Orman yoktur. Sadece ağaçlar vardır. Bir çok ağaç belli bir
denge içerisinde belli bir alanda yaşar. Biz bu bireysel ağaçlar topluluğuna
orman deriz. Ağaçların arasındaki denge ve uyum ağaçların arasındaki ilişkiye
dayalıdır. Aynı durum toplum için de geçerlidir. Toplum diye adlandırdığımız
somut bir nesne yoktur. Toplum insanlardan oluşur. Özelliklerini ise insan
ilişkileri belirler. Ağaçların aksine insanlar arasındaki ilişkiler çoğu zaman
ayrılıklar ve şiddet ile sonuçlanır. İnsanlık tarihi de bunun ispatıdır.
İlişkiler neden ötekileştirme üzerine kuruludur?
Sağcı-solcu, açık-kapalı, Sünni-Alevi, kadın-erkek gibi binlerce ayrımdan ötürü
çatışmalar ortaya çıkar. Tüm bunların kökeninde bireyin kendini tanımlaması
yatar. Birey belli bir gruba ait hissederek o grubun üyesi olur ve kendi
bağımsız davranmak yerine grupla beraber hareket eder. Kendini tanımlamak için
belleğe ihtiyacıdır vardır. Ertesi sabah uyandığında hangi grupta olduğunu
bilmelidir. Hatırladıkça bu tanımlamalar pekişir. Hafıza elde edilen deneyim ve
bilgiler toplamıdır. Düşüncenin tek kaynağı bellektir. Düşünce belleğin yani
geçmişin tepkisidir. Hayatta kalmak üzerine kafa yoran beynimiz, geçmiş
bilgiler ile geleceği tahmin ederek bedenin ve daha sonraki kuşakların devamını
sağlar. Kötü bir niyeti olmayan beynimiz neden bize ihanet ediyor?
Savaşların egemen olduğu son 5,000 senenin gerisine
gidildiğinde, kabile halinde yaşadığımız zorlu dönemleri anladığımızda,
düşüncenin evrimini de anlayabileceğiz. Kabile halinde yaşam, toplumsal yaşamın
ilk tohumlarının atıldığı dönemdir. İnsanların avlanmak ve korunmak amacıyla
ortaya çıkardığı kabileler 125 kişiyi geçmiyordu. Nüfus 150’yi geçtiğinde
kabile bölünüyor ve iki ayrı kabile oluşuyordu. Bu sayı şempanzeler için
yaklaşık 50. Demek ki bir insan topluluğu için ilişkilerin sağlıklı yürüyebileceği
sayı en fazla 150...
Bu dönemde insanlar biriktiremediği için henüz toprağa sahip
olma gibi bir dertleri yok. Günümüzdeki çoğu hayvan gibi avlanıp karnını
doyurup güneşin tadını çıkarıyor olmalılar. İnsandaki öğrenme ve veriyi
depolama kapasitesi, başlarda insanlığın çoğalmasını ve dünyaya hakim olmasına
olanak verirken, daha sonraları bölünmelere sebebiyet vermiştir. Düşüncenin
doğası zıtlıktır. Kısa-uzun, iyi-kötü diye karşılaştırmalar yaparak anlar
zihin... Benzer ayrım kabile ait olan ve olmayan arasında da vardır ve bu çok
nettir. Kabileye ait olanı korur, olmayana şüpheyle yaklaşır. İnsanlık o
dönemin kalıtımsal olarak aktarımıyla oluşan beyne sahip. Günümüzde ciddi
tehlikeler ile karşılaşmıyor olsak da mekanizma aynı; biz ve diğerleri...
Romalı General der ki; “Artık savaşılacak kimse kalmadı, her yeri ele
geçirdik.” İmparator cevap verir: “Her zaman savaşılacak birileri vardır...”
Roma İmparatorluğu en sonunda kendi kendini bölmüştür.
Geçmişin tepkisi olarak ortaya çıkan düşünce oldukça, birlik
beraberlik mümkün mü? Geçmişten ders çıkarmak yerine, travmaları unutmayan ve
kin besleyen bir düşünce yapısı ile huzur mümkün mü? Devamlı ayıran ve konuşan
bir zihin ile sevginin merkezi olan kalbin sesini duymak mümkün mü? Düşünce var
olduğu sürece ayrımlar, kıyaslamalar, çatışmalar kaçınılmaz gözüküyor.
Düşüncelerin esaretinden kurtuluş ancak geçmişe bağımlı olan düşüncelerden,
bellekten özgür bir şekilde gözlem ile mümkün. Hiç bir cevap, önyargı, varsayım
olmadan, olana olduğu gibi bakıldığında ancak düşünceden bağımsız, sevginin
ortaya çıkabileceği bir ortam yaratılabilir. Toplum tüm çatışmaları zihnimizin
içindeki çatışmaların yansımasıdır; çatışmaların sona ermesi için önce nöronlar arasındaki savaş bitmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder