16 Aralık 2018 Pazar

Voyage of Time: Life's Journey

"Anne, o zaman benimle yürüdün. Sessizlik içinde. Bir Dünya olmadan önce. Gece ve gündüzden önce. Sadece sessizlik içinde. Hiç bir şey mevcut değilken..."
Zaman çok ilginç bir kavramdır. Görecelidir, yer çekimi arttıkça zaman bile bükülebilir ve Evren genişledikçe zaman göreceli olarak yavaşlamıştır. Kimilerine göre Tanrı'nın dünyayı yedi günde yaratması 13,5 milyar yılın farklı bir izahıdır. Tüm evrenin yaşını bir yıllık bir takvime oturtursak 1 Ocak Yaratılış ve 31 Aralık gece 24:00 de bugün olur. Böyle bir takvime göre Dünya Ağustos ayında, ilk organizmalar da Kasım ayında ortaya çıkar. Karadaki ilk bitkiler 18 Aralık'ta, ilk dinozorlar 24 Aralık'da ortaya çıkar ve 29 Aralık'ta dinozorlar yok olur. Anatomik açıdan ilk insan 31 Aralık 23:54'de sahneye çıkar. Aklımıza gelebilecek tüm insanlar, tüm olaylar son 6 dakika (Yaklaşık 150,000 yıl) içinde olmuştur. Ancak zaman yavaş veya hızlı gibi de gelse devamlı ilerler ve zamana bağlı bu evrende, başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır.
"Anne, neredesin? Nereye gittin? Korkuyorum. Bir sürü sorun var. Ben çocuğum değil miyim? Sen kimsin? Hayat veren, ışık getiren..."
Tüm bu zaman, bu evren; yaratılış... Etrafımıza bakınca ayrımlar, tezatlar, yoksulluk, savaşlar, kavgalar, kıskançlıklar tüm hızıyla devam ediyor.  Dünya can çekişiyor. Zengin daha zengin olma derdindeyken, insanlar birbirinden fiziksel olarak uzaklaşıyor. Sanal bir dünyada rüya görmeye ve rüya yaratmaya devam ederek kendi kabuslarını yaratıyorlar. Tüm bu mucizenin sonu bu mu? Suçlusu hayatta kalmak için evrilen zihnimiz mi? Zamanın ve mekanın küçücük bir diliminde yarattığımız kabusun sorumlusu kim?

"Konuş benimle, neyim ben? Neredeyim? Beni buraya kim getirdi? Ben senin neyinim? Kendini yiyip bitiriyorsun? Sırf kendini yeniden doğurmak için. Daima birlikte olacak mıyım? Neden sessizsin? Bir anne çocuğunu unutabilir mi? Hiç bir şey yapmıyorsun? Hiç bir şeyi yanlış görmüyorsun? Senden korkuyorum."
Bir çok fizikçiye göre evren genişlemektedir ve yeteri kadar genişlediğinde bir büzüşme olabilir ve büyük çöküş ile yine her şey yeniden birleşebilir. Acaba evren defalarca yaratıldı mı? Bizler kaçıncı defa bu evreni deneyimliyoruz? Bu sefer de sınıfta mı kaldık? Yine mi yanılsamalar kazandı? Yine mi Maya kazandı? Tanrı bizi cezalandıyor mu? Yoksa derin bir anlayış kazanmamız için fırsatlar mı veriyor?
"Ey yaşam, iyiyi verensin. Kendini oluşturursun. Bin bir türlü şekle girersin. Karşılık beklemeden verirsin."
Hayat bize verilmiş hediyedir. Hediyeyi alıp onun tadını çıkarmak yerine, hediyenin içinde amaçlar belirlendi. Hedefleri, hiç bitmeyen yeni hedefler kovaladı. Rekabet böyle doğdu. Karşılaştırma, kıyaslama ve en sonunda şiddet... Her türlüsü. Birbirine, kardeşine, doğaya, hayvanlara, bitkilere, dünyaya karşı şiddet... Fiziksel veya psikolojik. Bazen Tanrı'ya sığınır bazen isyan ederiz? Oysa doğa adalet diye bir kavram yoktur. İyi veya kötü yoktur. Sadece olan olaylar vardı. Etki-sonuç yasasına bakacak olursak, her şeyin ardında başka birileri vardır. Yediğimiz her şeyin, kullandığımız nesnelerin ardında binlerce, milyonlarca insanın dokunuşu vardır. Sadece son 6 dakikada... Daha önceye gittiğimizde, her şeyin ardında Yaradan çıkar karşımıza.

"Sen sevmem gerekensin. Çok fazla neşe. Neden her zaman olmuyor? İyilik verensin. Hayatsın. Sana göre her şey sana geri döner. Köprüsün. Geçitsin. Ah anne! Onlar ne başardı? Üzüntü, acı...  Zaman tahrip ediyor. Hepimizi yeyip bitiriyor? Ne zaman bitecek? Sana nasıl ulaşırım? Sen... Her şeyin arzu ettiği iyilik. Zamanın ötesinde. Kederin ötesinde."
Her şey zamana bağlıysa, hayatlar, dünyalar ve evren son bulacak. Bu Dünyanın tüm meseleleri; acı, ve kederle dolu olsa da, hepsi rüyanın bir parçası. Kabus da olsa, güzel bir rüya da olsa, geçici bir durum... Kabul etmesi zor gibi gözükse de hepimiz, evren ve zaman kaynağına dönecek. İlk patlamadan beri her şey halen birbiri ile bağlı... Madde gibi gözüken titreşimleri bir arada tutan sadece tek bir kuvvet var: Sevgi. ‘Bir ben var benden içeri’ derken Yunus Emre, tüm Evren’in hikayesini anlatıyor belki de. Tanrı ile kulun birbirinden ayrılmadığı söyleyen Mevlana, Yaradan ile tüm insanlığın sadece sadece gördüğümüz yanılsamaların olduğunu ima ediyordu.

İnsan Evren’in bu uzun hayatını gördükçe, hücrelerinde özümsedikçe, zihnin ötesine geçme ihtimali doğuyor. Tüm bunlar, şu sıradan hayattaki, sıradan kavgalar için mi yaratıldı? Yaratımdaki mucizeleri her hücremizde taşıyoruz. Güzelliği ve mucizeyi görmek, bu kadar mı zor?

“Anne, seni severken neyi seveceğim? Sen; aydınlık, karanlık, güve, alev, arkadaş ve yabancı. Şarap ve kadehi... Şafak, ışığımız... Ah anne, akıttığın gözyaşları, önemsediğini gösteriyor, dökülen sevgi, çabalar, ümitler... Gölgeler kaçıyor, Zaman, kaynağına geri dönüyor. Anne, elini tutuyorum. Artık rüya görmüyorum. Sana katıldım. Yapraktan dala, daldan ağaca... Sevgi bizi bir arada tutuyor. Senin içinde yaşayan ölemez. Hayatsın! Annemizsin!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder