8 Kasım 2013 Cuma

Hepimizin Sakladığı Bir Sırrı Var


Farkındayız veya değiliz... Hepimiz çocukluğumuzdan beri sakladığı bir sırrı var.
Hangi sır mı? Biliyoruz ki, farklıyız, iyi veya kötü değil, sadece farklı...
Belki dünyayı değiştirecek bir özellik var bizde... Bu yanımızı nasıl hatırlarız?

Hepimizin hayalleri büyük, ve bu hayallerin peşinden koşmayı gönülden istiyoruz.
Sevgiye inanıyoruz... Anc
ak kendimize bu konuda ne kadar güveniyoruz? 
En kolay yargılarımız, dışlamamız, eleştirimiz kendimize değil mi?
Olduğumuzun dışında sırtlandığımız fazlalıkları atmak istiyor muyuz?
Fakat kendimizin yanlış olduğumuza mı inandırıldık? Buna inanmamız için çok fazla sebep mi var?



İçimizde, derin bir yerde biliyoruz ki, “biliyoruz”, kendimiz gibi olduğumuzda her şey mümkün hale gelir... Dolaylı bir yaratım gibidir bu; kontrolü bıraktığımızda, kontrolü ele geçirmemiz gibi bir durumdur bu... 

Sevgiye ve sonsuz olasılıklara kapılarımızı açarken, en büyük tehlike, kendimizi mevcut hücremizden daha güzel gözüken kral dairesine hapsetmektir...

Bir şeylere uyanırken, farkında olunması gereken, alıştığımız ve bize empoze edilen değerler yerine başka bir öğretiyi, öğreteni veya uygulamayı koyup onlara tutunma riskidir. Bir maskeyi bırakıp, daha hoş gözüken başka bir maske takmak gibidir bu!..

Tüm öğretilerin söylediği ortak şey, her şeyin birbirine bağlı olduğu ve hali hazırda muazzam olduğumuzdur. Hepimizin ruhunda Tanrı'nın bir parçası mevcuttur.



İster sanatçı, ister astronot, ister bilim insanı olun... Hepimiz eşsiz ve sonsuz varlıklarız.

İçimizdeki fısıltıya kulak verelim, egomuzun konuşmalarını bırakalım; geçip gitsin. Egonun vizyonu bedenle sınırlıdır. O devamlı yeni düşünceler üretir. Ne düşüneceğimize biz karar veremeyiz ancak hangi düşünceyi besleyeceğimiz bizim elimizdedir.

Ne zaman hayat dolu ve neşeli oluyoruz? Neyi yaparken yorulmak bilmeyiz? Zamanının geçtiğini anlamayız? İş o an bizim hayata, evrene ve her şeye bağlandığımız andır. Bireysellik kalmaz ortada; yapan ve yapılan arasında bile bir sınır yoktur sanki. Öte yandan bize öğretilen "bireysellik" bir illüzyondur ve ayırıma sebep olur. Ayrım ise her türlü kargaşaya, özellikle de içimizde bulunan çelişkilere...

Bu çelişkiler ve geçmişten ve hatta atalarımızdan gelen ve tutunduğumuz hayaletler, hayatımızda ne yapacağımızı görmemizi engelleyen bir sis tabakası oluşturur. Bu şartlarda kendinizi anlamakta, içinizdeki cevheri keşfetmekte zorlanırız...



Tutku her şeyin başlangıcı; tohumudur. Tutku, ‘arzu’dan veya 'hırs'tan farklıdır ve kolayca karıştırılabilir. Arzu ve hırs, bizi bir şey sahip olmaya yönlendirir ve ona sahip olduğumuzda, bize yeni bir hedef gösterir ve hiç bir zaman doyuma ulaşılamaz.

Neleri tutku ile, aşk ile yapıyoruz? Neler yaparken içimiz içimize sığmıyor? Çocukluk hayallerimiz nelerdi? Hala geçerli mi? Şimdi ne hayal ediyoruz?  Hayalimizin hangi yönü bizim için en anlamlı? Bu yön, katkımızın can damarı olacaktır. 

Bizim gibi kimler var? Ailemizde, çevremizde, dünyada, tarihte... Bizi en çok etkileyen kişiler, liderler kimler?.. Emin olun ki, onlardaki özellikler bizde de var. Aksi halde onlardan etkilenmez, o özelliklerini göremezdik. Bu kişilerin özelliklerini, onların değerlerini listelemek belli bir farkındalık yaratacaktır. Kendimizi bu kişilerin yerine koyduğumuz, içimiz kıpır kıpır oluyorsa doğru yoldayız demektir.



Güvenli gibi gözüken, zihnimizi çelen çerçevemizden çıkıp kendimizi keşfetmeye ve bunu kabul etmeye hazır mıyız? Bunlara engel olan her türlü inancımız, bize empoze edilmiş duygu, düşünce, yargı, onaylanma isteği ve korkularımızı fark edip, onlardan özgürleşmeye hazır mıyız?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder