“Bütün oğullarımın eşcinsel olmasını dilerim, böylece hiçbirini kaybetmezdim.”
Bu düşünce biraz aşırı da olsa belki çoğumuzun annesi oğlunun
hep yanında olması için bir mucize olmasını bekler. Anneler neden oğullarına bu
kadar düşkündür? Bunun sebebi geçmişten gelen bir kısır döngüdür. İki veya üç
kuşak geriye gidildiğinde ataerkil bir toplumda gerçekleşen göçler, salgın
hastalıklar, savaşlar kadın olmayı ve bebek doğurmayı zor hale getirmiştir.
Kendisi acı çekmesin diye kadın bir kız daha dünyaya getirmek istemez. Bunu
yüzeyde bilmese bile bu derinden gelen bir içgüdü olarak derinde duruyor
olabilir. Erkek çocuğu ise onu koruyacaktır. Erkek çocuk annesine bu kadar
yakın olduğunda babasından alamayacaktır.
The Family Stone filminin
kahramanı Meredith, evlenmek üzere
olduğu sevgilisinin annesi ile amansız bir mücadelenin içerisinde bulur
kendini. Ne yapsa yaranamaz, ne söylese her şey berbat olur. Bu durum onu
kendinden daha da uzaklaştırır ve çabaları sonuçsuz kalır. Onların evinde kalsa
olmaz, otel kalsa hiç olmaz.
Nişanlısı Everette, annesine
olan öfkesini saklamaz. O da sanki bir çocuk gibi annesine küser, babasına
serzenişte bulunur. Babası evde pasif olmaya devam eder. Anne ve babasını
oldukları gibi kabul etmedikçe yetişkin olma ve özgürleşme şansı yoktur
oğlanın. Annesinin kuzusu olarak kendine eril bir kadın bulmuştur. Bu ilişkinin
de pek bir geleceği varmış gibi gözükmemektedir. Tüm olaylar Meredith’in kız
kardeşini çağırmasıyla değişmeye başlar.
Annenin çocuklarını kaybetme korkusu, onlara sahip olduğu düşüncesinden gelir. Çocuklar çoğu zaman eşlerden bile önemlidir. Eşlerle yaşanan sıkıntılar çocuklarla unutulur. Oysa sistemik olarak anne-babanın ilişkisi, çocuklarla olan ilişkilerinden önce gelir. Ancak bu şekilde onlara sevgiyi ve dengeli bir ilişkiyi öğretebilirler...
Film çok ilgimi çekti, ilk fırsatta izleyeceğim. Teşekkürler..
YanıtlaSilSevgiler :)
Sil