Nörobilim ilerledikçe, içinde yaklaşık 100 milyar nöron olan
beynimizi incelemeye ve onu anlamaya başlıyoruz. Bilim adamlarının en çok merak
ettikleri araştırmaların başında da Budist rahiplerin beyinlerini incelemek
yer alıyor. İmkan olsa Buddha’nın (Siddhartha Gautama) beynini analiz etseler
neler elde ederlerdi acaba? Ancak temel prensipleri bilmek, şu andaki beyin
taramaları ile birleştirilince belli sonuçlar elde edilebiliyor; sonuçta onun
da beyni bugünkü insanlardan farklı olmasa gerek...
Buda’nın dört yüce gerçeğinden ilki Dukkha’dır... Yani yaşam acı doludur. Acı farklı şekillerde ortaya çıkabilir; endişe, korku, karmaşıklık, hayal kırıklığı... Acının sebebi nedir?
Neden acı çekeriz? Buda’nın gerçeklerine devam etmeden bilimsel olarak bu
soruya cevap vermeye çalışalım.
Neden acı çekeriz?
Tüm acılar zihnimizde gerçekleşir... Tüm duygu ve düşünceler
zihinde oluşur. Zihin ise beynin ürünüdür, beyin bedenin bir parçasıdır, beden
de kültürün ve dünyanın bir parçası... Bu sebeple her ne kadar bireysel
zihinsel kalıplarımız olsa da, kolektif bilinç de o kadar etkilemektedir.
Zihnin temel amacı bedeni hayatta tutmaktır! Bu da belli
başlı savunma stratejilerini doğurmuştur:
1.
Ayrım
Bir bebek biraz büyümeye başladığında sadece kendi bedenini ısırdığında
canının yandığını ama başka bir şeyi ısırdığında ise bir şey hissetmediğini fark
eder. Bu zihnin kendini dış dünya ile ayırdığı andır. Kendini korumak için
sınırlar koyar...
2.
Sabitlemek
Değişiklik demek belirsizlik demektir. Her belirsizliğin içinde de risk vardır.
Risk tehlike içerebilir. Bu sebeple zihin her şeyi kontrol etme ve mümkün
mertebe sabitleştirme yanlısıdır.
3. Tehditlerden Uzak Dur, Ödüllere Saldır
Zihin hayatta kalmak için önce güvende olmak ister. Tehditlerden ve acı
yaratacak herhangi bir durumdan uzak durmaya çalışır. Kendini güvende
hissettiği anda ise ödüllerin peşinden gider. Bu da arzularımızı doğurur.
Ödüller zaman şekil değiştirip, çeşitlenmiştir; bazıları çok belirgin, bazıları
da çok belirsiz ve sinsi maskeler yaratırlar çoğu zaman bize.
Tüm acılarımızın sebebi işte bu üç maddede saklıdır. Şimdi
zihnin geliştirdiği stratejilere bakarak, gerçekte durum nasıl ona bakalım:
DOLANIKLIK
İster öğretiler ister fizikçiler olsun, artık şunu biliyoruz
ki, gerçek anlamda bir ayrım sadece bir illüzyondur. Kuantum fizikçilerinin
dolanıklık teorisi ve ayna nöronlarımız sayesinde birbirimize bağlıyızdır. Empati
ve sevgi bizi doğal bir yolla bu bağı kuvvetlendirir.
HER ŞEY DEĞİŞİR
Evrende bulunan her şey ama her şey hareket halindedir. Farklı
frekansları olsa da her yapı taşı hareket halindedir. Fizikçiler maddenin
derinliklerine indiklerinde mekanın ve zamanın kaybolduğunu görerek dehşete
düştüler. Ölçülecek sabit bir şey bulamadılar... Tek kalan ise enerji ve
ilişkiler oldu...
Her ilişki bir sistemi oluşturur. Sistemler birleşerek başka
bir sistem oluşturur; bu şekilde gidersek tek bir sisteme – Evren – ulaşırız.
Bu sistemlerin mekaniğini en iyi anlatan teorilerden biri Kaos Teorisidir. Bu teoriye
göre her şey her an değişir. Hiç bir etkinin sonucu lineer değildir. Yani ben
size on lira verdim, siz de bana sonra geri verdiniz gibi basit değildir.
Etkinin sonucunun büyüklüğünü, zamanını ve nasıl ortaya çıkacağını bilemeyiz. Bu
bir kelebeğin kanat çırpışının dünyanın öte yanında bir kasırgaya sebep
olabileceği gibi bir durumdur.
HER ŞEY GEÇİCİDİR
Her şey değiştiğine göre artık bilebiliriz ki, acı veya zevk
veren ne varsa geçicidir. Lakin o durum değişecektir. Zevkli bir durum elde
edince bunu sabitlemeye çalışırız ama bu durum da geçicidir ve yine acı ile yüz
yüze geliriz. Yani arzulanan tüm zevk verici durumlar da eninde sonunda zihin
için acı verici olur. Ya o kısa anda o durumun bozulacağı için endişe ederek
acı çekeriz veya gerçekten bittiği zaman...
Ödül mü? Tehdit mi?
Bize zevk veren bir ödül kazanınca beynimize dopamin salgısı artar ve kendimizi daha
enerjik ve mutlu hissederiz. Ancak tehdit her zaman ödülden baskındır.
Tehditten o an kurtulmak zorundayızdır. Ödül için daha sonra da çalışabiliriz,
her zaman bir ümidimiz vardır. Ancak önce güvende olmak önemlidir. Bu da zihnin
endişe düzeyini artırır. Olumsuz durum ve durumlara daha fazla duyarlı oluruz.
Televizyon ve gazetelere bakarsanız bunun ne kadar doğru olduğunu görürsünüz. Dedikodulara,
insanların en çok konuştuklarına bakarsanız anlarsınız...
Sonuç olarak bir olumsuz deneyim beş olumlu deneyime
bedeldir. Olayın kendisini unutsak bile ona verdiğimiz tepki bilinçaltımıza
yerleşir ve otomatik olarak tepkiler veririz. Ve bu durum bir kısır döngüye
dönüşür, ta ki biz farkına varıp dur demezsek.
Sanal Gerçeklik
Bunu fark etmek kolay mıdır? Hem evet, hem hayır. Görme
eylemini ele alalım. En güçlü duyu organımızdır. Ancak görme işlemi beyin
tarafından yapılır ve bir çok illüzyonu göremeyiz. Gözümüzün her ikisinde de
kör nokta vardır. Beyin bu noktaları yazılım gibi doldurur ve bize tam bir
görüntü ortaya çıkartır. Aniden baktığımızda bazen bir ipliği örümcek gibi
algılayabiliriz, ama hiç bir zaman bir örümceği görüp iplik sanmayız. Beynimiz
bizi o anda korumak için vardır, neo-korteksi bekleyecek zamanı yoktur.
Korteksten çok daha hızlı olan sürüngen beyin devreye girer ve potansiyel bir
tehlike olabilecek bir görüntü oluşturur ve tepkisini verir. Az bilgi ile karar
vermek durumundadır.
Eğer biz de hep tehlike varmış gibi endişe içerisindeysek,
devamlı bu şekilde kararlar verir, kısır döngünün içerisine daha da gireriz. Bu
bize görsel değil kavramsal illüzyonlar olarak geri döner:
1.
Gelecek
İllüzyonu
Zihindeki düşünceler nasıl oluşur? Geçmiş deneyim ve bilgiler derlenerek
gelecek hakkında tahminler yapılır. Bu tahminler de genellikle başarılı
değildir. Gelecek ile ilgili endişelerimizin %98’i hiç gerçekleşmez. Gerçekleşenler
için de çoğu zaman yapılacak bir şey yoktur, çünkü zaten endişe edip onun
engelleyememişizdir. Gerçekten sahip olunan ve yaşanabilecek tek zaman dilimi
şu andır. Bu da zihin aracılığı ile yapılamaz. Fotoğraf çektiğimiz anda artık o
an geçmiştir ve kaçırmışızdır. Anı dingin ve sessiz bir zihin ile yakalamak
mümkün olabilir ve düşünceler olmadığında olabilecek her türlü değişime de açık
hale gelebiliriz. Mutluluk aranacak bir şey değil, olunabilecek bir haldir.
2. Ödülün Olduğundan Daha Değerli Gözükmesi
Bize keyif verecek olay, hedef veya ödül zihin
tarafından abartılır. Bu belki de zihnin evrim sürecinde hayatta kalmamız için
bedeni motive şeklidir. Ancak bunun farkında olmamak bir düş kırıklığı
yaratacaktır. Para kazanmak için bir iş yapılması gerekebilir, ancak bununla
kendimizi özdeşleştirdiğimizde başarı yanılsamasının içine düşebiliriz.
3. İnanç İllüzyonu
Bir şey ya vardır, ya da yoktur. Bir bardak suya bakıp, senin orada olduğuna inanıyorum demeyiz. Su oradadır. Her türlü
inanç içinde bir varsayım içerir. Varsayımlar kaynağı da ya zihnimizdir ya da içinde
bulunduğumuz toplumdur. İnandığımız ne varsa bu kendimiz deneyimleyerek,
sorgulayarak hakikat olup olmadığını keşfedebiliriz. Sorulara ise “Ben Kimim?”
ile başlayabiliriz.
ANLAYIŞ ve ŞEFKAT
Zihnin kötü bir niyeti yoktur, o bedenin bir parçası olarak
bedeni hayatta tutmaya çalışır. Ben kimim sorusu ile ilk adım olarak zihinle
özdeşleşmekten vazgeçebiliriz. Bu da derin bir gözlem, konsantrasyon
gerektirir. Bir süre sonra anlayışımız gelişir. Tüm duygu ve düşünceler
sakinleştikten sonra geriye sadece saf sevgi ve şefkat kalır...
Bu süreçte size en çok yardımcı olacak şeyler; (i) sizi
gerçekten seven birinin yanında olmak veya o kişiyi hatırlamak, (ii) sizin
sevgi ve şefkat gösterdiğiniz birini aklınıza getirmek – bu oksitosin hormonun
salgılanmasını artıracaktır – (iii) şefkati kendinize göstermek olacaktır.
En çok kendinize karşı acımasız olduğunuzu fark edin ve
unutmayın; ne olursa olsun, her şey geçecektir.
Ben insan beyninin keşfedilemeyeceğine inanıyorum. Tüm her şey bir anda değişirken en karmaşık duyguların çözülemeyeceğine inanıyorum.
YanıtlaSilBeyin fiziksel bir organ, düşünce ve duygular da biraz karmaşık da olsa nöronlar arasındaki elektrik akımları... Henüz yolun başındayız belki ama keşfetmeye başladık bile. Yazıda da belirtildiği gibi 'inanmak' karşısında diyecek bir şey yok... Lakin içinde bir varsayım var. İnanmak yerine duygu ve düşünceleri gözlemlemekle başlayabiliriz işe... Gözlediğin şeyle özdeşleşme bittiğinde ne oluyor bakalım...
Silİnanmak ve inanmamak arasında ben de bir fark göremiyorum :)
SilEvet, hem inanmamakta hem de inanmakta varsayım var :)
SilBir düşünür şöyle diyor: Beyin, bizim anlayabileceğimiz kadar basit olsaydı, bizler onu anlayabilecek kadar akıllı olmazdık.
YanıtlaSilİnsanın ne olduğunu anlamak için okuyabileceğiniz en iyi kitaplardan birisi "Beynin gizli hayatı" dır. Aldığımız kararların ne kadarının kendi irademizle, ne kadarının irademiz dışında alındığını okuduğunuzda çok şaşıracaksınız. O zaman "Ben kimin ya da neyim" sorusunu tekrar sorun.
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Sil