İnsanlık tarihine baktığımızda bir çok keşfin, aşırı
tepkilere maruz kaldığını ve inkar edildiğini görebiliriz. Bilimin karşısına çıkanı dogmatik bir inançtır çoğu zaman. En meşhur örneklerden biri ise “Ama
yine dönüyor” dediği iddia edilen Galileo’dur. Engizisyon mahkemesinin Galileo
üzerindeki ağır baskılarından sonra, Galileo çoğu iddiasında vazgeçmiştir.
Ancak kalan hayatını ev hapsinde geçirmekten kurtulamamıştır. Meselelerin
arkasında yatan dinamikleri anlamak için derine inmek gerekiyor. Öncelikle
bilimin ve inancın mekaniklerine bakmakta fayda var.
Bilim, basit bir şekilde çalışır. Öncelikle “gözlem” yapılır. Bu doğada olabilir veya
deneyler sayesinde olabilir. Gözlemlenen olgulara “tahmini açıklamalar” getirilir. Bu açıklamalar ile genelleme
yapılarak “öngörü” oluşturulur. Ta
ki, başka bir gözlem bu öngörünün hatalı olduğunu ortaya koyana kadar...
Ay ve güneş dünyanın etrafında hareket ediyor – gözlem –, dünya evrendeki her şeyin merkezidir – tahmini açıklama – , demek ki, her şey dünyanın etrafında dönmelidir – öngörü –. Sonuç olarak, bilim, elbette önemlidir, ancak yeni bir gözlemi, eski bilgiler ışığında değerlendirir. Yenilikçi ve meraklı olan insanın kendisidir... Bu gözden kaçırılmamalıdır.
Öte yandan dogma ne demektir? Değişmeyecek olan kesin ve
tartışılmayacak gerçek. Bir şey hakiki ise, neden tartışılmasından rahatsızlık
duyulur? İşin arkasına baktığımızda ise görürüz ki, dogmanın arkasında
varsayımlar, güvenlik arayışı ve çıkar ilişkileri vardır. Tüm bunların
arkasında zihin yatmaktadır. Bedeni hayatta tutmakla görevli olan zihnimiz,
değişiklikleri hiç sevmez. Kendi fikrinin aksine bir fikir, zihin için bir
tehdit oluşturur ve beyin rasyonel kısmı devreden çıkartarak savunmaya geçer;
kaç veya savaş...
Yeni görüş çok güçlü veya mevcut fikirlere yakınsa, aşırı
derecede kolay kabul etme eğilimi de ortaya çıkabilir. Bunun reddetmekten pek
bir farkı yoktur. Zihin yine devrededir. Bu sefer körü körüne reddetme yerine,
körü körüne destekleme ve inanma vardır. Oysa ki tüm yenilikler, keşifler
tamamen açık ve meraklı bir ruh hali ortada olduğu zaman gerçekleşir. Zihin ne
karşı çıkar, ne de destekler.
Altamira filminde
konu alan keşif, Marcelino Sanz de Sautuola tarafından gerçekleşir. Gerçek
hikayeye dayanan filmde, amatör arkeolog Marcelino, küçük kızı ile beraber Altamira
mağarasını keşfeder. Bu mağaranın duvarlarında muazzam Bizon resimlerine
rastlanır. Eski çağlardaki insanların resim yapamayacak kadar ilkel olduğuna
inanan bilim adamları Marcelino’yu küçük düşürecek tüm girişimlerde bulunurlar.
Öte yandan, kilise de ona karşı cephe alır; onlara göre bu iddialar, İncil’le
çelişmektedir. Durumu Galileo kadar vahim olmasa da, keşfinin onaylanmasını
göremeden bu hayata veda eder.
İlk zamanlarda karısının bile ona karşı çıktığı Marcelino, kendisinin
tahmininden çok daha eski olduğu, daha sonra anlaşılan bu mağara uğruna tüm
itibarı yitirmiş ve dışlanmış... Zihinlerin dirençleri, kişisel hesaplar bu
muazzam keşfin önünde engel olmuş... Öte yandan, bu hikayenin de doğru olmadığını iddia edenler var.
İddia göre fakir bir çoban olan Modesto
Cubillas, Marcelino’ya ait olan topraklarda bu mağarayı keşfediyor...
Kişisel hesaplar halen devam mı ediyor? Kimin bulduğunun gerçekten bir önemi
var mı?..
Şu an benim de sürekli merak ettiğim bir konu dünya gerçekten yuvarlak mı
YanıtlaSil