Ana rahmindeyken hissetmeye başlarız... Annemiz bizi
istemeyerek mi doğurdu? Endişeli miydi? Kazara olmuş bir hamilelik mi? Bunların
hepsi ana rahmindeki bebeği etkilemeye başlar.
Büyüdükçe, aileden etkilenme durumu devam eder...
Ebeveynlerinin boşanması veya kavgalarından dolayı kendini derinden suçlayan
çocuklar, anne babadan alamadıkları sevgiyi, ya başkalarında ararlar ya da bazı
bağımlılıklar edinirler. Ya onlar gibi olur; onlara uyum sağlayarak sevilmeyi
umarlar, ya da tam tersini yaparak acılarını bastırırlar...
Kendi hayallerimiz yerine, onların inanç sistemlerini
kopyalar, bazen de onların hayallerini gerçekleştirmek üzere büyürüz. Derinde
sebep hep aynıdır; sevgi ve onaylanma ihtiyacı... Böylece kendimizi ait
hissederiz ve bu bizim için hayatta
kalmak demektir.
Love the Coopers
filmi, yılbaşında bir araya gelen bir ailenin anatomisini çıkarmaktadır. Üç
nesil – gelecek, şimdi ve gelecek – Şükran gününde bir araya gelecektir. Yıllar
sonra ayrılmanın eşiğine gelmiş anne-baba, yaşlanmış bir dede ve teyze... Hiç
evlenmemiş kız kardeş, annesi ile sürtüşen kız, torunlar vs...
Bu sıra dışı gecede, herkes birbiri ile kapışır; kozlar
paylaşılır... Yıllardır konuşulmayan konular ortaya dökülür... Herkes, kendilerini
bulmaya başlar.
Ailemiz, bize harika bir ayna olur... Hayatı bir arada
yaşarken, kendimiz olmayanları fark etmemiz için bize bir imkan sağlar. Sevgi bağı güçlü olduğu için diğer aynalar
gibi kolayca kırıp kurtulamayız ondan... Ne onlardan bağımsız olduğumuz
doğrudur, ne de onlara çok bağlı olduğumuz. Ebeveynlerimiz ellerinden gelenin en
iyisini yapmıştır. Aldıklarımız için minnettar olup, kendi hayatımıza
döndüğümüzde hayat akmaya başlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder