Bir tehlike karşısında iki temel reaksiyona sahibiz. Ya
savaşırız ya da kaçarız. Korku kaçmamıza, öfke ise savaşmamıza yardımcı olur. Asıl
problem, bu iki tepkinin de hayatta kalmak için yeterli olamadığı durumlardır. Bazen
ne kaçabilecek durumdayızdır, ne de savaşacak kadar güçlüyüzdür... Özellikle de
fiziksel ve duygusal olarak daha zayıf olduğumuz çocukluk döneminde.
Bir ceylan yavrusunun aslana yakalanmak üzere olduğunu hayal
edin. Ceylan tam yakalanmadan önce tamamen paralize olur ve yere ölü gibi
düşer. Bu bedenimizin verebileceği üçüncü tepkidir. Beden savaşmak veya
kaçmak üzere enerjisi azami düzeydeyken birden donar kalır. Bu onun tekrar kaçmak
için bir fırsat arayabileceği bir ortam yaratırken, aynı zamanda aşırı düzeye
gelen stres ve acıya karşı bir koruma sağlar. Bu beden için çok fazladır.
Hayvanlar böyle bir durumdan kurtulursa eğer, sonrasında tüm
bedeni titreyerek kalan fazla enerjiyi atıyor. Bu aşamada insanın zekasının bir
yan etkisi gibi, mantık devreye giriyor ve tehlike ortada kalmadığı ve ‘donma' tepkisinden dolayı kendisi de fazla etkilenmediği için ya kendini kahraman
sanıyor veya bu anının fazla tesirlerinden kurtulmak üzere anıyı tamamen koruma
altına alıyor ve zihinde rafa kaldırılıyor. Bu olayı tetikleyecek herhangi bir
durum için alarm zillerini çalıyor.
Bir süre sonra her şey yolundaymış gibi yaşarız, belki bizi
tetikleyen birkaç durumdan uzak dururuz o kadar. Ancak içten gelen bir dürtü
bunu dönüştürebilmemiz için bizi dürter durur. Yaşanan travmatik olayları
hatırlatan veya benzer tepkiler vereceğimiz başka olaylar bizi kovalar durur.
The Dressmaker
filminin kahramanları, çocukken arkadaşını öldürmekle suçlanan ve köyden
sürülen Myrtle ile bu olaylardan
sonra ruhsal sağlığı yerinde olmayan ve köyde yalnız yaşayan Myrtle’nin annesi Molly’dir. Yıllar sonra Paris’ten Avustralya'daki küçük köyüne geri dönen Myrtle, artık sıra dışı bir terzi ve
moda tasarımcısıdır. Bir güç onu köye geri getirmiştir. Önceleri annesi Molly
onu hatırlayamaz. O da bunu kafasından silmiştir. Myrtle ise annesine yardım
etmeye ona çorba içirmeye çalışır. Öte yandan Myrtle eski olayları araştırıp
olanları hatırlamaya çalışırken, yeteneği ile ona sırtını dönen bazı insanların
hayatlarını değiştirmeye başlar.
Köyün sistemi tekrar hareketlenmeye başlar; aile sistemimiz
gibi küçük köyler de kendi içinde bir sistem oluşturur. İçindeki daha küçük
sistemler birbirlerini etkiler. Bazen ölen biri bizi etkiler, bazen eski bir
hesaplaşma, bazen de yok sayılmaya çalışılan kişiler. Her sistemde olduğu gibi,
sistemik hareketler dinamiktir, bir etkinin nasıl bir sonuç yaratacağını kestirmek zordur. Sonucun zamanı, şiddeti ve boyutu belli olmaz ama mutlaka bir
değişim olacaktır.
Dönüşüm yolculuğunda benzer travmaları olan kişileri
hayatımıza çekeriz, bazen adına sevgi deriz, bağlanırız, çünkü ilk defa biri bizi
bu kadar çok anlıyordur. Lakin dönüşüm gerçekleşmedikçe kader değişmeyecek ve olması gerekenler olacaktır. Benzer bir
durumu da Teddy’ye aşık olduğunda
yaşar Myrtle...
Köyün diğer bir vurucu durumu ise, adına toplumsal kurallar
dediğimiz kalıplaşmış davranışlara ve değerler uymaya çalışan ve hatta bunlara
inanan insanların nasıl kendilerinden vazgeçtikleri ve gerçekleri saklamaya
çalışmalarıdır. Özellikle de feminen tarafını gizlemeye çalışan Çavuş Farrat bunun muazzam bir
örneğidir. En sonunda taşıdığı yükün bedeli öder ve özgürleşir...
Filmin Avustralyalı yönetmeni Jocelyn Moorhouse çok uzun bir aradan sonra müthiş bir iş çıkarmış;
iki saatlik filmin temposu çok dengeli ve bir o kadar da şaşırtıcı. Bir
Avustralya ancak bu kadar çarpıcı sunulabilir. 5 kere Oscar’a aday gösterilen
bir kere bu ödülü kazanan Kate Winslet
müthiş bir performans sergilerken özellikle Hugo
Weaving inanılmaz bir karakteri başarıyla oynamış. Ancak usta Judy Davis’in hakkını yememek gerekir...
Filmin sonuna doğru artık Molly kendine gelmeye başlar ve aynı çorbayı kendine kızına içirmektedir. Anne-baba verir, çocuk alır. Aile sisteminin temel sevgi akışının yönüdür bu. Çocuk da ileride kendi çocuğuna vererek dengeyi sağlar, hayat sağlıklı bir sevgiyle akar gider...
merhaba ne hoş bloğunuz var,takipdeyim bende beklerim,sevgiler :)
YanıtlaSilÇok teşekkürler. :) Tabi ki. Sevgiler
YanıtlaSil