Bir adam varmış, sanki mucize dolu bir ortamda doğmuş, büyümüş; aile
sevgisi, hayvan sevgisi ve zamanla anladığı doğa sevgisi içinde... Bir çok arkadaşı ve bir çok sevgilisi olmuş; derler ya bir çiçekten o çiçeğe... Okul, eğitim, deneyim desen değme
gitsin...
Peki, yok muymuş hiç derdi? Varmış canım, arada bir tattığı o acımsı biberler... Ancak acı biberi unutturacak bolmuş ve bonkörce harcanacak tatlılar...
Bu güvenli hayatı ispatlayacak kadar da, ince bir bedeni varmış.
Peki, yok muymuş hiç derdi? Varmış canım, arada bir tattığı o acımsı biberler... Ancak acı biberi unutturacak bolmuş ve bonkörce harcanacak tatlılar...
Bu güvenli hayatı ispatlayacak kadar da, ince bir bedeni varmış.
Derken bir gün, adam artık kendi ayaklarının üstünde durması
gerektiğini görmüş. Birden almış can simidi olan yirmi kiloyu... Lakin bununla
bitmemiş, hiç de hayal ettiği gibi bir yer değilmiş burası; ne süper
kahramanlar, ne romantik ilişkiler, ne de her dakika tüketilecek eğlence varmış.
Lakin, durum dışarıdan hiç de adamın hissettiği gibi
görülmezmiş. Her gelen, adamın etiketlerini, maskelerini, işini, dış görünüşünü
pek beğenir pek takdir edermiş. Aman canım sen de, ben abartıyorum sanırım
dermiş adam da kendi kendine, eski alışkanlıklarını sürdürmeye çalışarak... Ancak
ne kadar da sürdürse, dolmuyormuş içindeki boşluk.
O da vermiş kendini işine, tırmanmış basamakları tek tek;
önce ufak bir firmada dikkat çekmiş, daha biraz daha büyük bir yer, daha sonra
yüz kişilik bir yer... Tırmandıkça tırmanıyor, tutundukça tutunuyormuş. Ancak tüm
bu çabalara rağmen, artıyormuş hayatın anlamsızlığı, arası açılıyormuş çocuk
haliyle... Hatırlamakta güçlük geçer olmuş gerçekten keyif aldığı şeyleri...
Bir gün bir mesaj daha vermiş hayat ona! Bu sefer
reflekslerini tutmuş adam. Bu sefer demiş, hiç bir şey yapmadan oturacağım,
yutacağım bu lokmayı, hazmedeceğim, alacağım mesajı... O günden beri bir daha hiçbir
zaman aynı olmamış hiç bir günü, hiç bir anı...
Hemen mi? Peri masalı değil ya bu! Zamanla olmuş ne olduysa... İnişlerle çıkışlarla...
Hayat ona yeni yeni mesajlar yollamış. Her mesajda bir yanı isyan eder olmuş; ancak içindeki sesi dinlemiş; şükretmiş, kabul etmiş, mesajı almaya çalışmış. Bazen anlamazmış mesajı... "Vardır bir hayır" deyip, aylar, belki yıllar sonra görürmüş hayrı...
Hayat ona yeni yeni mesajlar yollamış. Her mesajda bir yanı isyan eder olmuş; ancak içindeki sesi dinlemiş; şükretmiş, kabul etmiş, mesajı almaya çalışmış. Bazen anlamazmış mesajı... "Vardır bir hayır" deyip, aylar, belki yıllar sonra görürmüş hayrı...
İndikçe her türlü basamaktan, bırakmış başka bir maskeyi,
başka bir yükü... Girmiş hayatına sevdiceği, gitmiş hayatından sevdiceği... Girmiş hayatına kitaplar, gitmiş hayatından kitaplar... Görmüş hiç bir şeyin kalıcı olmadığını... Hayatını tanımladığı deneyimlerin zaman bağımlısı olduğunu... Her deneyimin bir son kullanma tarihi olduğunu...
Artık yokmuş maskelere, etiketlere tutunmak, onların peşinden
gitmek... Yavaş yavaş bırakmaya başlamış yüklerini. Hayat sadece mesaj verecek
değil ya, kapılar da açmaya başlamış. Artık çok yoğun olmayan, eskiden geveze olan zihni ona imkan verir olmuş bu kapıları görmesine...
Bir bakmış daha küçük şirket, değişik insanlar, değişik bir
ortam. Her ne kadar eski alışkanlıkları "Dur otur oturduğun yerde" dese de, o
dinlemiyor bırakıyormuş hayatın akışına kendine. İşinin yanında sevdiklerine
daha çok zaman ayırıyor, kendi keyif aldığı işler bulup bunu mevcut işine de
fayda sağlar bir hale getiriyormuş. Daha sonra daha da küçük bir işte bulmuş
kendini; işin ilginç tarafı basamaklardan indikçe daha huzurlu, daha sağlıklı,
daha canlı hisseder olmuş kendini. Benjamin Button misali geri gider olmuş
zaman onun için. Burada fark etmiş ki, artık vakit ayırmadığı tek şey
kendisi... Buna da vakit ayırır olmuş, bakmış ki beklentisinin aksine çevresi
de bundan dolaylı veya dolaysız her şekilde memnun...
Fark ediyor ki, şu ana kadar hayatında geleceğe yönelik
tahminlerin yüzde biri bile olmamış, olması arzuladığı bazı şeyler olmuş ama hiç
de onun hayal ettiği yolla gerçekleşmemiş... Geçmişe zaten pek itibar etmezmiş
oldum olası... Ancak, gel gör ki tek başına değilmiş hayatta; ailesi ve yakın çevresi
de etkilermiş onun psikolojisini... Çalışmış bu konular üzerinde; hayat hemen
sunmuş ona yol gösterecek üstatlar, metotlar...
Anlamış ki, gerçekten elinde sadece şu an var zaman dilimi var. Gözlemlemiş
zihni ne zaman gelecekle ilgili hayal kuruyor veya ne zaman geçmişe takılmış
yarı çarpıtılmış hatıraları deşiyor.
Doğal olarak o da yaparmış gelecek planı; ancak ne bu plana tutunur, ne de "bir plan
yaptım, hayatta değiştirmem" dermiş.
Tüm bu gelişmelerden sonra bakmış ki, bir kısım insan onunla
beraber değişiyor, ilerliyor, hatta basamaklardan inerek mutluluğun, özgürlüğün
basamaklarını çıkıyor... Bazıları ise biz diğer seferi bekliyoruz dercesine
biraz da eleştirerek veya anlam veremeden uzaklaşıyor... Bir parça hüzün
hisseder gibi olsa da saygı duyarmış herkesin kendi yoluna...
Sonra da hatırlamış
bir kitapta okuduğu satırları, ruhuna huzur gelmiş... Öyle keyifle dolmuş ki
içi; o kadar yol almış... Anlamış ki asıl önemli olan yol... Yoldan keyif
almayı öğrenmiş hedefi hayal etmektense...
“Irmak bizleri özgürlüğümüze kavuşturmaktan zevk alıyor, eğer kendimizi koyvermeye cesaret edebilirsek. Bizim gerçek işimiz bu yolculuktur, bu serüvendir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder