Her ne kadar zihnimiz her şeyi kontrol ederek beden için
güvenli, sağlıklı ve mutlu bir hayat sağlamaya çalışsa da, bir çok olayın
bizden bağımsız gerçekleştiğini biliriz. Bazen de buna kader veya şans der geçer
gideriz. Talihsiz olarak nitelendirdiğimiz olayların da suçlusunu ya dışarıda
buluruz ya da kendimizi/kaderimizi suçlarız... Her iki seçenek de, bizi sonunda
meseleyi bizi yaratana, evreni yaratana kadar götürür. En iyi ihtimalle ‘Vardır
bir hayır’ deriz... Ama daha kötüsü isyan ederiz Tanrı’ya... Adına ne derseniz
deyin; Tanrı, Allah, Tao, Evren, Yüce Bilinç... Aslında bizi yaratanı ve bu
evreni büyük bir akıl ile yöneteni ima ederiz...
Ancak kelimeler kısıtlıdır; onun ismini anan her bireyin
algısı tamamen farklıdır; Taoizm, bu durumu ‘Tao, tao değildir’ diyerek ifade eder. Bulut kelimesi bulutun
kendisi değildir mesela. Daha derine indiğinizde bulut diye bir şey bile
yoktur. Onu o şekilde tanımlamamızı sağlayan bir grup su buharının yan yana
durmasıdır. Dolayısıyla bir çok kelime, gerçekten ifade ettiği şeyden çok
uzaktır. Tanrıyı ifade eden kelimelerin ise işi daha zordur.
Bazıları ise ona anlamlar yükleyerek, O’nu diğer insanları
yönetmek, kendilerini güçlü bir hale getirmek için kullanır. Bu sistem, zihnin
karşıtlıklara dayanan düşünce yapısına uygun bir şekilde ceza ve ödül sistemine dayandırılmıştır. Karşı gelirseniz
cezalandırılırsınız söylemi ile bu dünyadaki korku bazlı sistem, öbür dünyaya da
genişlemiş olur. Tanrı bizleri cezalandırmak için yaratmış olabilir mi? Bize kendi ruhundan üflemiş olan Tanrı, bizi neden cezalandırsın?
‘Oyun ve eğlence alanı’ diye tasvir edilen Dünya’da neden bu
kadar acı, sefalet, savaş var? Bireysel seviyeye inersek, başımıza gelen talihsiz
olayların sebebi nedir? Hayat, kader, evren... Ötede zihnimizin kavramasının
mümkün olmadığı bir güç, bizler için çalışıyor... Belki de tüm bu başımıza
gelenler bizleri uyandırmaya, hatırlatmaya çalışıyor. Tüm o insanlar sizdeki
bir duyguyu, bir düşünceyi size geri yansıtıyor...
Tanrı ile Sohbet, aynı
adlı kitapların yazarı olan Neale Donald
Walsch’un hikayesi... 1942 doğumlu Neale, 45 yaşlarına kadar yayıncılık
kuruluşlarında, satış ve pazarlama bölümlerinde çalışmış evli biridir. Daha
sonra, yangın, boşanma ve araba kazasında boynunun kırılmasıyla kendi sokakta
bulur. Bir dönem evsiz yaşayan Neale, daha sonra bir radyoda işe başlar...
Tanrı’nın sesi dediği bir iç ses ona
yön göstermeye başlar...
Uyanmak sihirli değnekle olmamıştır, birisi ona bunu hediye
etmemiştir. Zorlu yoldan geçmiştir Neale... Her şeyini kaybederek tutunduğu bir
şey kalmamış, sonrasında düştüğü ortamda ise içindeki sevgiyi koruyarak
mücadele etmiştir. Neale, ölmeden ölmüştür ve uyanmıştır. Ego yok olmuş, ve
artık o içindeki sesi duymaya başlamıştır...
“Sizler Tanrıya bir ebeveyn rolü biçtiniz. Tanrıdan
ödüllendiren veya cezalandıran bir yargıç yarattınız. Sevginin etrafını korku
tabanlı bir gerçekle çevrelediniz. Bu korku tabanlı sevgi gerçeği sevmekle
ilgili tecrübelerinize hükmetmeye
başladı. O kadar ki bunu artık kendi yaratıyor. Doğru olanı yapmak için ihtiyaç
duyduğun şey bu mu? Korku mu? İyi olmak için tehdit edilmen mi gerekiyor? Hem
iyi olmak dediğin nedir ki? Bu konuda son sözü kim söylüyor? Sana şunu
söyleyebilirim, kendi kurallarını sen belirlersin; doğruları sen koyarsın.
Sevgi her zaman var. Evet, bunu daha önce de duydun. Bunun hayatında bir tampon
olmasını bile söyledim ama sorunlu zamanlarda ve dertli günlerde korku ve endişeye
kapılıp unutmayı seçtin. Yapman gereken basit bir soruyu cevaplamaktı. Sevgi
şimdi neyi değiştirir? Hayatı
beklentilere boğulmadan yaşamak, belli sonuçlar almaya ihtiyaç duymamak,
özgürlük budur. Unutma, sen sürekli olarak kendini baştan yaratıyorsun. Her
anında kim ve ne olduğuna karar veriyorsun. Buna kim ve ne olmak istediğine
dair geniş bir seçenek demetinden karar veriyorsun.”
“Acılar olaylarla ilgili değil, kişinin verdiği tepkilerle
ilgilidir. Yaşanan her neyse sadece yaşanıyordur. Bizim ne hissettiğimiz ise
başka bir konu.”
“İstediğin her şeye sahip olamazsın. Sunduğum fırsatlardan
yararlanamadığın için seni cezalandırmam gerekir mi? Bu, Tanrı’yı yargılamadan
önce kendine sorman gereken bir soru...”
“Şimdi içindeki Tanrı’ya her zamankinden fazla uzanma zamanı...
Bu senin aklını huzura kavuşturacak ve o huzurlu akıldan büyük fikirler
üreyecek.”
“Ben senin mutlu olmandan başka bir şey istemiyorum ama sen
kendini benden aşağıda görüyorsun. Oysa gerçekte hepimiz biriz. Hiç birimiz
farklı değiliz. Ben sadece kendim için istediklerimi istiyorum. Ne az ne çok.
Dünyevi başarılarınla da hiç ilgilenmiyorum. Sadece seni düşünüyorum. Hayatını
kazanmak senin için bir endişe olmamalı.
Gerçek efendiler yaşamayı kazanmak
yerine onu yaşamayı seçmişlerdir. Durma gerçekten ne yapmak istiyorsan onu yap;
başka bir şey yapma! Zamanın çok sınırlı. Yapmak istemediğin şeyleri
yaparak vakit kaybetmeyi nasıl düşünebilirsin? Bu yaşamak değildir. Bu ölümdür.”
“Yaptığımız her seçim nefret veya sevgi dolu düşüncelerden
oluşur. Başka bir seçenek yoktur. Yüreğinizdeki sevgi... Tanrı budur.”
http://sohbetreni.com
YanıtlaSil'Insana yakın bir rab ona her zaman güven verir, cunku kendini taniyan ancak tanriyi
YanıtlaSiltanir' mesajını harika vermiş film.cunku insanın içinde,kendisinden kendisine yakın birine ererse insan,son sahnedeki enfes meteforla ,insandan gözüken tanrıdır, çünkü insan onu gösteren en harka aynadir,yorumunu yapmak elzem oluyor..
Yorumunuz için çok teşekkürler.
Silhttps://turkish.chat
YanıtlaSil