“Ailem artık toprak oldu. Artık hayatı sevmiyorum. Başka bir hayat; hayal ürünü bir hayat istiyorum. Artık gerçekliği sevmiyorum. Gerçeklik çok boktan… O yüzden filmler yapmak istiyorum.”
The Hand of God, 16 yaşında anne ve babasını kaybeden gencin
hikayesini konu alır. 1980’li yılların Napolisi’nde yaşarken Maradona’nın
Napoli takımına transfer olmasına sevinirken, diğer yandan ergenlik döneminde
ebeveynlerinin kaybı ile sarsılır.
Anne babasının sevgi dolu ilişkisinde, diğer bir kadının ve
hatta diğer bir kardeşin varlığı onun ilişkilere bakışını da kökünden
değiştirir. Hayran olduğu teyzesinin akıl hastanesine yatışı onun acı çekmesine
ve yaşadıkları gerçeklikten kurtulmak istemesi ile sonuçlanır. Anne ve
babasının kaybından sonra ağlayamayan Fabio, donmuştur. Acı kaçınılmaz
olduğunda devreye giren bu donma tepkisi bizi o anın acısından korur ancak daha
sonra içimize attığımız bu acı enerjisi dışarı salınmazsa travma asla
iyileşmez, o günkü kadar taze kalır… Elbette yaşanan her trajik olayın bir
hediyesi de olur. Hayatta kalan yanlarımız bizi bazı yönlerden bizi geliştirir.
Yeter ki içerde hapsolmuş enerjiyi çıkartalım.
Hiç umulmadık deneyimler yaşarken, karşısına çıkan bir tiyatro
oyuncusundan etkilenir. Onu takip ederken ilginç bir yönetmen ile tanışır.
Belki de film yönetmek ile ilgisi o anda yeşerir. Maradona’nın İngiltere’ye
eliyle attığı gol, sanki ezilen Arjantinlilerin emperyalist dünyaya Tanrı’nın Eliyle attığı
goldür. Napoli’de İtalya’nın ezik sayılabilecek bir şehridir. Maradona bu şehre
bir futbolcu olarak değil, bir İsa, bir Tanrı olarak gelmiştir. 1990 Dünya
Kupası yarı finalinde, Napoli taraftarları İtalya karşısında oynayan Arjantin
milli takımını desteklemişlerdir…
Tüm bu dönemi yaşayan Fabio, acılarından kaçmak için şehri
terk etmeyi seçer… Onun hediyesi sinemadır.
“Elimden geleni yaptım, fena iş çıkarmadım.” [Maradona]