“Bir oğlanın en iyi arkadaşı annesidir.”
Hayata geldiğinde her bebek anneye bağımlıdır. Anne Tanrı
gibidir. Bebek kendisini annesi ile aynı beden sahip olduğunu düşünür.
Büyüdükçe farklı bir birey olduğunu kavrar ve daha sonraları kendine bir
kişilik oluşturur. Yaşadıklarıyla bu kişilik katmanlı bir şekilde gelişir. Ebeveynlerinin
onayladıkları davranışların üzerine otorite ve toplum değer yargıları eklenir.
Onaylanmayan yönleri derinlere gömülür. Derinlere attığımız gölge taraf onun
peşini bırakmaz. Özellikle de içimizde ayrı birer kişilik gibi hareket etmeye
başlayan parçalar. Bu parçalar travmatik bir olaydaki anda donup kalmış
olabilir. En güçlü parçalar ise en eski parçalardır. Çocukluk zamanlarında olan
olaylar bu yüzden daha önemli olabilir.
The Psycho, sadece
basit bir korku filmi değildir. Filmin genelinde zihnin bölünmelerini,
gölgeleri ve zıtlıkları yansıtan bir film. Filmin bir çok karesinde ayna veya
cam da oyuncuların yansıması ve duvarlarda net gölgeler belirir. Kendi
çocukluğunda Katolik bir anne ve baba tarafından sık sık cezalandırılan ve
genelde yalnız bir çocuk olan dahi yönetmen Hitchcock,
Psycho romanı ile hemen etkilenir.
Filmin başrol oyuncusu Marion,
son derece dürüst ve ailesine itaat etmek etmek isteyen bir kadın portresi
çizerken yaşadığı uygunsuz ilişki ve sonrasında yaptığı hırsızlık ile zıtlaşan
yönleri ortaya çıkar. Yolda onu durduran polis, onun karşı gelmek istediği
otoriteyi temsil eder. Otelde karşılaştığı Norman
ise onun hayatının tam ters gibidir... Yani Gölgesi. İki birbirinin
gölgesi gibidir. Herkesin içinde bir Norman ve bir Marion olabilir. Bastırılan
her yön mutlaka karşımıza çıkar. Diğer insanlar ve olaylar bize hatırlatmaya
devam eder.
Öte yandan Norman’ın durumu oldukça vahimdir. Norman yıllar
önce kaybettiği annesini garip bir şekilde içinde yaşatır. İçindeki parça annesine
tehdit olan her kadını yok eder...
“Beni kandırmış olabilir ancak annemi kandıramadı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder