13 Ocak 2016 Çarşamba

Travmalar ve Korkularımız


Hayatımızın tamamını etkileyen en önemli dönem, çocukluk dönemimiz; özellikle de 0-6 yaş arası. Bu dönemde yaşanmış travmalar daha sonraki yaşamımıza damga vuruyor. Konuyu anlamak için öncelikle travmanın tanımını anlamakta fayda var. Travma denince hemen aklımıza çok feci olaylar geliyor. Doğal olarak bizi rahatsız eden veya hayatımızı tehlikeye sokacak olaylar... Çoğu durumda da travmanın arkasında buna benzer şeyler çıkıyor. Ancak önemli olan travmayı oluşturan olay değil, bizim travma yaratacak olaya olan tepkimiz. 

Gerçek bir örnekte bunu görmek mümkün: Bir grup çocuk kaçırıldığında bazı çocuklar donup kalırken, bazı çocuklar kaçmanın yollarını aramışlar. Donup kalan çocuklarda travma sonra etkiler ağır bir şekilde gözlenirken, kaçamaya çalışan çocuklarda bu etkiye rastlanmamış. Sonuç olarak olayın içeriği etkili olsa da, travmanın derecesi olaydan ziyade, kişinin o olaya olan tepkisinde kaynaklanabiliyor. Çocukluğumuzda ise iki çeşit travma karşımıza çıkıyor; biri ani ve şok edici bir olay veya uzun bir süreye yayılmış ve çaresiz bir şekilde kaldığımız kendini tekrarlayan olaylar. İlkine örnek bir kaza olabilir, ikincisine örnek ise devamlı şiddete uğrayan bir çocuk olabilir.


Çocukken göreceli olarak zayıf olduğumuz için iki temel hayatta kalma tepkisini (kaçmak veya savaşmak) kullanamayız ve üçüncü bir tepkiyi devreye sokarız; bu beynin bizi hayatta tutmak için son çaresidir; donuk kalmak ve olaydan kopmak...
Ancak daha sonrasında büyüdüğümüzde, geçmişte yaşadığımız olaylardan hatırlasak ve hatırlamasak da zihnimiz uzak durmak ister ve bu olayı tetikleyen ilgili, ilgisiz her şeyden uzak tutmaya çalışır bizi. Ve nedenini tam anlayamadığımız bir korku sistemi yaratırız; bir çok durumdan korkmaya ve geri durmaya başlarız. Bu da beynimizde belli davranışların tekrarlanması ile nöronlarda bu ileti ağının kodlanmasına sebep olur: 

Aşırı aktif bir amigdala (korku merkezi), 
Verimsiz çalışan bir hippokampus (hafıza merkezi) ve 
Bizim sakinleşmemize imkan vermeyen sempatik sinir sisteminin fazla çalışması...

Bunlar artık bizim alışkanlıklarımız haline gelmiştir. Bir sonra ise artık kişiliğimiz zannettiğimiz özellikler belirir. ‘Ne yapayım, ben böyleyim’ demeye başlarız...


Hakikatte ise korku diye bir şey yoktur. Korku, bir acının tekrar başımıza gelme düşüncesinden başka bir şey değildir. Gelecek ise tamamen bir tahmindir ve bir anlamda fantezi ürünüdür. Elimiz acısa bile, elimiz acıyordur ve bununla ilgili bir şey yapmak gerekir; korkunun bir anlamı yoktur.

Yüzeydeki korkunun arkasında ise derinde yaşanmış travmalarımız, geçmişten atalarımızdan taşınan yükler, kaderler, inanç sistemleri olabilir. Bunların üzerinde çalışıldığında ise güzel bir şekilde kavrulmuş kahve gibi ortaya muazzam bir lezzet çıkacaktır. Bu tip bir çalışmayı bireysel travma çalışmaları ile yapabileceğimiz gibi, Aile Sistemi çalışmaları ile yapabiliriz.

Hayatta başımıza ne gelirse gelsin, bizim için gelmektedir. Bu anlayış ile geçmişimiz üzerinde çalıştığımızda kendimizi bizmiş gibi tanımladığımız bir katman daha gider ve bize verilen hediyeleri özümüz olarak kullanma fırsatı bulabiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder