23 Nisan 2022 Cumartesi

Tina

 


Fakirlik içinde büyüyordu. Annesi onu terk etti. Ardından babası da onu terk etti. Beklediler. Ancak kimse geri gelmedi. Genç yaşta anne ve babasız kalmıştı. Derken onun hayatına bir kral, bir baba figürü girdi. Müzik grubu olan, kendini kullanmış hisseden güvensiz biri olmasına rağmen onun için beyaz atlı prens gibiydi. Şarkı söylemeye başladı. Hiçbir dans veya şan dersi almamasına rağmen harika bir performans sağlıyordu. Belki babası yerine koyduğu bu adama aşık oldu ve evlendi. Kocasının sahnelerde onun önüne geçmeye başlamıştı. Kocasının savunma mekanizması ise ona şiddet uygulamaktı. Çocuklarının olması da durumu değiştirmiyordu. Ona verdiği sadakat sözü ondan kopmasını engelliyordu. İstediğiyle beraber olan kocasını terk edemiyordu. Derken bir gün canına tak etti ve onu terk etti. Adı Anna Mae Bullock’tu… Kazandığı her şeyi kocasına bıraktı. Ondan ona miras kalan tek şey sahne ismiydi: Tina Turner.

Tüm yaşadığı acılardan geçmesine yardım eden belki de evliyken tanıştığı Budizm’di. Budizm’im felsefesindeki acıların bir sebebinin olması ona vermişti belki de. Acı çeken, şiddet gören, ezilen kadınları temsil etmeye başlamıştı. Derken yeniden meşhur olmuştu. Kırk yaşında bir ergendi. Kitabı çıktı. Kitabın filmi çıktı. Oysa o filmi bile seyretmek istemiyordu. Hayatına devam etmek istiyordu. Dolayısıyla beynine eski anılara takılmaması için elinden geleni yapıyordu. Hatta annesini bile rahat ettirmeye çalışıyordu. Ondan alabildiği kadarıyla yetiniyordu… Hayat arkadaşına da kavuşmuştu. Tüm olumsuzluklara rağmen her şeyin kendinde biteceğini biliyordu sanki.


Herkes ona hayrandı, herkese ilham veriyor ve örnek oluyordu. Artık mutluydu ve mutsuzluk üzerinde durmak istemiyordu…   

“Affetmiyorsan acı çekersin… ve ne için?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder