23 Ocak 2021 Cumartesi

2020'nin Ardından



Hemen hemen herkes, 2020 senesinden kurtulmak için can atıyor. Ülkemizdeki sıkıntıların üzerine patlak veren pandemi, birdenbire hayatımızı derinden etkiledi. Ardından İzmir’de deprem derken, şimdi gelen yeni yasaklar, kısıtlamalar, iyiden iyiye bunaltı hepimizi. ‘Daha başımıza ne gelebilir?’ sorusu kafalardayken yeni yıldan olumlu beklentileri olanlar azımsanmayacak kadar çok.

Peki ne olacak yeni yılda? Her şeyin suçlusu 2020 mi? Yoksa sadece gezegenlerin dizilişi mi? Oysa ne demişti Tanrılar Okulu’nun yazarı: ‘İçte ne varsa dışta da o vardır. Dışarıda olan hiçbir şey yoktur.’ Kitapları başucunda tutuyor, güzel sözleri bolca paylaşıp, beğeniyoruz. Paylaşılan bu sözleri içselleştiriyor muyuz? Hayatımıza katıyor muyuz?

Nedir bizi gerçekten rahatsız eden dışsal faktörler? Korku? Kısıtlanmak? Gelecek kaygısı? Başkaları için endişelenme? Pandeminin en büyük etkilerinden biri mevcut sistemin, kurulu düzenin bir anda değişmesi veya tamamen yıkılması. Kaybetmekten korkulan güvencenin- kendimizce kurduğumuz güvenli düzenin- bozulması veya bozulma riski. İçimizde bu güvenceye ihtiyaç duyan ne? Zihnimiz ve zihnimizin derinliklerindeki çocukluğumuz… Zihinden özgürleşmiş, çocukluğundaki travmalar ile çalışmış ve yetişkin olmuş biri, hepimiz gibi mi etkilenir miydi yoksa belirsizlikle, güvencesizlikle barış halinde mi olurdu?

Güvencesizlik, Evren’in en doğal durumu mu yoksa sadece dış olayların yarattığı bir sonuç mudur? Bu sorunun yanıtını bulmak için yeterince uzun bir sorgulama yaparsak; yaratılan tüm bu düzenin hiç de öyle sabit olmadığını, her şeyin daimî olarak hareket halinde olduğunu keşfederiz. Dolayısıyla tutunduğumuz ne varsa hepsi her an değişebilir. Hepsi eninde sonunda son bulacaktır. Tutunduğumuz ve 2020’nin tehdit ettiği neler var? Varlıklarımız, ev, araba, iş… Pozisyonlarımız, mevkiimiz, imajımız, nasıl göründüğümüz, gösterdiğimiz hayat tarzımız… Sevdiklerimiz, kendimizin ve çevremizdekilerin sağlığı… Bu listeyi kendinize göre uzatmak mümkün… Belki en kötüsü belirsizliğin kendisi… Korkunun ta kendisi!

Daha geniş bir çerçeveden bakıldığında görebiliriz ki, tüm bu liste zamana bağlı ve zaman içerisinde ister istemez hepsi bir gün son bulacak. Son bulmayan ne var? Zamana bağlı olmayan ne var? Derinde çılgınca dönen tekerleğin merkezinde sabit ve değişmeyen ne var? Her bireyin kendi yolculuğunda keşfetmesi gereken bu soruyu bir kenara bırakırken araştırmamıza devam edelim.



Dışarıda bir şey yoksa, birey diyebilir ki, ‘Salgını ben tek başıma mı yarattım? Tüm dünya bundan etkileniyor?’ Elbette tek bir kişi böyle küresel bir durumu yaratmaz ancak bireyler bağımsız değildir. Hepimiz büyük sistemlerin küçük bir parçasını oluştururuz. Görünürde büyük bir hareketi başlatan bir kişi bile olsa, kolektif anlaşma olmadığı takdirde, daha büyük bir hareket başlamaz. Salgının bizlerde yarattığı duygu ve düşünceler, çoğunluğun derindeki bilinçdışı korku, endişe, ayrımların sonucu olabilir. Gerçek özgürlüğü bulanmayan özümüz, dışarıya karşı yaratılan Kişilik isimli imajın zindanından çıkmak istiyor olabilir.

2020 bizlerin kendi kendimizle kalabildiğimiz, durup her şeyi irdeleme fırsatı bulabildiğimiz bir yıl oldu. Hala bunu yapmadıysak, 2021 de hizmetimizle…

5 Ocak 2021 Salı

Soul


Ölümden sonra ruhumuza ne olur? Öteki dünya var mı? Sonrası varsa, önceki dünya var mı? Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Önceki ve sonraki diyarlar varsa bu dünyadaki hayatın amacı ne? Bizim amacımız nedir? Ölen sadece bedense ruhumuza ne oluyor? Her planlanmış bir kurguysa özgür irademiz var mı?

Tüm zor soruların bir kısmını, belki de tamamını aklımıza getirebilecek türden bir film: Soul (Ruh) Annesinin baskısı altında olan orta yaşlı müzik öğretmeni Joe hayatındaki hedefine bir türlü ulaşamamıştı. Annesi onun sigortalı, güvenli bir öğretmen olarak işe girmesini önerirken, kendisi caz grubunda piyano çalmayı arzuluyordu. Defalarca hayal kırıklığına uğramış Joe, tam da istediği bir fırsatı yakalamıştı ki, birden bire bir çukura düştü. Neredeydi? Ölmüş müydü? Böyle bir zamanlama hiç de adil gözükmüyordu ona. Ne yapıp edip dünyaya yaşama geri dönmeliydi!

Bir şekilde doğum öncesi diyebileceği bir yere vardığında her bebeğin belli özelliklerle dünyaya gittiğini fark etti. Özelliklerin bir çoğu onlara veriliyordu ancak son bir özellik boştu; o belli olmadan doğum biletini alamıyordu. Joe’ya göre bu son özellik hayat amacıydı. Oradaki görevliler, belki de melekler yaşam pırıltısı diyorlardı. Joe kendi yaşam amacının bir grupta piyano çalmak olduğuna emindi.

Hiç umulmadık bir sürpriz ve maceraların sonunda Joe, hayal ettiği geceye kavuşur. Sonrasında ise önemli bir şey fark eder: Hayat amacına ulaşmıştır ancak hiç de hayal ettiği gibi değildir. Hedefe ulaşmak ile hedefi hayal etmek farklıdır. Hedefe ulaşmaya programlı zihnimiz ona ulaşınca bir dopamin salgılar, bu kişiye kendini iyi hissettirir ancak etkisi çabucak bitiverir. Joe bunun farkına varmasaydı belki de yeni hedefler koyarak arzu denilen kısır döngünün içinde bulacaktı kendini. Oysa hayatında fark ettiği diğer önemli bir mesela hayatın anını yaşamaktan küçük detayları fark etmekten uzak oluşudur. Yıllardır gittiği berberini bile gerçekten tanımadığı anlar. Artık anlamıştır:

Hayatın amacı varsa; zaman devrededir... Amaç, hedef ileridedir; gelecekte. Gelecek kavramı ile kendini meşgul eden tek canlı insandır. Hayatın kendisi amaçtır, bir hediyedir ve sonu vardır. Gelecek geldiğinde de sadece şu andır ve çok kısa bir süre sonra geçmiş olur. Şu an olmayan bir zaman dilimi yoktur. Anlar yaşamı oluşturur. Hayat kendisi yaşanmaya değerdir... Birazı miras, birazı özgür irade, her şeye rağmen yaşamaya değerdir...