Ne zaman sevdiğimiz bir yakınımız bu dünyadan göçse, ilk
şoku atlattıktan sonra döner bir kendi hayatımıza bakarız. Bir an bile olsa
bizim de kaçınılmaz olarak bu dünyayı bırakacağımız gelir aklımıza...
Ne kadar da çabuk geçiyor hayat? Bize hediye edilmiş bu
hayatı nasıl geçiyoruz? İşte bunu anlamak için yapılacak işlerden biri
“yaşam çarkı”mızı çıkarmaktır. Bir gün boyunca neler yapıyoruz? Ortalama
değerleri bulmak için yapılan faaliyetleri haftalık veya aylık da
düşünebileceğimiz bir çalışmadır bu. Yemek, uyumak, banyo dışında neler
yapıyoruz? Genellikle ortaya çıkan ilk rakamları alt alta topladığımızda yirmi
dört saati bulamayız.
Bu kadar yoğun ve meşgul hayatımızdaki kayıp saatler
nerededir? Bir daha içtenlikle baktığımızda biraz daha yaklaşırız ancak tam
değil... Lakin beynimizin temel görevlerinden biri asgari düzeyde enerji
harcayarak bizi hayatta tutmaktır. Biz dediğimiz beden ve zihindir... Oysa
ruhumuzun tek amacı bedeni hayatta tutmak mıdır?
Hayattan keyif almak, derin bir huzur duygusu ile daha etkili, enerjik ve sağlıklı yaşamak istemez miyiz? Peki neden olmuyor? Günlerimiz nasıl geçiyor? Kayıp saatler nerede?
Beyin, en kısa yoldan bedeni hayatta tutmak için daha önce
deneyimlerini ve öğrendiği bilgiyi işler ve çoğunlukla otomatik bir tepki
vererek davranışlarımızı oluşturur. Bir çok fiziksel aktivite için bu
faydalıdır. Her seferinde nasıl yürüyeceğimiz, nasıl araba kullanacağımızı
keşfetmek zorunda değiliz. Bu oto-pilot bir süre sonra bize bir alışkanlıklar
zinciri oluşturur. Bu alışkanlıkla genellikle zevk alacağımız durumları
artırmaya, acı çekeceğimiz durumları azaltmaya yöneliktir. Sonra da bir
bakmışız rutinler içerisinde geçiyor hayat. İlacımızı bile aldığımızı bilinçli
bir şekilde hatırlayamaz ve ikincisini alırız. İşte bu işlerin rayından çıktığı
andır.
Zevk aldığımız eylemlerin tekrar tekrar yapılması, alınan
zevkin giderek azalmasına rağmen devam eder. En sonunda o eylem de bir
alışkanlığa dönüşür. Zihnin tepkisi geçmişin tekrarıdır. Bellek, anılar ve
bilgi deposudur. Bunların çoğunun dışarıdan alırız.
Zihnin çalışma şeklini anladığımızda onunla özdeşleşme
sıkıntısından dolayısıyla alışkanlıklardan özgürleşmek mümkündür.
“Düşünüyorum öyleyse varım” demiş ünlü filozof... Bilim insanlarının araştırmalarına göre her gün beynimizde 50,000 ila 70,000 düşünce geçer. Bu da dakikada yaklaşık 50 düşünceye denk gelir, saniyede bir düşünceye yakın! Diğer ispat edilen fenomen ise, beyindeki tepkilerin henüz bilinçli bir şekilde biz karar vermeden oluşması. Nörobilimciler buna ‘veto hakkı’ diyor. Beynin verdiği otomatik kararı bilinçli bir şekilde veto edebiliyoruz. Bu iki bilgi ışığında şu karara varabiliriz: “Düşünen biz değil, beynimizin kendisi...”
Zihnimizi ve tepkilerini biraz gözlemlersek bu durum
kendimiz de görebiliriz. Aynı durum alışkanlıklar için de geçerlidir. Rutinler
içerisinde yaşayarak hayatı kaçırırız. Özellikle de alışkanlık bize zarar
veriyorsa ya da boşa zaman harcamaktan oluşuyorsa. Elbette faydalı
alışkanlıklarımızı tutalım, ancak onların da farkına varabiliriz. Güneş
batışını izlemek, bir çiçeği koklamak alışkanlığa dönüşmüşse artık ölüdür, oysa
her koklamada düşünce olmadan, yorum veya tepki sadece koklamanın olması
yaşamdır.
Nefes almak da genelde otomatik gerçekleşir, oysa bilinçli
bir şekilde diyafram nefesi aldığımız nefesimiz son derece iyileştirici,
canlandırıcı bir hal alır. Eğer oradaysak, her hücremizle dikkatimiz oradaysa,
geçmiş veya gelecek yoktur, zihin sessizleşmeye başlar. Yaratıcılık ve yeni
için gerekli olan sezgilerimiz için uygun ortam hazırdır artık. Sezgi ile
tecrübe genellikle karıştırılır. Derinden gelen sezginin; bilme durumunun
tecrübe ile bir ilgili yoktur. Tüm bilgi ve deneyimler geçmişe dayalıdır ve
yeni olma şansı yoktur.
Alışkanlıklarımızı, zihnimizi gözlemleyerek onlarla
özdeşleşme problemini aşabiliriz. Bu, meditasyondur... Tüm özdeşleşmelerin
bittiği noktadır. Sezgilerimizi dinlediğimizde artık bizim ve başkalarınında
yararına bir yaşam tarzı ortaya çıkmaya başlar. Artık içimizden gelen,
sevdiğimiz işleri yapar buluruz kendimizi... Sevmek alışkanlık olamaz, sevginin
kaynağı zihin değildir. Sevgi her zaman canlıdır...
İnanılmaz güzel bir yazı olmuş. Her cümlesinde ilgi ve dikkatimi canlı canlı tuttu. Gerçekten kayıp anlar nerede? Neleri kaçırıyoruz, otomatize edilmiş davranışlarımızdan arta kalan anlarda. Sevmek içimizdeki canlıdır, aksi halde kıpır olamazdı, bazen keyif bazen de acı veremezdi.
YanıtlaSilYorumunuz için teşekkür ederim. Çok haklısınız. Sevgiler :)
Sil