24 Temmuz 2019 Çarşamba

Palmeras En La Nieve (Kardaki Palmiyeler)


Eğer ülkelerin sınırlarına ulaşırsanız, orada haritalardaki gibi çizilmiş bir sınırların olmadığını görürsünüz. Eski şamanik kabilelerde toprağı sahiplenmek bile yoktur. Dünya ananın üzerindeki toprakları sahiplenen, onlara yüzlerce farklı ülke olarak sınır çizen insan zihniyetidir. Doğduğumuz toprakların ismi ne olursa olsun orası bizim için önemlidir. Dünyadaki hemen hemen her dilde toprak anavatan olarak geçer. Toprak anne gibidir; hayat verir, besler ve büyütür. Kendi doğduğumuz toprakların yanı sıra atalarımız doğdukları topraklar ve bizlerin daha sonra üzerinde yaşadıkları da bizler için önem arz eder.

Kardaki Palmiyeler isimli filmde babasının ölümü ile ailesinin geçmişini merak etmeye başlayan Clarence, kendini amcasının doğduğu yer olan Gine’de bulur. 1900’lü yılların başında tüm Avrupa Afrika’yı kolonileştirmiş; oradaki kaynakları sömürürken, yerli halkı da işçi gibi kullanmaktadır. Tarihte askeri güce sahip bir çok toplum, başka toprakları ele geçirmiş ve bazen nesiller boyunca o topraklarda hüküm sürmüştür. İspanyolların da Gine’de hikayesi benzerdir. Bölgede erkekleri iş için kullanırken, kadınları eğlencelerinin bir parçası yapmışlardır. Ve bir gün tüm istilacılar ülkelerine geri dönerler. Arkalarında sırlar, bırakılan itibar ve servet, işlenen suçlar...


Sırlar açığa çıkmadıkça, sessizliğe gömülmüş ifade edilmedikçe evren rahat etmez. Nesiller sonra her şey ortaya çıkmak ister sanki. Ataları, dedesinin öldüğü, amcasının doğduğu topraklar onu çağırmaktadır. Clarence’in Gine’de tanıştığı yaşlı kadın ona şöyle söyler:
“Ruhlar, gün gelecek oğullarım geçmişi öğrensin diye karar almış...”
Clarence araştırdıkça babası, amcası ve dedesi hakkındaki hikayeleri öğrenmeye başlar. Yaşlı kadının başına gelen olaylar sayısız kadının başına gelmiştir. Hiç bir şey kişisel olmasa da trajik olayların sorumluluğu alındığında ve kurbanlar olanlar karşılığında gereğinden fazlasını istemediklerinde ve olanı olduğu gibi kabul ettiklerinde kaderleri onları güçlendirir.
“Her şeyden haberim var. Üzgünüm. Senden ve atalarından, ağabeyim ve atalarım adına af diliyorum. Benim gibi adamlar tarafından aşağılanmış bütün kadınlardan af diliyorum.”

Umulmadık bir aşk tüm bu kaosun içerisinde yeşermektedir. Ayrımlar onlara karşı olsa da ruhlar birdir artık. Kısa da olsa hayatlarının en güzel zamanlarını geçirirler. Fiziken olmasa da kalben hep beraberdirler. Hem bu dünyada hem de öbüründe... Sırlar tek tek ortaya çıkar ve her şey sona erdiğinde geriye sadece sevgi kalır...
“Hayat bir kasırga. Sükunet, hiddet ve ardından yine sükunet...”

21 Temmuz 2019 Pazar

Hayatınızdaki Amacınız


Son zamanların popüler kişisel gelişim kitaplarına konu olan savlardan biri de hayatta bir amacımızın olması gerektiği. Bu bakış açısına göre hem başarı hem uzun ömür, hem de mutluluk bu şekilde gelecektir. Japonca’da ikigai kavramı da hayatta bir amaç edinmek ve genelde meşgul olmakla ilgili. 

Başarı, mutluluk ve sağlık… Hayatta  bir amacımızın olmasına mı bağlı?

Mutluluğu ele alalım. Ufak bir çocuğu hayal edin. Çok aksi bir durum yoksa çocuklar oldukça neşelidir. Son moda teknolojik oyuncaklar olmasa da hemen kendi aralarında basit oyunlarla neşelenirler. Çocukların oynadıkları oyunların katı kuralları olmaz, çoğu zaman bir amaca da hizmet etmezler. Neşelenmek onların doğasında vardır. Büyüdükçe önce topluma uyum sağlamak sonra da sınav, iş yerindeki hedefler derken karşılaştırmalı ve rekabet içerisinde bir dünyada bulurlar kendilerini. Maddi veya manevi ödülle yürütülen bu sistem, yapılan işin içeriğinden ziyade elde edilecek ödüle odaklanmamızı sağlar. Belirgin ödüllerin yanında, sosyal medyada beğeni ve takipçi elde etmek, birileri tarafından takdir gibi gizli ödüller de olabilir. Daha fazlası için koşan ve hiç tatmin olmayan bir zihinle sağlıksız bir emekli hayatına doğru giderler.

İnsanlık biriktirmeyi öğrendiği anda mutluluğunu kaybetmeye başlamıştır. Tarım hayatı ile toprağa, mahsule ve diğer insanlara sahip olma arzusu ikilemi başlatmış, zihin kalbe karşı baskın olmuştur. Kurnaz zihin, bu davranışını amaçlarla süslemiştir. “Biraz daha kazanayım, dinleneceğim, başkalarına vakit ayıracağım, başkalarına yardım edeceğim” der. Bazen de maddiyatın peşinde koşarak ev, araba, yat ve daha çok para elde edince mutlu olacağını düşünür. Oysa her ödülün ardından gelen dopamin hormonuna bağımlı hale gelen zihin durmaz. Zihin bedenden ayrıymış gibi hareket etmeye devam eder. Hedeflere ulaşamayan kişinin zihni de mutsuzluk yaratmaya devam eder.

Başarı da benzer bir dinamik ile çalışır. Başarı kelimesinin anlamında bir hedefe ulaşılması, bir pozisyon, ödül, zenginlik, statü elde etmek yatıyor. Bu elde etmek de sahiplenmek çok farklı değil. Özellikle de yaptığımız işi, sadece yapmak için değil de, herhangi bir şey elde (buna takdir edilmek, övgü almak dahil) etmek için yapıyorsak zihnimiz bize hazırladığı tuzağa düşmek an meseledir. Bu sebeple başarı ve ödül mekanizması yakinen ilgilidir. Oysa gerçekten sevdiğimizi ve gönül verdiğimiz işleri yaparsak sonuçlar başarı olarak algılanabilir. Bu göreceli bakış açısı da bizim umurumuzda olmaz. Her sabah bir gün öleceğimizi ve hatta Dünya’nın da bir gün yok olacağını kendimize hatırlatırsak, gerçekten yüreğimizden geçen iş veya işleri, davranışları ve tutumu keşfedebiliriz.


Son olarak sağlık ve uzun yaşama gelelim. Bu iki konu belki üzerinde en fazla kitap yazılan konularından başlarında geliyordur. Bu sebeple bu iki konunun sadece amaçla ilgisini inceleyelim. "Ikigai" ve "Neden ile Başla" gibi kitapları okursanız, burada belirtilen ‘amaç’, hedeften ziyade bir vizyonu yani gidilen yönü gösterir. Yer yer ulvi amaç olarak da bahsedilir. Diğer önemli bir konu ise yapılan iş ne ise -ki bazen gündelik işlerimiz de olur- onu dünyanın en önemli işi gibi yapmaktır. Bulaşıkların temiz olması için bulaşıklar yıkanmamalıdır. Sadece bulaşık yıkamak için bulaşık yıkanmalıdır. Hatta kişi bulaşık yıkama işi olmalıdır, yemeğin kendisi, banyonun kendisi olmalıdır. Yapılan her iş şiirselleşirken zihin, kişi, ego ortadan yok olur. Dolayısıyla sağlık ve uzun ömür buna hizmet eder.