Hafızanızı bir anda kaybetseydiniz, kim olurdunuz? Tüm
anılarınız yok olsaydı, tanıdığınız kişiler hakkında neler düşünürdünüz? Tüm
bildikleriniz bir anda tuzla buz olsa, yarın ne yapardınız?
Bilinmeyen isimli bir filmde bir grup insan, hafızalarını
geçici olarak silecek bir gaza maruz kalırlar. Kimisi yaralıdır, kimisi bağlı,
kimisinin elinde de silah vardır. Kimse bir şey hatırlamadığı için herkes iyi
tarafta olduğunu düşünür, tanımadıkları bu insanlarla dost olmaya çalışırlar...
Daha sonra ufak anı parçaları devreye girmeye başlar ve zihin spekülasyon
yapmaya, endişe etmeye ve varsayımlarda bulunmaya başlar.
Bunun aynısı bir bebeğin başına da gelmektedir. Bebekler ve
çok küçük yaştaki çocuklar her şeye ve herkese çok açıktırlar, hiç bir ön
yargıları yoktur. Nadir bir travma yaşamamışlarsa, genellikle oldukça
cesurdurlar. Sevgi dışındaki duygularını bile bilmezler, ebeveynlerine sorarak
öğrenirler... Bellek olumlu ve olumsuz anılarla dolmaya başlar.
Elbette ki, hafızanın bir rolü vardır; pratik olarak bedeni
hayatta tutmak ve günlük hayatımızda bir çok şeyi hatırlamak... Öte yandan hafıza,
psikolojik olarak bize en büyük sorunları çıkartabilir potansiyeldedir. Neden
mi? Tüm psikolojik sıkıntıların sebebi; acılardan sakınmaya çalışan ve bunun
yerine haz peşinde koşan bir zihne sahip olmamızdır. Beynimiz fiziksel olarak
sakladığı anı parçalarına göre etiketlemeler yapar: Bu anı üzücü, korkutucu veya
keyifli, harika diye... Aynısını insanlar, nesneler ve mekanlar için de yapar.
Bir çocuk, vahşi bir köpek tarafından korkutulursa, o çocuk muhtemelen tüm
köpeklerden çekinmeye başlayacaktır.
Nörologların ispatladığı gibi davranışlarımızın yüzde
doksanına yakınını bilinçaltı, inanç kalıplarına göre yönetmektedir. Bilincimiz
için bu, davranışlarına mantıklı bahaneler bulma mekanizması gibi işlemektedir.
Bilim sayesinde şunu artık net olarak biliyoruz; beyindeki her duygu ve düşünce
fiziksel bir elektrik akımından oluşmaktadır ve bu duygu ve düşüncelerin tamamı
bizim biriktirdiğimiz bilgi ve deneyimlerden oluşur. Hem bilgi hem de deneyim,
geçmişte kalmıştır... Dolayısıyla hiç bir fikir veya duygu başkalarından veya
geçmişten bağımsız bir şekilde oluşmaz.
Sonuç olarak, zihin, bizi keyif aldığı deneyimler peşinde
koştururken, acı verenlerden de kaçmak için endişe etmeye devam edecektir. Bu
durum, geçmiş bilgi ve deneyimleri kullanarak, geleceği projekte etmektir...
Ancak insanın, sadece şu anı vardır; zihin devreye girdiği anda, o deneyim
haline gelecek ve geçmiş bir anı olacaktır. “Ne güzel bir gün batımı” dediğiniz
anda ve hemen o manzaranın fotoğrafını çektiğinizde artık anda değilsinizdir.
Bu deneyim devam etsin, tekrar olsun, en azından fotoğrafına bakıp hatırlayalım
isteriz.
Oysa ki tüm deneyimler gelip geçicidir. Başlamak ve bitmek
zorundadır. Bu hayat ise her şeyi içinde barındırır. Acı olmasaydı haz
olmayacaktı; karanlık olmasaydı, yıldızlar gözükmeyecekti... O halde bu dünya
dualiteler (karşıtlar) dünyasıdır ve devamlı hareket halindedir. Hayatımıza
çektiğimiz tüm olayların yaratıcısı bizlerizdir. Hayatımızdaki değişken
tablonun yaratıcısı bizlerizdir. Biz değişen bir tablonun değişmeyen ressamı
isek, tüm acı ve haz hakkında bilgi veren belleğimizden bağımsız olmalıyız. Sonsuz
varlıklar olarak, tüm bu hatıra oyunlarını gözlemlemek yeterlidir; ne acılardan
bu kadar etkileniriz, ne hazlara bu kadar bağlanırız. Her şeyin gelip geçici
olduğunu, her olayın arkasında derin bir neden olduğunu bilirsek, geriye kalıcı
bir huzur ve sevgi kalacaktır.
Belleğimizdeki tüm bilgi ve deneyimi sınayabiliriz, yanlış
ve geçici olan her şey sona erdiğinde sadece hakiki olan kalacaktır. O vakit ne
ve kim olduğumuzu idrak edip, sadece olabiliriz; çabasızca, hedef koymadan,
gizli amaçlar olmadan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder