Tüm çatışmaların kökeninde ayrım vardır. Karşıtlar ile
öğrenen zihnimiz, önce kendisinin diğerlerinden ayrı bir beden, bir kişi olduğu
ayrımına varır. İlk işi bu bedeni hayatta tutmaktır. Öğrendiği ikinci şey ise,
tek başına hayatta kalamayacağıdır. Böylece biz ve diğerleri kavramı da
gelişir. Önceleri anne ve babasına ihtiyaç duyarken, daha sonra ailenin yerini
genellikle bir topluluk alır. Bu topluluk, basit bir taraftarlık bile
olabilirken, bazen de başka kültürel, tarihsel, ırksal veya bir düşüncenin etrafında
oluşabilir.
Kendini bedenden ibaret zanneden zihnimiz için hayatta
kalmak her şeyden önemlidir. Bunun gerçekleşmesi için tek seçeneğin, kendisinin
veya kendi grubunun yeterince güvende olması gerektiğine inanır. Bunu
sağlamanın en basit yolu güçlü olmaktır. Yüzyıllar boyunca insanlık diğerleri –
bu diğerlerinin tanımı her dönemde değişir – ile savaşmış, mücadele etmiş,
tartışmıştır.
Biz ve diğerleri arasında ortaya çıkan bu tartışmalar, her
iki tarafında en büyük derdi “haklı
olmaktır”... Haklı olduğumuzda vücudumuza yayılan testesteron hormonu, bizi
daha güçlü ve daha iyi hissettirir. Bu özellikle erkek beyninde bir parça daha
baskındır. Evrimsel olarak empati yeteneğinden yoksun olan erkek beyni, bu
sebeple yerli yersiz her türlü tartışmaya girmeye, eften püften sebeplerle
tatsızlık çıkarmaya daha yatkındır.
Sonuçta, kendini bedenden ibaret olduğunu varsayan zihin,
ayrımı sebep olur ve tartışmaların konuları ve aktörleri değişse de çatışmalar
sürer girer. Çatışmanın güçlenmesi için tarafların olması yeterlidir.
Tarafların haklı veya haksız olmasının çatışmanın
şiddeti açısından bir önemi yoktur. Her iki taraf da çatışmayı besler ve
güçlendirir.
Oysa ister bireysel ister toplumsal olsun, her olayın
ardında bireyin aklı ile anlamakta zorlanacağı dinamikler mevcuttur. Bir birey
öncelikle aile sistemine bağlıdır; aileler kendi atalarına... Atalar,
soylarına, toprağa ve milletlerine... Şu andaki sisteminizde ise aileniz
kasabanıza, kasabanız şehrinize, şehriniz ise ülkeye bağlıdır. Ülkeler Dünya’ya,
Dünya Güneş Sistemine, Güneş Sistemi ise Samanyolu Galaksi’sine bağlıdır...
Evrende muazzam bir sistem ve denge vardır. Bu sabit bir denge değildir; her
şey hareket halindedir; her an denge bozulur, tekrar denge sağlanır... Her
hareketin döngüsel olarak bir sonucu vardır.
Benzer şekilde, toplumların başına gelenler, bireylerin
yaşadıkları çatışmaların bir bütün olarak yansımasıdır. Her birey elbette ki
ortaya çıkardığı eylemin sonuçlarını yaşayacaktır. Fakat bu bize öğretilen
sebep-sonuç ilişkisi şeklinde değildir... Olayların ve bireylerin ötesine
baktığımızda, yüzeydeki dalgaların altındaki okyanus akıntılarını görmeye
başlarız.
Bedenden öte bir varlık olduğumuzu gördüğümüzde, ayrımlar
ortadan kalkar; bu çatışmaların yok olması için tek yoldur... Bağımsız bir
bedenden ibaret olmadığımız idrak edildiğinde, önce içteki çatışmalar biter...
İçte çatışma yok olursa, çevrenizle çatışma biter... Bu domino etkisi sürer
gider...
Öte yandan, zihin çok kurnazdır! Tüm bu yazılanlara itiraz
eder ve mevcut sıcak hikayelere, olaylara, hatıradan başka bir şey olmayan
deneyimlere geri döndürür bizi... Oysa zihin kesitlidir; sadece duygu ve düşünce
olduğunda devrededir. Devamlı olmayan bir şey, gerçekte var mı dır?
Gözlemleyebildiğimiz bir şeye ‘ben’ diyebilir miyiz?.. Onu dikkatlice
gözlemlediğimizde bu soruların cevaplarına ulaşmaya başlarız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder