Bağımlılıklarımız, aidiyet isteğimiz, onaylanma arzumuz,
başkalarına hayran oluşumuz, bir şey olma çabamız, geçmişe bağlılığımız,
geleceğe dair beklentilerimiz, görülme ihtiyacımız, kör sevgi ve inançlarımız...
Tüm bunlar ve bunlardan ötürü edindiğimiz tüm maskelerin kökeninde korku yatar. Yeteri kadar
sorguladığınızda ve içtenlikle cevaplar verdiğinizde, sonunda hep korkuyu
bulursunuz.
Neyin korkusudur bu? Bir çok korku çeşidi vardır... En dibinde, derinlerde bir yerde var olmama
korkusu yatar. Ölüm korkusuna yakındır bu ama ondan daha güçlüdür. İnsanlık,
ölüm korkusunu aşabilmek için ölümden sonraki hayat üzerine kendince
varsayımlar üretip o dünya için yine var olmama
korkusu temelli yatırımlar yapar. Şöyle yaparsam cennete gideceğim diye bu
dünyadan vazgeçenlere de rastlarsınız...
“Bağımlılık ve korku aynı şeydir. Korkarız çünkü bağımlıyızdır. Bağımlıyız çünkü korkuyoruzdur.” [Tanrılar Okulu]
Korku bu kadar etkili bir silah olduğu için binlerce yıldır
bir grup insan diğerlerini yönetmek için korkuyu kullanmaktadır. Bu dünyada güvenlik, ekonomi, sağlık gibi konuları
kullanır, diğer taraf için de inançlarımızı...
Kaos ve şiddet dolu bir ortam yaratarak, bunu kitlesel medya ile destekleyerek
korkuyu yayarlar. Korku daha güçlü sandığımız bir otoriteye bağlılığımızı
güçlendirir.
Kimdir, nedir korkan? Var olmak isteyen kimdir? Ruhumuz
sonsuz bir şekilde yüce bir güç tarafından yaratıldığına göre, korkan ruh
olamaz. Hemen hemen her öğreti, her din özümüzün yani ruhumuzun sonsuz olduğunu
vurgular. Kutsal kitabımız hepimize ruhumuzun Allah'ın ruhundan üflendiği
belirtilir. Bu durumda korkan – öleceğini bilen – zihinden başkası değildir.
Zihni, duygu ve düşüncelerimiz olarak tanımlarsak, bunun kaynağı beynimizdir.
Tüm duygu ve düşüncelerimiz beynimizdeki trilyonlarca elektrik akımından öte
bir şey değildir.
Korkuyu Yaratan Zihin
Peki neden zihin korku yaratır? Beynin temel görevi bedeni
hayatta tutmaktır. Beynimiz yaklaşık bir milyon yıldır fiziksel olarak aynı
yapıdadır. Bu sebeple eski çağdaki atalarımızla aynı beyni paylaşmaktayız.
Bedenen doğada zayıf olan insan çevredeki tehlikeli canlılar ve az bulunan
yiyecekten dolayı kendini güvende tutmak ve ne bulduysa onu yemek veya saklamak
eğilimindeydi. Bugün de durum çok farklı değil. Beynimizin patronu olan sürüngen beynimiz bizi güvende tutmaya
çalışırken, genel olarak daha fazlasını istemek ve sahip olmak eğiliminde.
Güven ne demek? Hiç bir şeyin değişmemesi, belirsizliğin
olmaması... Belirsizliği asgari düzeye indirmek için kontrol mekanizmaları oluştururuz.
Her olasılığı hesap edip ona göre karar veririz. Ancak bu imkansızdır; gelecek her zaman belirsizdir. Anda
yaşamadığınız, yaşamın akışı ile uyumlu olmadığınız her an, zihin gelecek için
genellikle olumsuz senaryolar çizip bizi endişe içine sokmaya çalışacaktır. Endişe
hali ise bizi sanki bir kaplanın karşısındaymışız gibi alarma geçirir ve beden
tüm enerjisini dövüşmek veya kaçmak için gereken kaslara yönlendirir. Bu durum
kronik bir hal alırsa, bedenin bağışıklık sistemi zayıflar ve hızla yaşlanmaya
veya hastalanmaya başlarız.
Sosyal Aidiyet
Bireysel olarak hayatta kalmaya çalışan zihin bilir ki ancak
beraberce hayatta kalabiliyor; kabileler halinde... Bu da bencil olan zihne
paradoksal bir sosyal aidiyet arzusu aşılıyor. Bir kabileye, bir sosyal
topluluğa, bir inanç sistemine, arkadaş topluluğuna ait olmak için onlar gibi
yapıp, onların vicdan sistemine ayak uyduruyoruz. Bu tipte bir vicdan sevgi
kaynaklı olmayıp yıkıcı etkileri olan bir sonuç yaratıyor. O topluluğun dışında
kalanları yargılamaya, dışlamaya ve ötekileştirmeye başlıyoruz. Bu, sonunda
inançlarımız için bir başkasını öldürmeye kadar gidiyor...
İşte kısır döngü burada başlıyor; korkan zihin bir gruba tutunuyor, diğer gruplar ile çatışma yaşayınca şiddet ortaya çıkıyor. Korkan zihin yine kendine güvenecek bir dal arıyor, böylece ayrım, ikilem besleniyor.
Korkunun Karşıtı
Mevlana'ya baktığımızda tam bir teslimiyet ve kabul görürüz. “Kim
olursan ol gel!” der Mevlana... Kör sevgi, bağımlılıktan oluşan vicdan
bulamazsınız onda... Bu sadece sevgidir, bir olmanın bütünlüğüdür. Yunus Emre
ise ‘Bir ben var benden içeri...” derken egonun – zihnin – ötesini keşfediyor;
bir olanı, tam, eksiksiz, amaçsız, olduğu gibi tarifsiz olanı vurguluyor.
Öte yandan bilim ise tüm maddenin bir illüzyon olduğunu
ispat etti. Her maddenin derinine inildiğinde katılık ve zaman yok oluyor;
sadece enerji ve ilişkiler kalıyor geriye. İlişkiler, yani bağlar; yani sevgi...
Saf ve katıksız sevgi... Korku bu sevginin olduğu yerde barınamıyor.
Geçmiş ve Gelecek
Zihni yakalamak hem çok kolay hem çok zor. Bir adım geriden
kendimizi izliyormuş gibi yaptığımızda artık otomatik hale gelmiş duygu ve
düşüncelerimizi izleyebiliriz. Gurur ve inatçılığın bile ardında korku yatar.
Tüm bunların ardında yatanı cesaretle sorgulayın; neden korkuyorsunuz? Bu korku
size mi ait, bağlı olduğunuz sosyal topluluğa mı? Yoksa atalarınızdan size
miras mı kalmış?
Zihin her zaman geçmişte veya gelecektedir. Ya geçmişe dair
bir deneyimine dayanır ya da gelecekle ilgili varsayımlar üretir... Anda zihin yoktur, korku yoktur. Anda
kalmak için bedeninize dönün, bedeninizi algılayın, hissedin. Bedeniniz kadar
komplike ve muhteşem bir organizmaya zor rastlarsınız. Tüm bu bedeni ve evreni yaratan
derin sisteme güvendiğinizde akışta yaşamaya başlarsınız. Başınıza gelen her
şey bir sebepten ötürü meydana gelir, sanki derin güç size bir mesaj
vermektedir.
Kontrolü ele geçirmek için kontrolü bırakmak durumundasınız.
Aile Sistemimiz
Bilinçsiz bir şekilde yaşamaktayız. Bu dürtülerin çoğu ise
bizim atalarımızdan miras kalmıştır. Aile sistemimizdeki en önemli ve en yakın
insanlar ise anne ve babamızdır. Geçmişimizle barışmak bizi bu dürtülerden kurtarır
ve şifalanırız. Korku burada da devreye girer! Geçmişe bakmak, yüzeyde
görünenin arkasına bakmak büyük cesaret ister. Zihnin yarattığı hayal dünyası
tamamen yok olma tehlikesindedir. Hele bir de hep kaderi, başkalarını suçlayan
bir yapı varsa bu daha da zordur.
Ancak acılı bir süreç de olsa geçmişimize derin bir minnet
duygusu ile bakabilirsek, olan olayları olduğu gibi kabul edip, kendi
sorumluluklarımızı alır ve başkalarının sorumluluklarını da onlara
bırakabiliriz. Unutmayın inkar etmenin ardında korku yatar.
Donma
Tüm acılara, korkulara dayanamayan zihin, yine bedeni
hayatta tutmak adına bizi duygularımızdan koparır ve başkalarına kendimizi
açamaz bir hale geliriz. Oluşturduğumuz çelik gibi zırh derindeki şeyleri
saklar. Utanç, terk edilmişlik, dışlanma, suç gibi bir saklanan bir olay veya
duygunun da yine gardiyanlığını korku üstlenir...
Psikolojide travma olarak adlandırılan bu durumun iki
müjdesi vardır; birincisi, olay yaşanmıştır ve olaydan sağ çıkmışızdır. Yoksa
bu yazıyı okumuyor olurdunuz. İkincisi ise, bu travmayı dönüştürürseniz size
hediyesi olacaktır. Tarihteki bir çok sıra dışı liderin hayatını incelerseniz
hepsinin geçmişinde travmatik olayların olduğunu fark edersiniz.
İki seçenek vardır; ya kurban olmayı seçersiniz ve zihniniz size hükmeder, ya da cesaretle yüzleşir, kabul ve teslimiyet içerisinde hayatın size sunduğu o belirsizliğin içerisinde hediyelerinizle beraber yol alırsınız...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil