2 Eylül 2019 Pazartesi

Toplum ve Düşünce


Orman yoktur. Sadece ağaçlar vardır. Bir çok ağaç belli bir denge içerisinde belli bir alanda yaşar. Biz bu bireysel ağaçlar topluluğuna orman deriz. Ağaçların arasındaki denge ve uyum ağaçların arasındaki ilişkiye dayalıdır. Aynı durum toplum için de geçerlidir. Toplum diye adlandırdığımız somut bir nesne yoktur. Toplum insanlardan oluşur. Özelliklerini ise insan ilişkileri belirler. Ağaçların aksine insanlar arasındaki ilişkiler çoğu zaman ayrılıklar ve şiddet ile sonuçlanır. İnsanlık tarihi de bunun ispatıdır.


İlişkiler neden ötekileştirme üzerine kuruludur? Sağcı-solcu, açık-kapalı, Sünni-Alevi, kadın-erkek gibi binlerce ayrımdan ötürü çatışmalar ortaya çıkar. Tüm bunların kökeninde bireyin kendini tanımlaması yatar. Birey belli bir gruba ait hissederek o grubun üyesi olur ve kendi bağımsız davranmak yerine grupla beraber hareket eder. Kendini tanımlamak için belleğe ihtiyacıdır vardır. Ertesi sabah uyandığında hangi grupta olduğunu bilmelidir. Hatırladıkça bu tanımlamalar pekişir. Hafıza elde edilen deneyim ve bilgiler toplamıdır. Düşüncenin tek kaynağı bellektir. Düşünce belleğin yani geçmişin tepkisidir. Hayatta kalmak üzerine kafa yoran beynimiz, geçmiş bilgiler ile geleceği tahmin ederek bedenin ve daha sonraki kuşakların devamını sağlar. Kötü bir niyeti olmayan beynimiz neden bize ihanet ediyor?

Savaşların egemen olduğu son 5,000 senenin gerisine gidildiğinde, kabile halinde yaşadığımız zorlu dönemleri anladığımızda, düşüncenin evrimini de anlayabileceğiz. Kabile halinde yaşam, toplumsal yaşamın ilk tohumlarının atıldığı dönemdir. İnsanların avlanmak ve korunmak amacıyla ortaya çıkardığı kabileler 125 kişiyi geçmiyordu. Nüfus 150’yi geçtiğinde kabile bölünüyor ve iki ayrı kabile oluşuyordu. Bu sayı şempanzeler için yaklaşık 50. Demek ki bir insan topluluğu için ilişkilerin sağlıklı yürüyebileceği sayı en fazla 150...

Bu dönemde insanlar biriktiremediği için henüz toprağa sahip olma gibi bir dertleri yok. Günümüzdeki çoğu hayvan gibi avlanıp karnını doyurup güneşin tadını çıkarıyor olmalılar. İnsandaki öğrenme ve veriyi depolama kapasitesi, başlarda insanlığın çoğalmasını ve dünyaya hakim olmasına olanak verirken, daha sonraları bölünmelere sebebiyet vermiştir. Düşüncenin doğası zıtlıktır. Kısa-uzun, iyi-kötü diye karşılaştırmalar yaparak anlar zihin... Benzer ayrım kabile ait olan ve olmayan arasında da vardır ve bu çok nettir. Kabileye ait olanı korur, olmayana şüpheyle yaklaşır. İnsanlık o dönemin kalıtımsal olarak aktarımıyla oluşan beyne sahip. Günümüzde ciddi tehlikeler ile karşılaşmıyor olsak da mekanizma aynı; biz ve diğerleri... Romalı General der ki; “Artık savaşılacak kimse kalmadı, her yeri ele geçirdik.” İmparator cevap verir: “Her zaman savaşılacak birileri vardır...” Roma İmparatorluğu en sonunda kendi kendini bölmüştür.


Geçmişin tepkisi olarak ortaya çıkan düşünce oldukça, birlik beraberlik mümkün mü? Geçmişten ders çıkarmak yerine, travmaları unutmayan ve kin besleyen bir düşünce yapısı ile huzur mümkün mü? Devamlı ayıran ve konuşan bir zihin ile sevginin merkezi olan kalbin sesini duymak mümkün mü? Düşünce var olduğu sürece ayrımlar, kıyaslamalar, çatışmalar kaçınılmaz gözüküyor. Düşüncelerin esaretinden kurtuluş ancak geçmişe bağımlı olan düşüncelerden, bellekten özgür bir şekilde gözlem ile mümkün. Hiç bir cevap, önyargı, varsayım olmadan, olana olduğu gibi bakıldığında ancak düşünceden bağımsız, sevginin ortaya çıkabileceği bir ortam yaratılabilir. Toplum tüm çatışmaları zihnimizin içindeki çatışmaların yansımasıdır; çatışmaların sona ermesi için önce nöronlar arasındaki savaş bitmelidir.