Hepimiz birbirimize bağlıyız. Bu bağlılık katman katman
sistemler oluşturur. Evren’den en küçük sistem olan ailemize kadar... Aile ise
temel olarak anne-baba ve çocuktan oluşur. Çocuk için anne baba Tanrı
gibidir... Bu sebeple onların üzülmelerini hiç istemeyiz; bazen bilincimiz bu söyler, bazen bilinçaltımız bizi yönlendirir...
Annesi ve babası ayrı olan Henry annesi ile yaşamaktadır. Babasının
yokluğu annesini üzmektedir. Hatta annesine “tek günlük koca” kuponları hazırlayan Henry, annesinin yatağına kahvaltı getirir, onu
sinemaya ve yemeğe götürür ve köpüklü bir banyo hazırlar... Daha fazlasının
veremeyeceği için kendini bu konuda yetersiz ve eksik hisseder.
Kendisi de içten içe bir babaya ihtiyaç duymaktadır. Başka
bir aile kuran babasını az görmektedir. Yeni sistem eski sistemin önündedir. Adele
ise bir şekilde hayata hafif küskün evden pek çıkamayan bir yaşantı sürer.
Derken bir gün, bir hapishane kaçağı onların evine sığınır.
Önceleri devreye giren korkunun yerini başka duygular almaya başlar. Evdeki
boşluğu dolduracak kişi Frank mi? Frank’in de hikayesinin anlatıldığı dokunaklı
bir film.
Konusunu Joyce Maynard’ın
aynı isimli romanından almış. Yönetmen, oyuncu ve senarist Jason Reitman ise Juno ve
Up in the Air ile Oscar ödülüne aday
gösterilmiş takip edilebilecek bir yönetmen. Kate Winslet, yine zor bir rolde müthiş bir performans göstermiş.
Finding Neverland, Eternal Sunshine of
the Spotless Mind ve Oscar ödülü kazandığı The Reader filmlerini tavsiye ederim. Genellikle yan rollerde
görmeye alışkın olduğumuz Josh Brolin de başarılı...
Henry: “Babamı kaybetmiş olmaktan dolayı annemin üzüldüğünü düşünmüyorum, bence sevginin kendisini kaybetmekten dolayı üzgün.”
Ne kadar doğru bir yorum.
YanıtlaSilTeşekkürler! :)
YanıtlaSil