28 Eylül 2018 Cuma

Nappily Ever After



Çocukluğundan beri hep mükemmel olması gerekiyordu. Teninin rengi genelden farklıydı. Ona bir şey yapılamıyordu belki ama saçının kıvırcıklığına çözüm vardı. Görünümünü şık ve bakımlı olarak desteklemek olasıydı. Nereden mi öğrenmişti tüm bunları? Çocukken benzer durumları yaşayan annesinden...

İş yerinde, sevgilisinin yanında hep mükemmel görünmek için uğraşmalıydı. En büyük düşmanı ise yağmur ve saçlarına yaklaşan bir çift el... Hatırlıyordu; çocukken bir gün bir partide havuza atlamış ve saçları hemen kıvır kıvır olmuştu. Tüm çocuklar onunla alay ederken annesi de bir o kadar kızmıştı. Babası da pek ortalıkta yoktu. Annesi ile arası açık olan baba, ileri yaşına rağmen iç giyim mankeni olmak için kolları sıvamıştı. Onun nasıl dertleri vardı acaba?

Her şeye rağmen, çabalarını sonuç veriyor gibiydi. Reklam ajansında bir işi, doktor bir sevgilisi vardı. Bu doğum gününde kesin ona evlenme teklif edecekti. Her şey annesinin hayal ettiği gibi ilerliyordu. Ta ki yüzük yerine bir köpek gelene kadar. Bu hayal kırıklığından sonra yaşadığı hafif depresyon ve olaylar, ona hediyelerini hazırlamıştı.

Ne onun istediği, ne de beklediği şekilde... İhtiyacı olan ufak destek babasından gelmişti. Kendisi olabilir. Olduğu gibi, rol yapmadan da yaşayabilirdi hayatını. Hayatına giren ufak kız çocuğu ona en dobra mesajları veriyordu. Her geçen gün üstüne geçirdiği maskeleri bıraktıkça doğal bir çiçek gibi açmaya başladı. Bir şey olma çabası, bir şeyleri başarma çabası, bir şeylere sahip olma ve onları elde tutma çabası tamamen bir kısır döngüydü... Sonunu da yok gibiydi. Sahne olanı fark ettikçe, içten gelen bir sezgi ile kararlar alabiliyor ve hayatına çektiği insanlar da değişiyordu. Artık nefes alıyordu...

20 Eylül 2018 Perşembe

Secret Superstar


Nasıl bir kaderi vardı böyle? Hindistan'ın küçük bir şehrinde Müslüman ailesinin kız çocuğuydu. Küçük erkek kardeşi ve iyice yaşlanmış büyük halası ile küçük bir evde yaşıyorlardı. Yatak odası bile yoktu Insu’nun; salonda yerde uyuyordu. Bazen babası eve geç geldiğinde, bir de bakmış babası televizyon seyrediyor salonda... Öfkeli babası her sebepten annesini dövüyor, kendisine de sevgi vermiyordu. Annesine de kızıyordu. Neden katlanıyordu bu duruma? Boşansaydı ya... Annesine akıllar veriyor, onun arkadaşı ve hatta annesi gibi davranıyordu çoğu zaman. Çok küçük olmasına rağmen erkek kardeşi de ablasını düşünüyordu hep.

Neyse ki bir gitarı vardı. En çok sevdiği şey gitar çalıp şarkı söylemekti. Şu şarkı yarışmalarından birine katılıp meşhur olmayı hayal edip duruyordu. Kendini ve annesini de kurtarabilirdi böylece. Okulda ise hiç ilgilenmediği esmer çocuk Chintan vardı. Devamlı kendisine ilgi gösteriyordu. Başlarda Insu hiç umursama da sonraları onun da hoşuna gitmeye başladı bu durum... Sevgi güzel şeydi.

Tüm umutsuzluklara rağmen, her zaman bir kaynak vardı. Sevgi vardı. Öyle olmasaydı ne yapardı? Hayatta bile olmazdı belki de. Derken annesi tüm imkansızlıklara rağmen kızına bir bilgisayar aldı. Internet sayesinde eve eğlence gelmesinin yanı sıra, Insu kendine bir YouTube kanalı kurdu. Kimliğini belli etmeden şarkı söyle ve çektiği yayını kanalına koydu. Bir süre sonra onun kanalı büyük ilgi odağı olmaya başladı. Derken çaptan düşmüş müzisyenden biri onun kendi şarkısını söylemesi için Mumbai’ye çağırır ve olaylar gelişir...


Gizli şarkıcı için büyük bir fırsat doğar. Chintan yardımları ile Insu bu maceraya atılacak, ancak hiç beklemediği durumlar ile karşılaşacaktır. İşte o sırada gerçek gizli kahramanlar ortaya çıkacaktır... En sonunda iyice anlar ki, her zaman mutlaka bir yerlerde bir sevgi kaynağı vardı. Annesi, onun annesi, o da sadece onun kızıydı. Annesinin yapamadığı ve yaptığı her şey için minnettardı. Anlamak güç de olsa her şeyin bir sebebi ve bir zamanı vardı...

17 Eylül 2018 Pazartesi

The Tale

Birazdan izleyeceğiniz öykü gerçek, bildiğim kadarıyla...
Geçmişimizde hatırladığımız her anı, onu her anımsadığımızda, az da olsa değişir. O anda yaşanmış olan duygular bu değişimi etkiler. Özellikle çocukluğumuzdaki yaşanan olay bizi korkutmuş ve çaresiz bırakmışsa... Çocukluk dönemimizde genellikle savaşacak veya kaçacak durumda olmayız. Bu durumda doğal olan üçüncü bir tepki veririz; donarız. Beyin mantık merkezini kapatır ve yaşananların bir kısmını sağlam bir kasaya kapatır ve biri ona yaklaştığında alarm zilleri çalar; bizi tetikleyen ve çoğu zaman anlam veremediğimiz durumlar işte böyle oluşur. Özellikle çocukken yaşanan tacizler bilinenden çok daha fazladır. Bir çok durumdan ya olay hiç açığa çıkmaz ya da çocuğa kimse inanmaz.

Bizi rahatsız eden kişi bize yakın biriyse olay daha karmaşık hale gelir. Sevgi ile olan olaylar birbirine karışır. The Tale isimli filmin kahramanı Jennifer, cinsel istismara uğrayan insanların belgeselini çekerken, kendi hayatını da sorgulamaya başlar. Yaşadığı olayı hatırlamaya çalışırken, o yaşta kalmış içindeki çocukla yüzleşmeye başlar. O çocuk anne ve babasından görmediği ilgiliyi yetişkin bir adamdan görür. Artık araştırmaları ona gösterir ki, yanlış olsa da çocuk olarak cinsellik hoşa gidebilir ve bu zevk büyük bir suçluluk duygusu yaratabilir. Sevgi arayışının yanında cinsellik de eklenince, durum zor da olsa, duyulan olumlu duygular çocuk için çok ağır yükler oluşturur. Genellikle de taciz eden kişi yakınımızsa veya çocuğa sevgi gösteriyorsa... Sevgi taciz ile özdeşleşmeye başlar ve ileriki yaşlarda cinsel anlamda umursamaz hale gelebilir. Jennifer da hayatında hiç bir erkeğe bağlanamazken, yabancılarla, evlilerle ve neredeyse önüne gelen herkesle beraber olarak bilinçaltı dinamiğinin etkisinden kurtulamaz.

Çok utangaç bir çocuktum, kendimi görünmez hissediyordum; okulda, evde, o yüzden uyum sağlamayı öğrendim. Kendime bukalemun olma becerisini öğrettim. Böylelikle insanların dünyalarına, çevrelerine uyum sağlayabilecektim. Arkadaş da edinecektim.”
Hayatta kalmak için geliştirdiği stratejiler onu başarılı kılabilir; okulda ve iş hayatında. İçindeki çocuk artık tamamen görülmek isteyene kadar... Zihin hatırlamasa da, ruh ve beden her şeyi hatırlar. Bedenle ve ruhla aynı anda çalışmak zihnin çözümsüz kaldığı sorunların üstesinden gelmemizi sağlar. Anne ise çocuğunu koruyamadığı için pişmandır. Şimdi annesi olan çocuğunun yanındadır; hiç bir şey için geç değildir...

