş gösterir... “Sırtım kaşındı, bacağım ağrıdı” deriz, ancak “beynim düşünüyor, şöyle hissediyor” demeyiz... “Üzgünüm, öfkeliyim, düşüyorum” deriz... An be an değişen duygu ve düşünceleri kendimizmiş gibi yorumlarız. Unutmamak gerekir ki, kalpten gelen sevgi dışındaki tüm duygu ve düşünceler, zihinden kaynaklanır.


Bilgi ve Deneyim
Zihnin ise iki tane kaynağı vardır; öğrendiği bilgi ve yaşadığı deneyimler... Tüm bilgi ve deneyimlerimiz özellikle ailemize, çevremize ve kültürümüze dayanır. Zihin, kendi tanımlamaları, etiketlemeleri ile inanç sistemini oluşturur ve her şeyi, herkesi sabitleştirir. Bu sabitleme, kısıtlamaya yol açar. Zihin için başka düşünceler birer tehdit gibidir. Bunun dışında kalanları ise zihin ötekileştirir... Bu sebeple haklı olmak bizim için son derece önemlidir.

Güvenlik İllüzyonu
Tüm bu sabitleştirme, zihnin güvenlik arayışını da destekler. Zihnin kendini güvende hissetmesi için çevresindeki şeylerin tanımlı ve değişmeyen – en azından beklenmedik değişikliklerin olmadığı – bir yapıda olması gerekir. Aynı zamanda, zihin her tanımına bir açıklama, somut bir neden arar. Bulamasa da kulp takmaya başlar. Kulbu bulduğunda ise sevinir... Her aksiyonun, dışlamanın, şiddetin bir açıklaması vardır. Genellemeler de en büyük tehlikedir; “Bu kişi mühendis, o yüzden duygularını ifade edemez”, “Erkekler böyle zaten...”, “Onlardan bir şey olmaz...” gibi...
Tüm bu sabitleme ise pratikte işimize yaramaz. Evrende her şey hareket halindedir ve sistemler oluşturur. Küçük sistemler, büyük sistemleri oluşturur ve böyle devam eder. Kaos teorisi, bu sistemleri en isabetli bir şekilde açıklayan teorilerden biridir:

·        Sistemler devamlı hareket halindedir ve değişirler...
·        Sistem içindeki herhangi bir etkinin sonuçlarını kestirmek mümkün değildir. Küçük bir değişim büyük bir etki yaratabilir.
·        Sistem öncelikle tüm sistemi hayatta tutmaya çalışır; bireyler ikincil öneme sahiptir.

Sonuç olarak, her şey ve hepimiz devamlı bir değişim içerisindeyizdir. Hayatı bu kadar muhteşem ve renkli kılan da budur. Bu değişimi akış olarak nitelendirebilirsiniz. Bu akış ile uyum sağlanırsa beklenmeyenin heyecanı ile “bilinenden” kurtuluruz. Zihnin geçmişin acılarına tutunmasından, gelecek hakkında halüsinasyonlar görmesinden özgürleşiriz...


Aksi halde, bu tanımlamalar devam ederken, bir ilişki mümkün olabilir mi? Sevgi dolu ilişkiler mümkün olur mu? Ayrımın, şiddetin, kinin, öfkenin olmadığı ilişkiler mümkün olabilir mi? Bir taraf, zamandan, anılardan, beklentilerden bağımsız bir sevgi beslerken, öte taraf “sen böylesin, sen şöyle yaptın” derse, bir ilişki kurabilirler mi?
Her iki taraf da kalpten gelen saf sevgi ile hareket ederse, şiddet kalır mı? Öteki kalır mı? Düşman kalır mı?
Bireysel Çalışma
Zihni takip etmeye başladığımızda, onun nasıl çalıştığını gördüğümüzde, artık onunla özdeşleşmekten kurtulmaya başlarız. Dikkatimiz, onun düşünce tarzını gözlemeye odaklı olmalıdır. Tam bu aşamada, çok önemli bir keşif vaki olur. Zihin aynı oyunu, bizim kişilik dediğimiz – egomuz – için de yapmaktadır. Hatta bu kişiliği, farklı ortamlarda, farklı rollerde değiştirerek bir bukalemun tarzında değiştirmektedir.

Çocukluktan veya ailemizden/atalarımızdan taşıdığımız tüm acıları örtüp, hayatta kalmak için farklı parçalar geliştirmiş ve bunları gerekli yerde kullanmıştır. Biz de kendimizi tanımlamış ve çeşitli rollerde sabitleştirmişizdir. Egonun keşfi ile bireysel sahteliğimiz ile yüzleşme zamanı gelir. Bu oldukça sancılı bir süreçtir. Tüm bağımlılıkların da ortaya çıktığı bir aşamadır bu... Yunus Emre’nin “ölmeden ölmek” dediği kavramdır. Tüm sırtımıza yüklediğimiz bize ait olmayan tanımlamaları attığımızda özgür oluruz. Bu noktada ‘kendimiz’ dediğimiz bir sanal imaj olmayacağından dolayı, bu imajı sevme veya sevmeme derdimiz ortadan kalkar. “Kendini seven başkalarını sever demek” bile bir hatadır artık. Sevginin kaynağı ortaya çıkmıştır.

Tüm bunları kavramak kolay olmayabilir. Ölüm farkındalığı bunun için etkili bir yoldur... Diyelim bir şekilde biliyorsunuz, gelecek sene bugün hayata gözlerinizi yumacaksınız... Yarın ne yapardınız? Veya yarın sabah uyandınız, her şey çalışıyor bir şekilde... Ancak sizden başka hiç bir insan yok... Ne yapardınız? Bu iki durumu da iyice hissedin... Ne yapardınız?

Bu iki senaryo üzerinde her sabah ciddi bir şekilde düşünün; hissedin...
Ne yapardınız?