25 Aralık 2017 Pazartesi

Mother!


Tüm dini mitler ortak özellikler gösterir. Tanrı insanı yaratmış; Adem ile Havva çocuklar doğurur. Habil ile Kabil birbirini öldürür. Şeytan Tanrı’ya karşı çıkar ve insanın yoldan çıkmasından sorumludur. Daha sonra belli dönemlerde Tanrı’nın elçileri insanları doğru yola sokmak için Dünya Ana’ya gönderilmiştir. Her millet kendi Peygamberinin dediklerinin bugüne kadar değiştirilmeden geldiğini iddia eder ve ona göre kendi davranışlarını ayarlar. Ancak ortak zemin, iyi-kötü, günah-sevap, melek-şeytan arasındaki karşıtlıklardır. 

The Mother, dini sembollerle dolu bir film. Bu sembolleri anlamadan filmi seyretmek zaman kaybı olabilir. Filmde anne, dünyayı temsil ediyor; baba ise Allah. Eve sonradan gelen Adem ve Havva; onların kavga eden çocukları Habil ile Kabil ve diğer tüm insanlar... Yasak elmanın sembolü ise babanın elinde tuttuğu ve yeniden yaratım için ona ilham veren kristal. Annenin çocuğu ise Hz. İsa... Hristiyan bir bakış açısının hakim olduğu filmde insanlar dünyayı perişan ederler ve Tanrı evreni bir arada tutan güç olan sevgi ile yeniden başlar. İnsanlık başarana kadar tekrar ve tekrar denenecek bir oyun gibidir hayat...


Filme değişik bir bakış açısından bakarsak, yansıttığımız dünya iç dünyamızdır. Kolektif olarak yaratılan şiddet dolu, dünyayı mahveden hayat, iç dünyamızın yansımasıdır. Bu sebeple annenin başına gelenler ve her bir köşenin işgal edilmesi zihnin karışıklığını ve dualitesini gösterir niteliktedir. Lakin tüm bu ayrımlar zihni rahatlatmaya yaramaktadır, öyle değil mi? Bir şey olduğunda Tanrı’ya sığınmak, bir günah olduğunda şeytanı suçlamak... Oysa Kur’anı Kerim’de belirtildiği gibi Allah herkesin ruhuna kendinden bir parça üflemiştir. 
Hz. Mevlana: “-Ben Hakk’ın kuluyum, kölesiyim- diyen biri kendi varlığı ve Tanrı’nın varlığı olmak üzere iki varlık ortaya sürmüş olur. –Sen Allah’sın ve ben kulum- demen dava ve kibirlenmedir. O zaman kendi varlığını da ispat etmiş olursun. Bu durumda ikilik gerekli olur.” [Alıntı: İşitin Beni Ey Yarenler – Mustafa Tatcı]

Bu ikilik kavramı, iyiyi de, kötülüğü de başkasına havale etmeye çanak tutmak değil mi? Dünyayı yok eden bu içimizdeki ikilem değil mi? Ben varsa, başkası olmak zorundadır. Hayatta kalmak ise başkasına göre daha iyi olmayı, daha fazlasına sahip olma fikrini doğurur. Bu iç çatışma tamamen dışarıdaki çatışmayı besler... İşler çığırından çıkınca olayları kendi zihnimizin ürünü olduğuna inanmamaya başlarız... Oysa tüm illüzyon kendimizi bütünden ayrı olduğumuzu düşünmekle başlar...

23 Aralık 2017 Cumartesi

To The Bone

Anoreksiya, kilo almaya karşı ağır korku yüzünden bilinçli olarak aşırı zayıf kalma çabaları ile belirlenen bir bozukluktur. Genellikle 12-18 yaş arası gençlerde görünen bu rahatsızlık %95 oranında kadınlarda ortaya çıkıyor.

