21 Eylül 2016 Çarşamba

Ey Çocuklar


Ey çocuklar, lütfen okulda bir şey öğrenmeyin! Size empoze ettiğimiz rekabetin içine dalmayın. Hayatın bir koşuşturmaca olduğuna inanmayın! Hayat...

Bizlerin ebeveynleri genellikle yokluk içinde, zor şartlarda büyüdü... Tutumlu olmak, okumak, güvenli ve prestijli bir işe girmek önemliydi. Şimdilerde ise artan nüfus, talebin ötesinde artan üretim kapasitesi ve düşen maliyetlerle rekabetin kızışmasıyla, okul ve iş hayatı bir tıkanıklık yaşıyor. Bu da zihinlerde daha fazla endişe yaratıyor. Ebeveynler olarak – çocuklarımız iyiliğini istediğimiz için – onların gelecekleri hakkında planlar yapıp onları teşvik ediyoruz...

Tüm bunları yaparken ise aşağıdakilerin en az iki üç tanesine inanarak yapıyoruz.
-        Ebeveynler çocukları için en doğrusunu bilirler.
-        Çocuklar, onlar için uygun olduğu düşünülen okullara gitmezlerse bir gelecekleri olmaz.
-        Ebeveynler için çocuğun ‘başarılı’ olması gurur vericidir.
-        Ebeveynler, çocukları için prestijli meslekleri tercih eder.
-        Çocuklar için mesleğin ne kadar para kazandıracağı ve ne kadar sağlam olduğu önemlidir.

Tüm bu varsayımlardan daha da tehlikeli olan gizli bir mesele daha vardır. Çocuklar süratle rekabete itilirken, ebeveynler de kendi aralarında rekabet halindedir. “Sizin oğlan hangi okula gidiyor?”, “Sizin kız girebildi mi üniversiteye?” gibi soruların ardında hep bir mukayese vardır... Kendimize karşı dürüst olmalıyız; kendi rekabetimiz için çocuklarımızı kullanıyoruz muyuz?

Tüm bunları yaparken de, o kadar çok yardım ediyor ve karışıyoruz ki, çocuklara verilen açık veya gizli mesaj şu oluyor: “Bunu bizsiz yapamazdın ve bize borçlusun.” Özgüveni olan çocuklarımız, özyeterlilik konusunda fakirlik yaşıyorlar. Kendi başlarına karar alamayan bir genç, özgüveni ne yapacak? O kadar ısmarlama giyilmiş bir palto ki, paltonun altında hiç bir şey yok...

Ebeveynler olarak bizler geçmişiz... Çocuklarımız ise şimdi! Tüm bilgi ve deneyimlerimiz, kendimizin ve atalarımızın yaşadığı travmalarla bezenmiş tarihi bir çorba! Ebeveynleri yokluk içinde büyümüş bir kuşağın yapabileceği tek şey korku tabanlı bir gelecek planı hazırlamak olabilir... “Hayat çok zor!” “Aman kendine güvenli bir geleceğin olsun!”


Hayatın ne olduğunu bildiğimizi zannediyoruz. Kendi yapamadıklarımızı çocuklarımız yapsın istiyoruz. Ne çabuk unuttuk çocuk olmayı? Çocukken kurduğumuz hayalleri... Çocukken yapmaktan keyif aldığımız şeyleri... Sevgiyi, hesap kitap yapmadan başkalarını sevmeyi ve en önemlisi de kendimizi sevmeyi... Hayatı yaşamayı!

Evet, ebeveynler olarak bizler çok iyi biliyoruz. Bizim ebeveynlerimiz de çok iyi biliyorlardı. Onların geçirdikleri acı dolu ve mutsuz yıllar için bahaneler bulup, biz biraz daha iyi yaptık diyoruz belki de. Belki de kendi mutsuzluğumuzun üstünü, ‘çocuklarımızın geleceği’ isimli proje ile örtüyoruz. “Ben en iyisini başaramadım, ancak çocuklarımın başarmasını sağlayacağım” diyoruz...

Peki amaç nedir? Tüm bu çabanın amacı nedir? Para kazanmak mı? Güvenli bir gelecek mi? Prestijli bir meslek mi? Tüm bunlar, ne için gerekli? Hayatta kalmak için mi? Hiç sanmıyorum. Mutlu olmak ve sağlık masraflarını karşılamak için mi? Bunlar, gerçekten mutluluk getiriyor mu? Mutluluk hakkında ne biliyoruz? Hayat hakkında ne biliyoruz?

Çocuklar ise küçükken yarattıkları mutlu ve harika dünyalarından çıkıp bu “ebeveyn oyununu” öğrenmeye zorlanıyorlar. Bu oyunun ismi Alan Watts’ın deyimi ile Güç Oyunu... Rekabet ile yoğrulmuş, devamlı bir sonraki hedefe koşturulan, genelde politik olmak zorunda kalınan, her şeyden önce çalışmanın ve işin geldiği, her dakika bir şeyler yapmak gerekliliğinin hissedildiği bir oyun... Bu oyundaki değerler, önemli olan amaçlar, unvan, statü... Çoktan seçmeli sınavları takip ederek başlar bu oyun ve basamak basamak devam eder. Büyük bir balığı yakalamak gibidir; sıkı çek, biraz bırak, sıkı çek, biraz bırak...

Bu oyunda usta olmak için seneler harcanır, yaklaşık 35-40 yaşlarına geldiğimizde çoğumuz uzman olmuşuzdur. İşte bu aşamada iki ihtimal vardır: Birinci ihtimalde, artık oyunun kurduyuzdur, zihinsel ve fiziksel deformasyonumuzu spor, güzellik ürünleri, eğlence, spritüel ürünler veya bağımlılıklarla telafi etmeye çalışırız... İkinci ihtimal, acı olsa da, daha umut vericidir. Artık bu oyunda gerçek bir ödülün olmadığını anlar, değerlerin yapay olduğunu fark ederiz. Bu oyunda kazandıklarımızın geçici olduğunu, aslında hep fazlasını isteme eğilimde bir zihin yaratıldığını ve kalıcı bir mutluluğunun olmadığını algıladığımızda, kendimizi kandırılmış hissederiz... Anlarız ki hiç bir şey bilmiyoruz.


En başta bahsedilen tüm varsayımları bir yana koyalım. Bu konuda kendimize karşı sert bir tavır sergileyin. “Yok canım, ben böyle yapmıyorum” demeden önce iyice araştırın. Bunu çocuğunuz için yapın. Sadece yeni bakış açıları koyabiliyor muyuz, bunlara beraber bakalım.

-        Hayatı yaşayacağız diye tüm yaşamımızı tüketmiyor muyuz? Eğer bu doğruysa, çocuklara yaşama fırsatı verebilir miyiz?
-        Bizim yaşadığımız kaderi genellikle çocuklar da takip ederler. Buna gerek var mı? Bunun için neler yapabiliriz?
-        Her çocuk, her birimiz Yaradan tarafından benzersiz yaratıldık. Bizim çocuklarımız da öyle... Bilinen, ezberlenen meslekler dışında çocuğunuz, neyi yapmaktan mutlu olurdu? Hangi yetenekleri mevcut?

Ey çocuklar, lütfen okulda bir şey öğrenmeyin! Sevgiyi öğrenin, paylaşmayı öğrenin! Nelere ilgi duyduğunuzu keşfedin! Ruhunuzu keşfedin! Özgürce seçim yapmayı öğrenin! Yaşamayı hiç unutmayın!

4 yorum:

  1. çok doğru noktalara değinmişsiniz tebrik ederim.

    ebeveynlerin hem çocuklarıyla ilişkisinde hem de diğer ebeveynlerle ilişkilerinde gerçekten "hastalıklı" ve anlamsız biçimde rekabetçi noktalar mevcut. içinde yaşadığımız sistem yüzünden bizler yarış atı gibi yetiştirildik. şimdi çocuklarımızı da öyle mi yetiştireceğiz? hedeflerimiz hep yüksek puanlar, iyi okullar, para kazandıran meslekler, araba almak, ev almak, çocuk yapmak, maddi olarak hep yükselmek... sonra çocuğumuz için de aynı şeylerin gerçekleşmesini sağlamak... tüketim toplumunun bize dayattığı hayatı yaşıyoruz. peki gerçekten tükettiğimiz şeyin ne olduğunun farkına ne zaman varacağız? "kaliteli" veya "lüks" hayat yaşayadığımızı hissetmek için aslında hayatlarımızı tüketiyoruz. gösteri toplumunun parçası oluyoruz. çocuklarımızı da aynı gösterinin aktörleri olarak hayal edip ona göre yetiştiriyoruz. çünkü sınırların dışına çıkamıyoruz. maddi kaygılardan dolayı doğduğumuz andan itibaren bize dayatılan bu sistemin parçası oluyoruz.biz bu tüketim sisteminin parçası olmaya gönüllü olarak devam ettiğimiz müddetçe sistem de değişmeyecek malesef.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli yorumunuz için çok teşekkürler. Her zaman değişimler tek bir bireyden başlar... Ve yayılır. Hepimiz kendi ailemizde başlayabiliriz buna :) Sevgiler

      Sil
  2. Harika yazmışsınız Kaleminiz sağlık Deniz bey günümüz için bu söylediklerinizi maalesef uygulayan o kadar az ki şimdiden başladı velilerin okul önlerinde beklemeleri oradan pay biçersem akıllara zarar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz için çok teşekkürler... Haklısınız, ancak bir yerden başlayalım ve yayılsın bu; bir gün uyanır herkes :) Sevgiyle kalın.

      Sil