23 Şubat 2016 Salı

Tanrı ile Sohbet


Her ne kadar zihnimiz her şeyi kontrol ederek beden için güvenli, sağlıklı ve mutlu bir hayat sağlamaya çalışsa da, bir çok olayın bizden bağımsız gerçekleştiğini biliriz. Bazen de buna kader veya şans der geçer gideriz. Talihsiz olarak nitelendirdiğimiz olayların da suçlusunu ya dışarıda buluruz ya da kendimizi/kaderimizi suçlarız... Her iki seçenek de, bizi sonunda meseleyi bizi yaratana, evreni yaratana kadar götürür. En iyi ihtimalle ‘Vardır bir hayır’ deriz... Ama daha kötüsü isyan ederiz Tanrı’ya... Adına ne derseniz deyin; Tanrı, Allah, Tao, Evren, Yüce Bilinç... Aslında bizi yaratanı ve bu evreni büyük bir akıl ile yöneteni ima ederiz...

Ancak kelimeler kısıtlıdır; onun ismini anan her bireyin algısı tamamen farklıdır; Taoizm, bu durumu ‘Tao, tao değildir’ diyerek ifade eder. Bulut kelimesi bulutun kendisi değildir mesela. Daha derine indiğinizde bulut diye bir şey bile yoktur. Onu o şekilde tanımlamamızı sağlayan bir grup su buharının yan yana durmasıdır. Dolayısıyla bir çok kelime, gerçekten ifade ettiği şeyden çok uzaktır. Tanrıyı ifade eden kelimelerin ise işi daha zordur.

Bazıları ise ona anlamlar yükleyerek, O’nu diğer insanları yönetmek, kendilerini güçlü bir hale getirmek için kullanır. Bu sistem, zihnin karşıtlıklara dayanan düşünce yapısına uygun bir şekilde ceza ve ödül sistemine dayandırılmıştır. Karşı gelirseniz cezalandırılırsınız söylemi ile bu dünyadaki korku bazlı sistem, öbür dünyaya da genişlemiş olur. Tanrı bizleri cezalandırmak için yaratmış olabilir mi? Bize kendi ruhundan üflemiş olan Tanrı, bizi neden cezalandırsın?


‘Oyun ve eğlence alanı’ diye tasvir edilen Dünya’da neden bu kadar acı, sefalet, savaş var? Bireysel seviyeye inersek, başımıza gelen talihsiz olayların sebebi nedir? Hayat, kader, evren... Ötede zihnimizin kavramasının mümkün olmadığı bir güç, bizler için çalışıyor... Belki de tüm bu başımıza gelenler bizleri uyandırmaya, hatırlatmaya çalışıyor. Tüm o insanlar sizdeki bir duyguyu, bir düşünceyi size geri yansıtıyor...

Tanrı ile Sohbet, aynı adlı kitapların yazarı olan Neale Donald Walsch’un hikayesi... 1942 doğumlu Neale, 45 yaşlarına kadar yayıncılık kuruluşlarında, satış ve pazarlama bölümlerinde çalışmış evli biridir. Daha sonra, yangın, boşanma ve araba kazasında boynunun kırılmasıyla kendi sokakta bulur. Bir dönem evsiz yaşayan Neale, daha sonra bir radyoda işe başlar... Tanrı’nın sesi dediği bir iç ses ona yön göstermeye başlar...
Uyanmak sihirli değnekle olmamıştır, birisi ona bunu hediye etmemiştir. Zorlu yoldan geçmiştir Neale... Her şeyini kaybederek tutunduğu bir şey kalmamış, sonrasında düştüğü ortamda ise içindeki sevgiyi koruyarak mücadele etmiştir. Neale, ölmeden ölmüştür ve uyanmıştır. Ego yok olmuş, ve artık o içindeki sesi duymaya başlamıştır...


“Sizler Tanrıya bir ebeveyn rolü biçtiniz. Tanrıdan ödüllendiren veya cezalandıran bir yargıç yarattınız. Sevginin etrafını korku tabanlı bir gerçekle çevrelediniz. Bu korku tabanlı sevgi gerçeği sevmekle ilgili  tecrübelerinize hükmetmeye başladı. O kadar ki bunu artık kendi yaratıyor. Doğru olanı yapmak için ihtiyaç duyduğun şey bu mu? Korku mu? İyi olmak için tehdit edilmen mi gerekiyor? Hem iyi olmak dediğin nedir ki? Bu konuda son sözü kim söylüyor? Sana şunu söyleyebilirim, kendi kurallarını sen belirlersin; doğruları sen koyarsın. Sevgi her zaman var. Evet, bunu daha önce de duydun. Bunun hayatında bir tampon olmasını bile söyledim ama sorunlu zamanlarda ve dertli günlerde korku ve endişeye kapılıp unutmayı seçtin. Yapman gereken basit bir soruyu cevaplamaktı. Sevgi şimdi neyi değiştirir? Hayatı beklentilere boğulmadan yaşamak, belli sonuçlar almaya ihtiyaç duymamak, özgürlük budur. Unutma, sen sürekli olarak kendini baştan yaratıyorsun. Her anında kim ve ne olduğuna karar veriyorsun. Buna kim ve ne olmak istediğine dair geniş bir seçenek demetinden karar veriyorsun.”

“Acılar olaylarla ilgili değil, kişinin verdiği tepkilerle ilgilidir. Yaşanan her neyse sadece yaşanıyordur. Bizim ne hissettiğimiz ise başka bir konu.”

“İstediğin her şeye sahip olamazsın. Sunduğum fırsatlardan yararlanamadığın için seni cezalandırmam gerekir mi? Bu, Tanrı’yı yargılamadan önce kendine sorman gereken bir soru...”

“Şimdi içindeki Tanrı’ya her zamankinden fazla uzanma zamanı... Bu senin aklını huzura kavuşturacak ve o huzurlu akıldan büyük fikirler üreyecek.”


“Ben senin mutlu olmandan başka bir şey istemiyorum ama sen kendini benden aşağıda görüyorsun. Oysa gerçekte hepimiz biriz. Hiç birimiz farklı değiliz. Ben sadece kendim için istediklerimi istiyorum. Ne az ne çok. Dünyevi başarılarınla da hiç ilgilenmiyorum. Sadece seni düşünüyorum. Hayatını kazanmak senin için bir endişe olmamalı.  Gerçek efendiler yaşamayı kazanmak yerine onu yaşamayı seçmişlerdir. Durma gerçekten ne yapmak istiyorsan onu yap; başka bir şey yapma! Zamanın çok sınırlı. Yapmak istemediğin şeyleri yaparak vakit kaybetmeyi nasıl düşünebilirsin? Bu yaşamak değildir. Bu ölümdür.”

“Yaptığımız her seçim nefret veya sevgi dolu düşüncelerden oluşur. Başka bir seçenek yoktur. Yüreğinizdeki sevgi... Tanrı budur.” 

3 yorum:

  1. 'Insana yakın bir rab ona her zaman güven verir, cunku kendini taniyan ancak tanriyi
    tanir' mesajını harika vermiş film.cunku insanın içinde,kendisinden kendisine yakın birine ererse insan,son sahnedeki enfes meteforla ,insandan gözüken tanrıdır, çünkü insan onu gösteren en harka aynadir,yorumunu yapmak elzem oluyor..

    YanıtlaSil