9 Eylül 2018 Pazar

Nosso Lar


“Geçmişime baktığımda görünüşün her zaman gerçeği yansıtmadığını fark ettim. Bazen karanlık tarafımız yanlış bir sükunet tarafından gölgelenir. Ancak bir gün hepsi geri gelir ve asla çok geç değildir.”
Sanki hiç bu dünyayı terk etmeyecekmiş gibi yaşayan zihinlere sahibiz. Hayatımız kısır sarmallar içerisinde dönüp durur; günlük koşuşturmaca, geçmişteki acılardan kurtulmak, gelecek kaygıları azalmak ve gelecekle ilgili hayal kurmak... Bir de bakmışız ki, dünyayı bırakıp gitmişiz. En ateist olanımız bile cennet levhasını arayama başlayıp dua etmeye başlar belki de... Aramızda belki de dünyaya yeniden doğmanın ihtimallerini araştıracak olanlar çıkar... Bir kısmımız da dünyevi sıkıntılardan kurtulduğu için mutlu olur. Onlar belki de yaşadıklarında bile hayırlı bir ölümün hayalini kurar. Ölümden sonraki hayat neye benzer? Sevdiklerimizle görüşebilir miyiz? Tanrıyla karşılaşacakmışız?

Nosso Lar isimli film, bu tip sorulara farklı bir bakış açısı sunuyor. Öldükten sonra vardığı gezegende sorularına cevap arayan kahramanımız doktor Andre, kendi ailesine mesaj yollamak ister. Hayatta yaptıklarına kısa bakışlar atılırken, ölüm sonrası derin bir anlayışa kavuşur. Ona göre hastalanarak ölmüştür ancak bu gezegende ona intihar ettiği söylenir:

-“Ne yazık ki sen buraya intihar eden biri olarak geldin.”
*“Ne?! Ben asla böyle bir şey yapmam. Hastalanarak öldüm ben.”
-“Ruhani bedenler maddi alemde yaptıkları her bir şeyin kaydını tutarlar. Hastalığınız yüce bir kanunun sonucudur; etki ve tepki. Ruh hali, insanın kaderi üzerinde çok etkilidir. Öfke, nefret, kıskançlık, bencillik, hoşgörüsüzlük... Tanrının birer parçası... Her türlü aşırılığa kaçtığınız için mide bağırsak kanalınız yok oldu. Uzun yıllar tekrar edilen hareketler sonunda bir anda bir intihara dönüşebilir.”


Sağlıksız beslenerek, devam koşturarak, stres içerisinde devam bir şeyler başarma, elde etme arzusu ile kendi hayatımızı zehirliyor muyuz? Kendimizi korumak için yaşadığımız endişeli bir yaşam tarzı ile zaten zombiye mi dönüşüyoruz?

Bu kısır döngülerden çıkmamamızın sebebini oluşturan tüm duygu ve düşüncelerin kaynağı zihnimiz. Dünyaya ve çevremize uyum sağlamak için kullandığımız beynimiz muazzam bir organ. Sadece bu dünya için geçerli olan doğum ve ölüm kavramları onun için son derece korkutucu. Oysa ruhumuz daimi, değişmeyen, kalıcı olan. Çelişki derin anlayış için her zaman başvurduğumuz zihnimizin bizim yanımızda olamaması. Bu derinlik bambaşka bir boyut; gönül gözünün boyutu...
“Unutmamız gereken bir şey var; geçmiş değiştirilemez. Gizemli yollar kalp ve ruhla izlenebilir...”

Var olan, olmayan her şey birbirine bağlı. Madde, anti-madde, dünya, yıldızlar, doğa, insanlar... Bu bağın ismi sevgi... Şamanların dediği gibi değerimiz sahip olduklarımızla değil, sevgimiz ve paylaşımlarımızla ölçülür...
“Yaptığımız iyilikler sonsuz hayattaki savunucularımızdır...”