Hayatta birbirimizi bağlayan şey sevgidir. Duygu ve
düşüncelerin kaynağı zihindir, saf sevginin kaynağı ise kalptir; ruhumuzdur.
Nedir bizi saf sevgiden uzaklaştıran?
Dünyaya geldiğimizde saf sevgi ile bağlanırız her şeye; ayrı
bir bedene sahip olduğumuzu bile bilmeden bir bütün olarak tecrübe ederiz ilk
günlerimizi... Derken hayatımızda yaşadığımız bazı ağır olaylar karşısında
travmalar yaşarız ve beynimiz bedeni koruma amaçlı duvarlar örmeye başlar.
Bazen hatırlamayız bile. Kalbimiz katılaşır, kalp gözümüz görmez olur...
Ama içten içe ararız sevgiyi... Bazen birilerine ölesiye
bağlanırız ve tam tersi nefret hissederiz istediğimiz sevgiyi bulamayınca.
İçimizdeki boşluk dolmaz bir türlü... Doğal olarak bu duruma çok maruz kalanlar
anne, baba, eşimiz gibi bize yakın aile üyeleri olur. Bağımlılığı andıran aşırı
sevgi de, nefret de bizi aynı derecede kilitler.
Sevgi, hem içten, samimi, hem de nefes almaya müsaade edecek kadar mesafeli olmalıdır.
Gerçekten özgürleşmenin sırrı buradadır. Özgür olmak tek
başına istediğini yapmak demek değildir. Bu çocukça bir arzudur. Bağımsız özgür
bir birey olmak, kendi başına sevgi dolu olup, başkalarını da sevip onlara da
kendi olma hakkını vermekten geçer. Osho’nun
dediği gibi; sevgi tek başına kalabilme yetimizden ortaya çıkar. İşte bu
bilinçli sevgidir.
Tüm bu bireysel olayların etkisi olduğu gibi, bizden önceki
kuşaklardan ve eski ilişkilerimizden de taşıdığımız travmaların etkileri hem
bilimsel olarak hem aile sistemi terapilerinde ortaya çıkıyor. Bir nevi önce nesillerin
veya deneyimlerin kefareti gibi bu yükler sırtımızda bulunabiliyor. Hatta bazen
bu yükler bize bir kurban bilinci kazandırıyor ki onları bilinçaltı seviyesinde
sevmeye başlıyoruz. Bu tip durumları aile sistemi terapisi çalışmaları ile keşfedip
anlayışımızı geliştirebilir.
Anlayış farkındalığı artıracak, dolayısıyla özgür bir hayata kapılar açılacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder