20 Mart 2020 Cuma

A Beautiful Day in the Neighborhood

“Ebeveyn olarak yapabileceğimiz en önemli şey, kendi çocukluğumuzu hatırlamak ve onların nelerden geçtiğini hatırlamak. Kimse olduğu gibi büyümüyor.”
Ünlü psikolog Sigmund Freud insanlığın yaşadığı sıkıntıların temelini çocukluk dönemlerine dayandığını keşfetmiştir. Özellikle altı yaşımıza kadar olan dönem. Ancak anlaşılıyor ki bu etkilendiğimiz süre bu yaşla sınırlı değil. Ancak o zamanlar çözülememiş konu bu etkinin asıl sebebiydi. Sebep daha sonraları John Bowlby tarafından ortaya çıkartılmıştır: Bağlanma problemi. Çocuğun ebeveynlerine bağlanma ihtiyacı hayati derecede önemlidir. Oysa çoğu zaman anne veya babamız fiziken veya ruhen yanımızda değildir... Nadir durumlarda da her ikisi de meşguldür.

A Beautiful Day in the Neighborhood (Mahallede Güzel Bir Gün) filminin kahramanları çocuklara yönelik bir program yapan ünlü Bay Rogers ve onun hakkında bir röportaj yapacak olan Lloyd Vogel’dir... Bay Rogers çocukların muhtemel problemleri üzerinde dururken, onların bu konularda kendilerini ifade etmesi ve farklı bir bakış açısı sağlamaya çalışmaktadır.

Lloyd evli ve bir çocuk sahibidir. Bebeklerinin tüm yükünü eşinin omuzlarına teslim etmiştir. Eşi daha eril, kendisi de beceriksiz ve öfkeli bir izlenim vermektedir. Babası ile yıllardır konuşmayan Lloyd, onu bir türlü affedemez. Annesi Lloyd küçükken ölmüştür. Annesi ölmeden önce babası onları bırakıp gitmiştir.

Lloyd iş yerinde de müdürü ile sıkıntı yaşar. Gayet otoriter bir karakter ile çalışmaktadır. Babası kız kardeşinin düğününde ortaya çıkar ve oğluyla geç de olsa bir bağ kurmaya çalışır. Lloyd’un hayatı Bay Rogers ile tanışmasıyla değişmeye başlar. Bay Rogers Lloyd’un geçmişte yaşadıkları ile ona destek olmak ister..

“Baban da senin bugünkü insan olmana katkıda bulundu.”
Lloyd öfkelidir; her öfkenin ardında bir acı yatar. Onun acısı ise annesinin kaybıdır. Babasının onları terk etmesi acısını ve dolayısıyla öfkesini canlı tutmasına sebep olmaktadır. Bay Rogers ile görüştüğü sıralarda annesinin vizyonunu görür. Annesi hasta yatağında yatmaktadır ve oğluna şöyle der:
“Bunu benim yaptığını biliyorum. Öfkeyi tutuyorsun. Buna ihtiyacım yok.”
Kimse her zaman iyi veya her zaman kötü değildir. Lloyd’un babası yıllar sonra değişmiş, yaptıklarından pişman bir duruma gelmiştir. Ölmeden önce tek isteği oğlu ile barışabilmektir...

“Çocuklar şunu bilmeli: yetişkinler bazen plan yaparlar ve işler umdukları gibi gitmez.”

18 Mart 2020 Çarşamba

La Enfermedad Del Domingo


“Bazı anılar akıp gider ve yaşamamıza yardımcı olur. Diğerleri ise durgundurlar. Çok güçlüdür. Tekrar hareketlendirmezsek bizi perişan ederler.”
Annesi hep daha fazlasını istemişti. Daha zengin olmak, daha başarılı, daha düzenli...
İstediklerini elde etmek her türlü fedakarlığı yapmaya hazırdı. Taşradan çıkıp zengin bir kadın olmak için her şeyi göze almıştı.

Bir türlü aklı almıyordu. Buna değmiş miydi? Artık bilmek istiyordu. Yıllar sonra onu sekiz yaşındayken terk eden annesini bulmuştu. Tüm yüzleşme için sadece on gün yeterliydi. Sanki bir parçası sekiz yaşında takılı kalmıştı. Her türlü detayı hatırlıyordu. Sakin duruşunun ardında yüreği öfkeden alev topuna dönüşmüş bir kız çocuğu vardı.

Annesi ise güç ve para sahibiydi, ancak mutlu görünmüyordu. Hep daha fazlası gerekiyordu sanki. Yorgundu... İkinci kızıyla da arasında samimi bir ilişkileri yoktu. Şimdi farklı bir planı vardı. Artık görülmek istiyordu. Denklemde eksik olan biri daha vardı; babası...

Annesi ile geçmişin hiç tozlanmamış yapraklarına bakmaları, öfke patlamaları ve sonunda “anne” ve “kızım” sözcükleri... Oysa o artık çok hastaydı. Annesinin yokluğunda, hayatı hiç bir zaman dolu dolu yaşayamamıştı. Vasat işler, bağımlılıklar, sıradan ilişkiler... O da fazlasıyla yorgundu.

Annesini tüm yaptıklarından sonra zor bir görev bekliyordu...

“Hepimiz dinlenmeyi hak ediyoruz...”

16 Mart 2020 Pazartesi

Honey Boy



Hayatımızda başımıza gelen olaylar, seçtiğimiz meslekler, ilişkilerimiz... Hepsi ailemizle ilgilidir. Aile dinamikleri, çocukken yaşadıklarımız veya kök ailemizin geçmişinde olan travmatik olayların yarattığı bir olgudur. Bunun farkında olmadıkça, neden bu mesleği seçtiğimizi ve neden sürekli bazı olayları üzerimize çektiğimizi anlamayız.

Tehlikeli durumlar içeren meslekler bu gruba dahildir. Aksiyon sahnelerinde rol alanlar çoğu zaman ölümle hayatı ayıran çizgiye yaklaşırlar. Honey Boy isimli filmde kahramanımız riskli sahnelerde rol almanın yanı sıra özel hayatında da zor durumlarda kalır. Bunlardan biri de içkili araba kullanarak kaza yapmasıdır. Bazı durumlar, olaylar Otis’i tetikler.

Artık onun derinindeki probleme bakmak için bir yardım eli gerekmektedir. Psikoloji konusunda uzman biri onun çocukluk hikayesi ile başlar. Otis’in anne ve babası ayrıdır. Babası ile yaşayan Otis, içsel olarak anne ve babasının arasında kalmıştır. Babası anne hakkında olumsuz konuşmalar yaparak oğlunu yanına çeker. 12 yaşındaki oğluna bir paket sigara hediye eden bir babadır. Otis ise oynadığı küçük rollerle az da olsa tanınmaktadır. Babası onun üzerinden para kazanır ve onu devamlı mesleği konusunda zorlar. Otis bu durumdan ve ilişkilerinden hiç mutlu değildir. Babasında daha iyi bir baba olmasını talep ettiğinde ise aldığı yanıt fiziksel şiddettir.

“Hep gerçek bir baba olarak davranmanı bekledim. Bunu bir kez olsun yapmadın. Seni uzun zamandır özlüyorum baba...”
Otis’in babası sabıkalı biridir. Bir çok bağımlığı olan biri. Onun annesi (Otis’in babaannesi) yazar ve şair... ve bir alkolik. Annesi oğlu 11 yaşındayken kadınlardan hoşlandığını açıklar. Annesinin sevgilisi olan kadın da alkoliktir ve çocuğu her seferinde döver. Çocukluğunda elinin alçıdan kurtulduğu zamanları hatırlayamaz. Annesi camdan otobana düşer. Ölümünden sonra askere gider. Tüm bunlar onu uyuşturucu bağımlısı olmaya sürükler. Kendinden geçtiği bir anda, bir kızın arabadan atlamasına sebep olduğundan kendini dört yıla yakın bir süre hapishanede bulur. Kapalı kaldığı dönemde Tanrı’ya yaklaşır ve kendi oğlunu – Otis’i – elinden geldiğince büyütmeye çalışır.
“Babamın bana verdiği tek değerli şey; acı... Şimdi benden onu almaya mı çalışıyorsunuz?”
Her ne kadar Otis çocukken babasına karşı öfkeli olsa da, ona yakın olmak onun için hayatta kalmak demekti; hayatta kalmak anlamına geliyordu bu. Ailemizdeki duygu durumunu takip etmek bir şekilde aileye olan bağlılığımızı gösterir. Aileye bağlanmanın çok ilginç ancak sık görülen bir yoludur... Oysa atalarımızı, onların kaderlerini, yaşadıklarına rağmen hayatta kaldıklarını gördükçe, anladıkça, kabul ettikçe kaderimiz bize güç vermeye başlar. Bu uzamış çocukluktan yetişkinliğe geçişte en önemli etkendir.
“Sen bir alkolikler soyundan geliyorsun oğlum. Acı çeken ve ne yapacağını bilemediği için çok içen iyi insanlardan oluşan kocaman bir sülaleden. Her birimiz kin tuttuk. Her birimize kazık atan biri oldu."

7 Mart 2020 Cumartesi

Grâce à Dieu - Yüzleşme



Neyi bastırırsanız karşınıza o çıkar.

Özellikle Hristiyanlıkta papazların Tanrı’ya yakınlaşmak için münzevi hayata çekilip, basit bir hayat yaşadıklarını izleriz. Bir çoğu bu yolculuğa özümseyerek, Tanrı’yı ve Evren’i anlayarak değil, başkalarından öğrenerek, başkalarını takip ederek yapmaya çalışmaktadır. Paraya, cinselliğe, mevkiye olan istekler bastırılır. Oysa sık sık ortaya çıkan cinsel taciz skandalları bu tip sözüm ona din insanlarının nasıl yanlış bir yolda olduğunu ortaya çıkarır. Diğer iki konu olan para ve itibar için de benzer durumlara rastlanır. Elbette taciz kadar sansasyonel olmayan bu iki konu bazen göz ardı edilir.

Grâce à Dieu – Yüzleşme isimli yapım, erken yaşlarda bir papaz tarafından taciz edilen erkek çocuklarının günümüzdeki hikayesine dayanıyor. Yıllar boyunca sessiz kalan bu erkekler, daha fazla dayanamayarak seslerini çıkarmaya başlar. Özellikle de tacizci papazın hala görevinde olması onları daha da tetiklemektedir.

İşin ilginç yanı, çocukların genellikle bu tip olayları yıllarca sır olarak tutmasıdır. Öncelikle utanç duygusu bu olayın etrafını sarar. Cesaret edip birine söyleyenlere sıklıkla yalan söyledikleri veya yanlış anladıkları varsayılır. Yıllar geçtikçe bu tip olayların yeniden açılmasına tepki gösterenler bile çıkar. Zaten kanunlar 20 seneyi aşkın vakaların dava edilemeyeceğine kanaat getirmiştir. Basına duyurursanız dine karşı bir kampanya gibi algılanma tehlikesi ile karşı karlı kalınabilir. Oysa sırlar artık açığa çıkmak ister, lakin bu travmatik anılar hala tap tazedir. Tüm bu erkekleri de etkilemektedir.


İçinizdeki neyi görmek istemezseniz hayatınıza onu size gösterecek kişileri hayatımıza çekmeye devam ederiz.

Cinsel tacize maruz kalmış her kurbanın yaşamı ciddi derecede zedelenmiştir. Çoğunun ailevi problemleri, güven eksikleri bulunmaktadır. Muhtemelen de geçmişlerinde sağlam bir baba figürünün eksikliği olabilir. Kimisi evlenmiş, kimisi bekar kalmıştır. Ancak işin net bir tarafı şudur: Ya kendileri gibi kurbanlar seçmişlerdir (benzer geçmişi paylaşan), ya kendilerine bir kurtarıcı (muhtemel ebeveyn rolünde) bulmuşlar ya da son seçenek  olan kendileri de onlara bu olayı gerçekleştiren failler gibi yapmaktadırlar... Bu son durum belki de en zor olanıdır. Kendileri de şiddet uygular veya tacizci olurlar.

Çözüm nedir? Çözüm failin af dilemesi ve kurbanın onu affetmesi midir? Kesinlikle hayır... Bu onların arasındaki uçurumu daha da derinleştirir. Çözüm herkesin olanı olduğu gibi görmesi, anlamasıdır. Kurbanların onurlandırılması, faillerin kendilerine düşen sorumluluk/ceza neyse yüklenmeleridir. Ancak bu şekilde anılar güveni bir şekilde kütüphanedeki yerini alır, içimizdeki çocuklar büyür...
“Onu affedersen onun kölesi olursun, sonsuza kadar...”