Bu hastalığın konu alındığı filmde terapist, anoreksik hastalara şöyle söyler:
“Derdiniz kilo almak değil, hissetmekten korktuğunuz duyguları uyuşturmak…”



Psikolojik veya fiziksel rahatsızların ardında duygu ve düşünceler var. Ancak bu duyguların kaynağı nedir? Bir çok gözleme göre anoreksiyaya sebep anne ile olan bağın erken yaşlarda kopmasıdır. Ancak daha da ötesi bakmak gerekir. Çünkü sigorta hasarlı diye elektriklerin gitmesinin sebebi sigorta değildir.

Neden her 20 vak'adan 19’u kadındır? Her bebek annesine bağımlı bir şekilde doğar. Çocuk olduğunda ise karşı cinse yönelirler. Erkek çocukları için bu annedir; kız çocukları için ise babadır. Bir çok aile sistemi çalışması da gösterir ki, anoreksiya çok büyük çoğunlukla babanın ruhen veya fiziken evde olmamasına bağlıdır. Baba neden yoktur? Muhtemelen baba da kendi ailesindeki bir kaderin kurbanıdır.

To The Bone isimli filmin kahramanı Ellen, uzun süren bir kilo almaya karşı aşırı hassasiyeti vardır. Ellen henüz çok küçükken annesi ve babası boşanmıştır. Annesi en iyi kız arkadaşı ile beraber olmuş, babası da evi terk etmiştir. Babası daha sonra yeniden evlenmiş ve bir kızı daha olmuştur. Ellen uzun süre annesinde yaşadıktan sonra, annesi onun rahatsızlığı ile baş edemediği için babasının yanına göndermiştir. Babasının yeni evliliğinden olan kız kardeşi ile arası iyi olan Ellen, babasını neredeyse hiç görmemektedir.

İşler kötüye gitmeye devam edince üvey annesi onu özel bir kliniğe yerleştirir. Burada 6-7 genç benzer durumlarını paylaşarak iyileşmek için mücadele verirler. Film boyunca babanın hiç yer almadığı bu durumda çocuğa en çok destek olacak kişi annedir. Anne de başlarda kızına yardım edememekten korkarken, onu kucağına alır ve bir bebeği besler gibi biberonla besler… Bu sahne belki de bir metafordur ancak annenin desteğini ve yaşam gücünü alan çocuk olanları babasıyla bırakma yetisine sahip olarak hayata geri dönebilir.



Sonuç olarak tüm bunlar bilinçli zihnimize saçma gelebilir. Ancak aileye ait olmak, hayatta kalmak demektir. Biz farkında olsak da olmasak derin bir şekilde aile sistemimize bağlıyızdır. Bu sadakat “onlar yerine ben öleyim” diyen bir dinamiğe kadar gidebilir. Oysa tüm bu geçmiş travmalardan özgürleşmek, geçmişle barışmak mümkün. Bunun için aile geçmişine bakmak ve anlayışımızı/bakış açımızı değiştirmek gerekir.  

14 Aralık 2017 Perşembe

Yardım Etme Sanatı

Bazılarımız devamlı birilerine yardım etmek ister. Bu isteğe karşı koyamazlar. Hatta kimileri hayatlarını böyle kazanır. Bazılarımız ise belli bir olaydan sonra böyle bir yolu tercih eder. Özellikler bir hastalıktan kurtulduktan sonra… O hastalıkla ilgili vakıf veya yardım kuruluşlarında görev yaparlar. Bazen de, bizim için önemli birini kaybettikten sonra böyle bir eğilime gireriz. Belki de aile geçmişimizde böyle bir kayıp vardır…

Yardım etmek kavramı üzerinde düşünülmeden ve ardında yatan derin nedenler anlaşılmadan yapıldığında oldukça tehlikelidir. Çünkü yüzeyse siz kendinizi yardımsever olarak yorumlarken, çevrenizdekiler de sizi takdir edecektir. Bunun altında yatan dinamiği görmek her zaman kolay değildir.

Peki yardım etmenin nesi kötü olabilir? Daha doğrusu nasıl yanlış bir şekilde yardım edilir?


Ebeveyn-Çocuk İlişkisi

En tipik dinamiklerden birisi, yardım edenin ebeveyn rolüne bürünmesi ve alanın da çocuk olarak kalmasıdır. Derindeki sebep; sevgi arayışı olabilir, birini kurtarmak olabilir, suçluluğa karşı bir kefaret olabilir veya görülme/takdir edilme ihtiyacı olabilir… Hiç fark etmez; devamlı yardım ettiğimizi sandığımız kişinin veya kişilerin ebeveyni konumuna geliriz. Bu durum, iki tarafın da yetişkin olmasını engeller. Eğer yaşına basmak üzere bir çocuğa düşmemesi için devamlı yardım edersek, çocuk hiç bir zaman yürümeyi öğrenemez… Bazen yardım, sadece hiç bir şey yapmadan beklemektir…

Alma-Verme Dengesi

Genellikle yardım eden kişiler almakta zorlanırlar. Sadece verdiklerinde ise tükenmeye başlarlar… Arkadaşlar, sevgililer, eşler ve iş ortakları arasında olması gereken alma-verme dengesi aşırı yardım etme ihtiyacı ile bozulabilir…

Yardım Edenin Gururu

Bazı durumlarda ise yardım eden, bunu kendini yücelterek yapar… Bilinçaltında veya bilinçli bir şekilde “Ben senden daha üstünüm, daha zenginim, daha bilgiliyim, daha soyluyum…” yatar. Bu tür bir yardım hepimizin eşit var olma hakkına saygısızlık etmektir.

Yardım Etme Sanatı

Öte yandan gerçekten, sevgi, şefkat ve saygı içerisinde diğerlerine katkı olabiliriz. Bunun için öncelikle şu soruları sormalıyız:

  • Yardım etmek mümkün mü?
  • Yardım etmek uygun mu?


Yardım alacak kişi buna gönüllü olmalıdır ve bunu bir çocuk gibi değil, bir yetişkin gibi istemelidir. Örneğin; bir yetişkin borç para istemek yerine, para kazanacağı bir iş ister… Tüm bu koşullar sağlanırsa dikkat edilmesi gerekenler şunlardır:
  1. Yardım eden elinde olan bir şeyi vermelidir. Bilmediği veya anlamadığı bir alanda yardım ediyormuş gibi yapmamalıdır.
  2. Her iki tarafından büyümesine imkan veren bir süreç olmalıdır.
  3. Her iki tarafın yetişkin rollerini bırakmaması gerekir.
  4. Hikayedeki herkese kalpleri açılması gerekir…

Reddettiğimiz kişileri, yönlerimizi görüp, gönlümüzde yer açtığımızda büyümeye başlarız. Bu sebeple yardım eden taraf tutmamalı ve önyargılardan bağımsız olmalıdır. Yardım isteyenin kaderine saygı göstermek acımanın önüne geçer. Acımak, kadere karşı savaş açmaktır… Yardımcı çözüm aramamalıdır; çözüm, sevgimizin herkesi içine aldığında gerçekleşir…

Yardım eden yardım etme amacında olmamalıdır; başarı veya övgü peşinde ise mutlaka arkasında başka bir neden yatmaktadır… Yardım eden sadece olanı olduğu gibi yorumlamadan gördüğünde yardım edebilir.

Yardım eden cesur değildir. Stratejik bir şekilde hareket edendir. Sabırla bekleyen, sadece yeri geldiğinde müdahalede bulunandır… Yardım gerçekleştiğinde ve her şey bittiğinde, çoktan alanı terk edendir… Zafer kutlamaları önemli değildir onun için… Çünkü başka bir şey kazanmıştır; içinde bulunduğu güçlerin derin anlayışını